Kafkasya üzerinde de kabak yine Kürdün başına patlayabilir. Çünkü Suriye, Libya, Kafkasya sahasında Türkiye hangi devlet ile karşı karşıya gelse mutlaka Kürtleri pazarlık masasına taşıyor
Dağlık Karabağ ve Kızıl Kürdistan, bu küçük alandaki savaş neden bölgesel-küresel boyut kazanıyor? SSCB, 1923’te kurduğu Özerk Kızıl Kürdistan’ı 1929’da neden feshedip Ermeni ağırlıklı Özerk Dağlık Karabağ’a dahil ederek Azerbaycan’a bağladı? Azeri ağırlıklı Özerk Nahcivan ise komşu Ermenistan yerine aradaki bir ülke ve iki özerk bölge atlanarak Azerbaycan’a neden bağlandı? Çözüm neden üretilemiyor? Yüz yıllık savaşın arka planında, Moskova-Ankara hattında sınırların siyasi cetvelle çizilmesi bulunur. SSCB’nin “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gereği idari yapılanmasında onlarca federal cumhuriyet, özerk cumhuriyet, özerk bölge kurulmuştu. Bu çerçevede Güney Kafkasya’da da iki federal cumhuriyet Ermenistan ve Azerbaycan ile birlikte üç özerk bölge kurulur. İlginçtir SSCB kurduğu üç özerk bölgenin (Nahcivan, Kızıl Kürdistan, Dağlık Karabağ) üçünü de (ki biri Kürt diğeri Ermeni nüfus ağırlıklı) Azerbaycan SSC’ye bağlar! Haritaya bakılırsa cumhuriyetlerin ve özerk bölgelerin sınırlarının siyasi mühendislikle çizildiği net görülür. Dağlık Karabağ nüfus olarak ağırlıkla Ermeni ve Ermenistan ile sınırdaş olmasına rağmen nedense Ermenistan SSC’ye değil, Azerbaycan SSC’ye bağlanır. Buna karşın Ermenistan ile İran arasında yer alan Azeri nüfus ağırlıklı özerk Nahcivan ise arada bulunan Ermenistan-Kızıl Kürdistan ve Dağlık Karabağ atlanarak Azerbaycan’a bağlanır! Ve 9 km’lik (!) bir kapı ile Türkiye-Nahcivan karayolu bağlantısının kurulması da unutulmaz. Bu arada ne olur ne olmaz hesabıyla Ermenistan’ın 40-50 km’lik bir sınırla İran bağlantısı da sağlanır.
Kavganın kaynağı
İşte Azeri ve Türk yetkililerin her defasında “Azerbaycan toprağı” dedikleri toprak bunlar. Ya SSCB farklı siyasi nedenlerle üç özerk bölgeyi Azerbaycan yerine Ermenistan’a bağlasaydı kimin toprağı olacaktı? Kızıl Kürdistan ve Dağlık Karabağ toprakları Azerbaycan ya da Ermenistan’ın değil, binlerce yıldan beri üzerinde yaşayan halkların toprağı. Siyasi hesaplarla çizilen haritalar, zoraki göç ve soykırımlar bu gerçeği değiştirmez. Tıpkı Lenin liderliğindeki SSCB’nin 1923’te kurduğu Kızıl Kürdistan’ı, Stalin liderliğindeki SSCB’nin Kemalist Türkiye ile “iyi komşuluk ilişkileri” ve şoven Azerbaycan SSC’nin Moskova üzerindeki basıncıyla 1929’da feshedilmesi üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen 1989’de Yekbun Örgütü çatısı altında birleşen Kafkas ve Sovyet Kürtlerinin yeniden Kızıl Kürdistan talebiyle örgütlenmesi gibi. İşte 100 yıldır süren gerilim ve çatışmaların kaynağı, Stalin liderliğindeki SSCB tarafından siyasi mühendislikle çizilen bu haritada yatmakta. Harita çiziminde SSCB açıkça Türkiye ve Azerbaycan’ın Kürt ve Ermeni karşıtı politikalarını gözetmiştir. Ayrıca haritanın, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki her gerilim ve çatışmada dün SSCB’ye bugün Rusya Federasyonu’na hakemlik etme hesaplarını da içerdiğini ekleyelim. Dolayısıyla baştaki soruların yanıtlarına dönersek küçük alandaki savaşın bölgesel-küresel boyut kazanmasında; tarafların İslam-Hıristiyan ve arka planında soykırım bulunan Ermeni-Türk olmasını da ekleyelim.
