Hrant Dink Vakfı’nın medyada nefret söylemine dair düzenli olarak yaptığı medya izleme çalışmasının 2019 Raporu yayımlandı. Her yıl yapılan izleme çalışmasında, tüm ulusal gazeteler ile sayısı 500’ü bulan yerel gazetenin hafta içi sayıları taranıyor. 2019 yılında Türkiye yazılı basınında, günde 17’den fazla haberde ve köşe yazısında nefret söylemi üretildiği, bu metinlerde yıl boyunca toplamda 80 farklı etnik, dini ve ulusal kimliğin hedef alındığı ve bu kimliklere ilişkin olumsuz yargıların pekiştirildiği görüldü. Bu yıl hazırlanan raporda ‘Yazılı basında Kürtlere yönelik ayrımcı söylem: 2019 Yerel Seçimler Örneği’ başlıklı dosyası da yer alıyor.
Rapora göre 2019 yılında ulusal, etnik ve dini grupları hedef alan 4364 köşe yazısı ve haber metni yayımlanmış. Bu metinlerde, 80 farklı grup hakkında 5515 nefret söylemi içeriği bulunuyor. Peki bu nefret söylemleri kime yönelik? Rapor bu sorunun yanıtını şöyle veriyor: Haklarında en çok nefret söylemi üretilen grup 803 içerikle Ermeniler. Ermenilerin ardından ikinci sırada 760 nefret içeriği ile ‘Suriyeli’ mülteciler geliyor. Suriyeli mültecileri Yunanlar, Yahudiler Rumlar ve Hristiyanlar takip ediyor. Ayrıca genel olarak “mülteciler”e yönelik de 68 nefret içeriği üretildiği de yine raporda yer alıyor.
Suriyeli mültecilere yönelik nefret içeriklerinde; Suriyeliler sistematik olarak cinayet, hırsızlık, taciz gibi adli olaylarla anılarak potansiyel suçlu olarak kodlanıyor ve güvenlik sorunları ile terörle özdeşleştiriliyor. Ayrıca Türkiye’nin demografik yapısına yönelik bir tehdit, rahatsızlık ve gerginlik kaynağı olarak yaftalanıyor. Türkiye’deki olumsuz ekonomik koşulların ve işsizliğin sorumlusu da yine Suriyeliler olarak gösteriliyor.
Tüm bu söylemleri aslında sadece yazılı medyada değil; günlük konuşmalarda, sosyal medya paylaşımlarında da sıklıkla duyuyor, okuyoruz. İktidarın yanı sıra pek çok muhalif siyasetçinin, gazetecinin benzer söylemlerine de tanık oluyoruz. Ancak galiba “doğalmış” gibi geliyor ki duymakta da okumakta da çoğunlukla bir sorun görmüyoruz. Elbette içten içe rahatsız oluyoruz ama çok da sesimizi çıkarmıyoruz. Tüm bunları zaman zaman bir ifade bir eleştiri biçimi olarak da düşünebiliyoruz.
Tıpkı nefret söylemine yol açan ve bunu kullanan iktidarların nefret söylemi ile eleştiri arasındaki farkı görmezden gelmeleri gibi…
Nefret söylemlerinin ortaya çıkmasının, bir toplumda rahatlıkla kullanılabilir olmasının ve cezasız kalmasının pek çok siyasi, sosyolojik ve ekonomik sebebi var. En önemli etkisi de iktidarların gücü elinde tutmaya devam etmek, hali hazırda yaşanan ekonomik ve politik sorunların görmezden gelinmesini sağlamak için kutuplaştırıcı ve ayrımcı dil üretmeleri, birarada, barış içerisinde yaşama kültürünü ortadan kaldırmaları.
Sonuçları ise çok ciddi… Bu tür söylemlerin ve bunların cezasız kalmasının sonunun nereye vardığını ne yazık ki, çok yakından biliyoruz: Hrant Dink’ten, Tahir Elçi’den… Suriyelilere yönelik kullanılan ve cezasız bırakılan nefret söylemlerinin şiddete, yaşam hakkı ihlaline varacak kadar görünür büyük etkileri çocukları da etkiliyor.
Eylül ayında Samsun’da öldürülen Eymenh Hammamı’yı hatırlıyor musunuz? Ailesinin verdiği bilgilere göre; 16 yaşındaki Eymenh 9 yıldır Türkiye’de bulunuyordu. 4 yıldır yani 12 yaşından beri de bir fırında çalışıyordu. Onun yaşındaki bir çocuğun olması gereken yer okulken tüm gün fırında çalışarak günde 50 TL kazanıyordu. İşte Eymenh 13 Eylül günü iş çıkışında, iki kuzeni ve ağabeyi ile birlikte, tıpkı Hrant Dink Vakfı’nın raporundaki nefret söylemlerine benzer ırkçı sözler söyleyerek kendilerine saldıran bir grup tarafından, bıçaklanarak öldürüldü. Eymenh’in ölümünden sorumlu tutulan bir kişi tutuklandı. İki kişi ise serbest bırakıldı. Halbuki aile saldıranların sayısının çok daha fazla olduğunu söylemişti.
Eymenh’in ilgili dava önümüzdeki günlerde başlayacak. Bu olayın cezasız kalmaması için davayı takip etmek çok önemli. Ama asıl önemli olan Hrant Dink Vakfı’nın raporuna da yansıdığı gibi pek çok gruba yönelik, hemen hergün yazılı ve görsel medyaya yansıyan ayrımcılık ve nefret söylemine ilişkin kayıtsız kalmamamız, neler olup bittiğine dair elimizden alınıp giden hakikatin peşine düşmemiz, küresel salgın nedeniyle gittikçe artan krizi görünmez kılacak yeni nefret söylemlerine karşı uyanık olmamız gerekiyor. Ve bir de devletin bu söylemlerle ilgili uluslararası hukuka göre etkili soruşturmalar başlatmasını talep etmemiz…
Raporda medyada Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki olumsuz ekonomik koşulların ve işsizliğin sorumlusu olarak gösteriliyordu. O halde Türkiye’deki işsizliğin sebebi olarak görülen Suriyelilerle ile ilgili bir haberin ilk cümlesini buraya, yorumunu da okuyuculara bırakalım: “8 yaşındaki Bakri Ancilini İstanbul’da arabaların camlarını silmek için trafik ışıklarında beklerken bir kamyonun altında kalarak can verdi”.