En uçta faşizm olmak üzere tüm iktidar konumları kendi ölçü birimlerine göre öngörülebilir bedenler ister: iktidarın ölçülerine uyan itaatkâr bir halk, bir kadın, bir Kürt, bir dindar, bir genç, bir yaşlı! Oysa Spinoza “bir bedenin ne yapabileceğini bilmiyoruz” diyerek insanı sonsuzca çoğaltılabilecek olumsallıklara açıyor; dönemin aynılaştırılmış halk kavrayışı yerine çokluktan yana bir tavır alıyordu.
İktidar, insanların ne zaman kalkıp ne zaman uyuyacağını, gün içindeki işlevlerinin neler olacağını, yetmiş ve seksen yıllık yaşam akışının nasıl gelişeceğini önceden belirlemek ister. İktidarın ‘istikrar ve huzur’ dediği şey tam da budur! Bunun dışına çıkışlar, hata, anormal, sapma, Türkiye özgülünde ise ‘terörist olma’ anlamına gelir. Niyet açıktır: İnsanı sonsuzca çeşitlenen yapabilirliklerinden uzaklaştırmak!
Ne var ki iktidarlar öngörülemeyen bedenleşmelerle karşılaşabilirler, ürettikleri kavramlar onlara karşı dönebilir. İktidarın ortağı Devlet Bahçeli, “askıdaki ekmek” kampanyasının bir parça ekmeğe muhtaç askıya alınmış hayatlar anlamına gelebileceğini öngöremedi. Bahçeli, işsizliği görünmez kılmaya, yoksulluğu hayırseverlikle perdelemeye, bilinci sabitlemeye çalışırken toplumun bilinçaltından yükselen tanımlanamaz, öngörülemez, kestirilemez yeraltı gürültüsünü fark ediyordu: açlıktan guruldayan mideler, şekilsiz homurdanmalar, aralığı belirsiz çığlıklar, sözcük haline gelememiş sesler, sivri kahkahalar, ritmik olmayan zıplamalar, sonsuzca çoğalabilecek kaçış çizgileri…
Tüm bedenlerin paranın peşinden gideceğine dair kapitalist bir öngörü var. Askıdaki ekmeği güvenceye alan emeğin orta katmanlarının parası! Sermayenin gözünü diktiği esnek ve güvencesiz emekten sızan daha çok kâr, devlet bütçesi ya da halkın vergileri! Şimdiler de çıkan yeni torba yasa ve bütçe hazırlık metinleri tam da paranın yol haritasını çiziyor. Salgına karşı önlem olarak yapılmış bu tekliflerde emekçilerin sözcüklere dökülse de yüksek sesle söylenememiş taleplerinin adı bile yok!
Torba yasada emek piyasasını bölecek yeni bir hiyerarşi ve eşitsizlik yaratan bir ölçü birimi daha keşfedilmiş: Yaş. 25 yaş altı ve 50 yaş üstü emekçilerin çalışma koşulları esnekleştirilecek! Niçin? Bu yaş gruplarını diğerlerinden ayıran nitelik nedir? Yanıt yok! Taslağa göre, şirketler 25 yaş altındakileri işe aldığında daha düşük prim ödeyecek, yani patron için emek maliyeti düşürülüyor. 50 yaş üstü tam zamanlı emekçilerin, kısmi zamanlı çalışma düzenine geçişi teşvik edilecek. Sosyal adaletin sıfır noktası!
Gençliğe AKP/MHP iktidarının vaat ettiği yollar şunlar: anlamını kaybetmiş hibrid okullar, adalet yoksunu sınavlar, yıllarca sürebilecek genç işsizliği, güvencesiz ve kötü koşullara sahip işler, yitik emeklilik, “evlen ve çocuk yap” diyen klişe öğütler… Ötesi yok: Standart edimlere dayanan, uzam-zamanın nedensel zincirleri içine hapsolmuş bir bedenleşme! Ve gençlerin yükselen göç talepleri!
Bu politikalar Şükrü Erbaş’ın sözleri ile daha da derin bir anlam taşıyor. “Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz / Biçim veremediğimiz şeylerin / Biçimini alıyoruz.” İktidarın her politikası ile biçimlendirilmeye çalışılan bedenlerimize yeniden bakmak, bedenden bedene akan kuvvet ilişkileri için yeni okumalar yapmak, iç sıkıntısı, bunaltı ve öfkeyi örgütleyecek yeni düşünce ve duygu üretimi kanalları açmak gerekiyor.
Gençler deyince aklıma Fransız düşünür Alain Badiou’nun 79 yaşındayken yazdığı Gerçek Yaşam: Gençliği Baştan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı adlı kitabı geliyor. Kitap, “gençleri yoldan çıkarma” suçlamasıyla ölüme mahkûm edilen Sokrates ile başlıyor. Badiou’ya göre, gençliği yoldan çıkarmak tek bir anlama gelir: “gençlerin önceden saptanmış yollara girmemesini, sitenin (topluluğun) gelenek ve göreneklerine itaate mahkûm olmamasını, yeni bir şeyler yaratabilmesini, gerçek yaşama dair farklı bir yönelim önermesini sağlamaya çalışmak.” Düşünüre göre gerçek yaşam, zahmete değer bir şey için yaşama çabasıdır; parayı, hazları, iktidarı geride bırakan bir süreçtir.
Yaşlılar deyince de, iki bin yıl önce yazılmış (İ.Ö 44) bir kitabı anımsıyorum, Cicero’un 62 yaşındayken yazdığı Yaşlılık ve Dostluk adlı kitabı. Cicero, gençken gösterilmiş öngörülebilir yolları aştıktan sonra yaşlıları baştan çıkarmaya dönük önerileri ele alıyor, kendi döneminin diliyle: “Zevk düşkünlüğüne, yükselme hırsına, başkalarını geçmek için didinmeye, düşmanlıklara, tutkuların tümüne sanki hizmet ettikten sonra, ruhun yapayalnızca kalması, dedikleri gibi, kendisiyle baş başa yaşaması, ne paha biçilmez bir zevktir! Öğrenim ve bilgiyle beslenirse, insana istediğini yapma zamanı bırakan yaşlılıktan hoş bir şey de yoktur.”
İki bin yıl ara ile yazılmış bu iki kitabı güncel politikayla birleştiren bir şey var. Öngörülebilir yolların, yaşamın gerçek hareketine uymadığı içinde yaşadığımız tuhaf zamanlarda, askıda olmayan gerçek bir yaşamı inşa etme konusunda zahmete değer bir uğraşı üzerine düşünmek. Bunun için Badiou yönelimsiz gençler ile değersizleştirilen yaşlıların ittifakını öneriyor. Bu ittifak insan-doğa-makine ilişkiselliğinde, “yaratıcı ve olumlu bir özgürlüğün” şimdi ve burada yaşantılanmasını sağlayabilir. Her yaştan “gençler” için eşsiz bir yoldan çıkma çağrısı! Düşlerin ve anıların büyük buluşması!