Kürtlerin sürgünü
Özetle 1923’te Azerbaycan’a bağlı kurulan Kurdistan’a Sor, 1929’da feshedilerek Dağlık Karabağ’a dahil edilir. 1991’de ise Azerbaycan, Özerk Dağlık Karabağ’ı fesheder. Kürt halkı 1930’ların sonundan itibaren Kızıl Kürdistan’dan kitlesel sürgünlerle Sovyet topraklarına sürülür. Son 30 yılda ise Azerbaycan ile Ermenistan arasında savaşta Kürtler baskı, katliam dahil savaşın ağır bedellerini öder, ödüyorlar. Buna rağmen Kürt halkı Kızıl Kürdistan’ın yeniden kuruluş mücadelesini sürdürüyor. Konuyu Faik Bulut’un makalesinden özetleyelim: “1989’da Mehemedê Slo öncülüğünde SSCB’deki Kürt yurtseverleri Yekbûn isimli örgüt kurar. Amaç 1923- 1929 yılları arasında Azerbaycan SSC idaresi altında kurulan Kızıl Kürdistan özerk bölgesini yeniden kurmak… Yekbûn, ilk geniş toplantısını gurbette/sürgündeki Kürtleri temsilen bin kadar şahsiyetle yapar… Sovyet Kürtleri 21-23 Eylül 1989’da Moskova’da geniş bir toplantıyla “SSCB Kürtleri Kuruluş Kongresi”ni gerçekleştirirler. 1989 sonu Mehemedê Slo başkanlığındaki Kürt özerkliğini yeniden inşa etme komitesi, Sovyet Parlamentosu’nu ziyaret eder… Kızıl Kürdistan meselesinin yeniden incelemesi sözü alınır. Sovyet Parlamento Komisyonu 20 Kasım 1990’da dört Kürt temsilciyle birlikte Kürt halkının sorunlarını tespit için Milletvekili Vitaliy Sobolev başkanlığında ortak çalışma başlatır… Komisyon, ‘1923-29 yılları arasında Kafkasya’da kurulan Kızıl Kürdistan özerk idaresine ilişkin arşivlerin incelenmesinden anlaşılmaktadır ki, geçmişte Stalin döneminde alınan haksız bir karar sonucu Kızıl Kürdistan yönetimi feshedilmiştir’… 1929’da haksız yere feshedilen özerk yönetimin Kürtler lehine yeniden inşası gerekmektedir… Azerbaycanlı temsilciler her zamanki gibi Kızıl Kürdistan’ın kurulmasına açıkça karşı çıkar… Gorbaçov’un yardımcısı Revenko, Yekbûn heyetiyle görüşmede: ‘Yoldaş Gorbaçov… Kürdistan özerk bölgesinin yeniden inşası çalışmalarınızı takdir ediyor. Şimdiden, size Kızıl Kürdistan’ın kurulacağı müjdesini verebilirim. Birkaç ayda özerkliği ilan edeceğimizi umuyoruz… Revenko’nun makamından çıkan Kürt temsilciler, sevinçten gözyaşlarını tutamıyorlardı. Kafkasya’daki özerk Kürdistan, ikinci kez kurulmak üzereydi! Gel gelelim olayların ters akışı, Kürtlerin makûs (ters) talihini geri çeviremedi. Ne Yekbûn heyeti Azerbaycanlı yetkililerle görüşebildi ne de Kürdistan kurulabildi!” (Faik Bulut 1991’de Özerk Kızıl Kürdistan’a Türkiye nasıl engel oldu?) Yani Türk devletinin Kızıl Kürdistan engeli 1929 ile sınırlı değil, sürüyor!
