‘Bolşevik Devrimi ve Din’ kitabı, İslam ve sosyalizm ilişkisine ve Sovyet deneyimine mercek tutuyor. Milliyetçi savaşa tutuşmayı anlamak bakımından Bolşevik Devrimi ve Din, okuyucuya önemli bilgiler sunuyor
Hüseyin Deniz
Osman Tiftikçi tarafından yazılan kitap, yazarın İslamcılık ve İslami hareketlerle ilgili yaptığı birbirinin devamı olan araştırmalar sonucu ortaya çıkan 4. eserinin adı. İlk çalışma 2011 tarihli “İslamcılığın Doğuşu ve Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Gelişimi” ismini taşıyor. Onu 2014 yılında çıkan “1960’lardan Günümüze Türkiye’de İslami Hareket” izliyor. Üçüncü çalışma ise 2016 yılında yayınlanan “Said-i Kürdi’den Said-i Nursi’ye Nurcu Hareket ve Kürt Nurculuğu” ismini taşıyor. Bu dizinin ilk üç kitabı, İslamcılık kavramından İslam’da reformculuğa, İslami duruş ve ideolojik yapısından Türkiye’de İslami anlayış, gelişimi ve oluşumuna kadar birçok önemli konuyu merkezine alıyor.
Sovyetler ve din
“Bolşevik Devrimi ve Din” ise Türkiye okuru açısından İslam ve sosyalizm ilişkisini Sovyetler ekseninde mercek altına alan bir özet niteliğinde. Kitap iki konudan oluşuyor. İlki İslam dünyasında İslam ile sosyalizm arasındaki ilişki, ikincisi ise 17 Ekim Devrimi’nin İslam ile deneyimi konu edilmektedir. Daha çok da Orta Asya’da İslam üzerindeki etkisine, sosyalizm ile İslam ilişkisine mercek tutuluyor. “Bolşevik Devrim ile birlikte uygulanmaya başlanan dini politikaların Müslüman toplumlarda yarattığı tepkiler ve değişimlerle ilgili okuyucuya malzeme sunmak bu yolla sosyalizm tartışmalarına katkıda bulunabilme” hedefini güden kitap, Sovyetlerin dağılması sonrası Orta Asya’daki cumhuriyetlerdeki değişimi, daha çok İslami kimlikle bilinen Özbek, Tatar, Türkmen, Azerbaycan, Kırgız, Kazak, Başkurdlarda artan dini ve milliyetçi rüzgârların seyri ile bunların nedenlerine yer veriliyor. Rusya Müslümanlığının ilk dini idaresi Pugaçev Ayaklanması sonrası 1788 yılında Çariçe II. Katerina döneminde kurulan Ufa Müftülüğü idi. II. Katerina zorla Hıristiyanlaştırma politikalarına son vermesi fazla uzun sürmedi. Çar II. Alexandır ile 1855-1903 döneminde 200 bine yakın Tatar Hıristiyanlaştırıldı. Çarlığın zorla Hıristiyanlaştırma politikası 1905 devrim sürecindeki ufak tefek değişiklikler dışında 1917 Ekim Devrimi’ne kadar sürdü.
Esas kimlikleri İslam idi
1905 Devrimi öncesinde Tatar ve Azerileri bir ölçüde istisna tutarsak, Rusya Müslümanları içinde ulusal bilinç yoktu. 1905 Devrimi’yle ulusal bilinçlerinde bazı gelişmeler olsa da ulusal kimlik Bolşevik yönetiminin kurduğu Sovyetlerle ortaya çıktı. 1929 yıllarına kadar Bolşevik-İslam ilişkisi git-geller içindedir. Müslüman toplumu temsil eden kesimlerin Bolşeviklerden ziyade sağ muhalefet ile yürümesinin yol açtığı mesafe, Müslümanlar içinde komünizmi tam benimseyen kadroların azlığı yüzünden bir türlü kapatılamadı. Bolşevik Devrimi’nden sonra da din, reformist Cedidciler ile gerici Kadimcilerin elinde siyasi bir güçtü. Kurulan bütün örgütler ‘Müslüman’ sıfatını taşıyordu. Bu durum 1930’lara kadar devam etti. 1930’lu yılların ikinci yarısında din hâlâ kitleler üzerinde etkiliydi ama bu etki Bolşevik Devrimi’nin başlangıç dönemiyle kıyaslandığında arada çok önemli farklar vardı. Din artık eski din değildi. Din siyasi yaşamı, eğitimi ve adalet sistemini terk etmişti. Kitlelerin sosyal kültürel yaşamı üzerinde etkisini önemli ölçüde kaybetmişti. Ekim Devrimi sonrası ilan edilen toprak reformu, işsizliğin ortadan kaldırılması, kadınlara tanınan haklar başta olmak üzere eğitimin hızla yükselmesiyle 1950’lere gelindiğinde Orta Asya’daki dini kimliğin toplumdaki etkinliği oldukça gerilemişti. Daha doğrusu büyük kısmı yoksul olan Orta Asya halkları, sosyalist uygulamanın ortaya çıkardığı imkânlar sayesinde önemli bir rahatlamaya kavuşmuş, Sovyet kimliğine yakınlaşma hızlanmıştı.
Sovyetlerden yana…
2. Dünya Savaşı’nda bütün emperyalist kışkırtmalara, faşizmin dini alet ederek yaptığı aleyhte propagandalara rağmen Orta Asya Müslüman toplumunun, Sovyetlerin saflarında savaşmış olması bu kimliği sahiplenmedeki duruşu göstermesi açısından önemlidir. Bu Sovyet yönetimi ile Müslüman toplum arasındaki mesafeli duruşu minimize etmekle birlikte dinin etkinliğini yok edemedi. “Bilimsel Ateizm” ders kitabına göre 1990’larda işçiler arasında dindarların oranı yüzde 10-20, emekliler içinde yüzde 35-50, ev kadınları arasında yüzde 43-53 idi. Aynı kitaba göre dindarların yüzde 70-80’ini kadınlar oluşturuyordu. Oysa 1930’ların başlarında inançlı insan yüzde 80 civarındaydı. 1937 yılında halkın yarıdan azlası tanrıya inanıyordu. 1970’lere geldiğinde işçi sınıfının yüzde 90’ı ya dinsizdi ya da dine epey mesafeli duruyordu.
Komünizmin ahı…
Sovyetler Birliği’nin kendi ağırlığı altında çökmesi sonrası Orta Asya’da oluşturulan Sovyet Cumhuriyetleri, yıkım sonrası birer bağımsız devlete dönüşürken, ulusal kimlikle birlikte din de hızla yeniden öne çıkmaya başladı. Sovyet sistemi, kapitalist devletlerin yoğun çabalarıyla kısa sürede tasfiye edildi. Eski Sovyet Cumhuriyetlerini mumla arar hale getiren, geri dönüşü yok denilen komünist bir sistemden 180 derece karşı bir dünyaya, milliyetçi ve gerici bir kampa ve kapitalist bir dünyaya sürüklenmesini, en çok da kadınların ezilmesine yol açan bu süreci anlamak açısından, “Bolşevik Devrimi ve Din” önemli bir boşluğu dolduruyor.