“Hayat tek bir mevsimse eğer illaki sonbahardır.”
Her mevsimin bir hikayesi vardır. Her mevsim farklıdır ve farklı bir ruh haline çeker bizi. Kış soğuktur, durağandır. İlkbahar hareketli, yaz cıvıl cıvıldır. Sonbaharın payına düşense hep hüzün olmuştur. Onun bir adı da “hazan”dır, “güz”dür.. Sararmış yapraklardır, hüzzam şarkılar, sırılsıklam yağmurlardır.
Bu mevsimde olduğu gibi, bu yazıda da sözcükler kırılıp dökülüp dağılabilir. Bir yaprak gibi rüzgarların peşinde savrulabilir. Kalemde suç aranmasın. Ol sebep, mevsim normalleridir.
Diyor ya şair: “Oysa ben akşam olmuşum /Yapraklarım dökülüyor /Usul usul /Adım sonbahar”
Mevsim sonbahar… Bu mevsimin hikayesi hüzünle yoğrulmuştur. Bu mevsime atfedilen tüm anlamlar, eski bir yara gibi kanayan sözcüklere dönüşmüştür. Dokunaklıdır. Hüzün, sonbaharın başucu duygusu ve yongası gibidir.
Her hayat ve her hikayenin yolu bu mevsimle bir şekilde kesişmiştir. Çünkü mevsim hüzündür. Ve bu sözcük hayatı yanlış okumanın tüm bedellerini fazlasıyla ödemiş, ‘üstü kalsın’ demiştir.
Hayatın yol haritasını dikkate almadan yola çıkanların son karşılaşacakları duraktır hüzün. Önümüzde duran kitapların okunmamış sayfaları gibidir. Yüzümüze tutulmuş bir aynanın içi kadar derinleşmiştir. Yanık yanık kokmuştur, değdiği yeri kanatmıştır.
Bir anı defteri saflığındadır. Yüreğin yıkandığı,vicdanın arındığı, duygunun kendini rüzgarlara saldığı mevsimdir hazan.
Zihinselimizin görüş mesafesi genişlemiş, uzaklar yakınlaşmıştır. Sürgünlere açılan kapılardır sonbahar. Düşlerdeki patikalar, uçurumlardır. Uykusuz gecelerdir, sağır ve dilsiz duvarlardır.
Hüzne dair her ne varsa sanki bu mevsimce el konulmuş rehin alınmıştır.
Rüzgarda savrulan yapraklardır sonbahar. Yağmur bulutları, göç eden kuşlar, ağacından ayrı düşmüş bir dal parçası, çürük bir diş ağrısı gibidir. Hayatın cilvesidir. Kahvenin telvesidir.
“…Ömür biter bir uzun sonbahar olur/ Yaprak çiçek kuş dağılır, tarumar olur” diyen şairin dizelerindeki tarumar oluşa da göndermesi vardır elbet. Gülümserken bile yüzünün çizgilerinde ve gözlerinde hüznün yok olmadığı suretler gibi.
Sonbahar imgesi duygu yüklüdür, dokunaklıdır… Hüznü dorukta bir sevda şarkısı gibidir sonbahar. Efkarlanmanın en leziz vaktidir. Bende bu mevsimin enstrümanı kemandır. Sanki bu mevsim için icat edildi keman.
Hazandır mevsim… Edası ve sedası farklıdır… Vedaya kurulmuştur bütün saatler.
Hoşça kal vakti, veda vaktidir.
*
Dedim ya! Bu yazıda sözcükler vurgun yemiş bir şarkının ezgisinde eriyebilir. Adı güzdür mevsimin, nasılsa bütün günahlar ona yazılacaktır.
Evet herkesler biliyor artık, hayat bize zulmü reva görüyor, kadere boğduruyor. Olmasını istediğimiz şeyler hep ertelenmiştir, başka bir zamana bırakılmıştır ve “o zaman” uzadıkça uzamıştır. Takvim yaprakları acımasız olmuştur. Şarkılar söylenmemiş, şiirler okunmamıştır.
Eski ve tanıdık bir duygu tıklatmıştır kapımızı…
İşte yine yağmur kokan bir mevsimdeyiz, güneş sisleri dağıtmak için rüzgarlar oluşturuyor. Şairin deyişiyle; acıyor, acıtıyor: “Eylül toplanıp gitti işte / Ekim filan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca atlar gibi, / Kimi sevsem, kim beni sevse, / Sevgim acıyor.”
Evet. Sonbahar dedik, hazan dedik, güz dedik, hüzün dedik. Bu yazı da kendini böyle mahzun yazdırdı.
Bitsin artık bu fasıl bu hüzünlü sonbahar. Artık başka bir şarkıya yer açma zamanıdır… Yazının sonrasını Halil Cibran bitirsin: “Sonbahar geldiğinde, bağınızdaki üzümleri üzüm cenderesine atmak için topladığınızda, şu sözleri söyleyin:
‘Ben de bir üzüm bağıyım ve meyvelerim üzüm cenderesine atılmak için toplanacak,
Tıpkı yeni şarap gibi, ölümsüz bedenlerde saklanacağım.’ Kış gelip de şarabı açtığınızda, kalbinizde, içeceğiniz her bir kadeh için ve sonbahar günlerinin anısına, şarap bağı ve üzüm cenderesi için bir şarkıya yer açın.”