Savaşın üç nedeni
Savaşın yeniden başlatılmasının nedenleri ve yapılan hesap hatalarına gelince…
Birincisi;
Batı desteği ile iktidara gelen Başbakan Paşinyan, ABD ki büyük Ermeni lobisinin de etkisiyle Ermenistan’ı Rus/Doğu ekseninden kopartıp Batı/NATO eksenine dahil etme politikasını, Türkiye/Azerbaycan gibi Rusya da izliyordu. Paşinyan liderliğindeki Erivan hükümetinin giderek açık tutumla AB/ABD yönelimleri Moskova ile Erivan ilişkilerinde kırılmalara yol açıyordu. Ve Putin, Paşinyan’ın “burnunu sürtmek” için işin kıvamına gelmesini beklerken Türkiye/Azerbaycan hamlesi Putin’e beklediği fırsatı sundu ama elbette iki arada bir derede kalma sıkışıklığıyla birlikte. Ermenistan’ın Batı politikasına Rusya’nın sıcak bakmayacağını kendi pozisyonu üzerinden de algılayan Azerbaycan, yıllardır Türkiye destekli yaptığı ön hazırlıkla askeri saldırıya geçmesi için beklediği fırsat kapılarından birini yakalamıştı ve o kapıdan girmekten gecikmedi.
İkincisi; Azerbaycan’ın harekete geçmesinde Türk devletinin rolü belirleyici. Cumhur İttifakı, Kızılelma peşinden koşarken ilk hedefi Şam Emevi Camisi’nde namaz kılmaktı, olmadı. Libya’da denendi olmuyor. Doğu Akdeniz malum onca hamasete rağmen olmuyor. Şimdi Kafkasya denklemine dahil olmak isterken içerideki ağır ekonomik-sosyal sorunları “fetih” halısıyla örtmek amacını da güdüyor! Dikkat edilirse Cumhur İttifakı tıkandığı Doğu Akdeniz ve Libya’da karşıtlarına “diyalog ve iş birliği istiyoruz” derken Kafkasya’da Azerbaycan’dan yana harekete geçti. Çünkü söz konusu Ermenistan ise başarı-başarısızlık fark etmez her durumda iç siyasette yüksek prim yapar. Öyle ki, Türk basının sürdüreceği propaganda dilinde bile “Ermenistan-Azerbaycan savaşı” demek yerine “Azerbaycan topraklarını kurtarma operasyonunu yürütüyor” olarak belirlenmiş! Türkiye özellikle Temmuz 2020 Tovuz’daki sınırlı çatışma sonrası “sonuna kadar ve Azerbaycan’ın belirleyeceği çerçevede desteğe hazırız” diyerek doğrudan müdahale dahil ucu açık desteğini ilan ederek Azerbaycan’ı savaşa teşvik edecek kadar Ermenistan karşıtı savaşta yer alacağını ilan etmesi savaşın yeniden alevlenmesinin diğer bir faktörü. İşte Azerbaycan hükümeti bu koşullarda, “işgal altındaki topraklarımı geri almak için hem uluslararası koşullar lehime hem Türkiye tam desteğiyle yanımda” diyerek savaşın düğmesine bastı.
Üçüncüsü;
ABD’nin, Avrasya egemenlik stratejisine karşı Rusya’nın geliştirdiği “Avrasya Avrasyalılarındır” savunma paktı çerçevesinde Ermenistan’a biçtiği stratejik konumu yani Putin Rusya’sının Rus Avrasya jeopolitiğini ve bundan ürettiği stratejide Ermenistan’a biçilen rolü hesaba katmayan her yaklaşım, süren savaşı ve geleceğini izah edemez. Kafkasya savaşındaki zorlu satranç oyununda Putin başlangıçta, stratejik müttefik Ermenistan ile ekonomik ticari ağırlıklı ortakları Türkiye ve Azerbaycan arasındaki denge siyaseti gereği renk vermedi. Ancak Türkiye’nin Azerbaycan’a “başlamışken bu işi bitir” söylem ve pratiği özellikle Azerbaycan’a sahada sağladığı aleni askeri destek üzerinden Kafkasya masasında var olma hedefini ilan etmesine İdlib cihadistlerinin Kafkasya’ya alenileşen taşınması da eklenince nihayet renk vermeye başladı. Lavrov, “Türkiye, Dağlık Karabağ’daki eylemleri konusunda şeffaf olmalı. Karabağ sorununda askeri çözüm kabul edilemez” açık mesajını verdi. Yani Ermenistan-Azerbaycan dengesinde son tahlilde Avrasyacı Rus jeopolitik mekaniği çalışmaya başladı ve bunun hangi sonuçlar üreteceğini göreceğiz. Rus emperyalizmi, dün Gürcistan’da yaşananların Güney Kafkasya’da tekrarlanmaması için tetikte ve Kafkasya’da kendi göbeğini kendisi kesme kararlılığıyla ne Orta Asya’ya dönük Kızılelma hedefleri bulunan Türkiye’yi ne de Avrasya üzerinde egemenlik savaşını yürüten ABD ve NATO’nun işe doğrudan dahil olmasını istiyor. Bununla birlikte ya Rusya-Fransa-ABD’nin eşbaşkanları olduğu AGİT Minsk Grubu’nu ya da Türkiye ile masaya oturmakla yüz yüze geldiğini de görüp ehvenişer olarak Minsk Üçlüsü’ne kapıyı aralıyor gibi! Bu koşullarda Türkiye, sahadaki doğrudan ve dolaylı varlığıyla masada kendine yer açmayı zorluyor ama Rusya’nın gerek Türkiye gerek Azerbaycan ile büyüyen ekonomik-ticaret hacminin Rusya’yı, Azeri-Ermeni dengesinde taraf tutmada zorlayacağı varsayımının da sınırlarını görmüş olmalı ki Rojava Kürdistan’ını bu kez Kafkasya üzerinden pazarlığa açıyor!
Astana’da çatlak oluşur mu?
Kafkasya savaşı Kürt karşıtlığı üzerinden kurulan Astana Üçlüsü’nü çökertir mi? Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının ilk sonuçları, Rusya ile İran yakınlaşırken Türkiye ile Rusya geriliyor. Bu gelişme Kürt karşıtlığı üzerinden kurulan statükocu Astana Üçlü mekanizmasını dağıtabilir de tersine Rus-Türk uzlaşmasının derinleşmesine de yol açabilir. İkisinin de işaretleri geliyor. Çünkü Kürt meselesi üçlü statükocu devlet için öyle kuvvetli bir yapıştırıcı ki, aralarındaki tüm bölgesel sorun ve çelişkilere rağmen ortak harekete zorlayabilir.
Zira, İran kısa süre önce, “Suriye meselesi özel koordinasyon gerektiriyor. Rusya ve Türkiye ile Astana çerçevesinde adımlarımızı koordine ediyoruz” derken aynı günlerde Türkiye, “Suriye’deki terör bölgeleri ya bize söz verildiği gibi temizlenir ya da kendimiz yaparız” deyip topu Rus sahasına atmıştı. Rusya topa girmekten gecikmedi ve “ABD yarı devlet işlevli Kürt özerkliği kurmaya çalışıyor. Kürtler bugünü arayacak” diyerek Türkiye’ye kapı aralamıştı. İşte bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin, Rusya’ya “Al sana İdlib ver Tel Rıfat-Menbiç-Kobanî” pazarlığı Kafkasya savaşıyla hızlandı. Türkiye açıkça Rojava Kürdistan’ında Hafız Esad’dan yarım kalan Arap Kemeri’ni TürkmenArap Kemeri ile tamamlayarak Rojava’yı tümüyle Kürtsüzleştirmek istiyor. İdlib Morek gözlem noktasından çekilmesi de genelde M4 karayolu altı kısmından çekileceğinin işareti ve tümüyle çekilme karşılığında da Ruslardan Rojava’yı istiyor. Kısacası Kafkasya üzerinde de kabak yine Kürd’ün başına patlayabilir. Çünkü Suriye, Libya, Kafkasya sahasında Türkiye hangi devlet ile karşı karşıya gelse mutlaka Kürtleri pazarlık masasına taşıyor. Çözüm; öncelikle halkları yıkıma uğratan ve tepeden tırnağa emperyal, ırkçı hesaplarla yüklü savaşın son bulması. SSCB’nin 1929’da feshettiği Özerk Kızıl Kürdistan statüsünün iadesi, sürülen Kürtlerin topraklarına geri dönmesi ve yapılacak referandumda Ermenistan’a mı yoksa Azerbaycan’a mı dahil olacaklarını kendilerinin belirlemesi. Aynı şekilde Dağlık Karabağ’ın özgür referandumla geleceğini belirlemesidir! Ve halkların özgür, gönüllü konfederal birliği olarak kalıcı çözümden geçiyor! Yoksa mevcut harita böyle kaldıkça savaş bugün durur yarın yine başlar!