Ülke ağır bir ekonomik siyasal sürecin içerisinden geçerken, işçi sınıfı ve ezilen halklar ağır baskı dönemi ve ekonomik yıkım ile yüz yüze gelmiş bulunuyor. 24 Haziran seçimleri tam da bu yüzden, yani yaklaşan ekonomik kriz, saray ve hükümeti tarafından ön görüldüğü için öne alınmıştır.
Şimdi benzer bir tartışma yerel seçimlerin öne alınıp alınmayacağı üzerinden yapılıyor. Peşinen söylemek gerekir ki henüz bir ekonomik kriz tam anlamıyla başlamış değildir. Nerdeyse bütün ekonomistler olası bir kriz döneminin içerisine girildiğini, yaşanmakta olanın döviz krizi olduğu, döviz krizinin borç krizine sonbahara doğru evrileceğini belirtiyorlar. Aynı çevreler yaşanmakta olan döviz krizinin halk kitlelerine yansımasının, yani sokakta bütün boyutlarıyla hissedilmesinin sonbaharı bulacağı konusunda da hemfikir görünüyorlar. Sermaye saray eliyle krizin bütün yükünü işçiler ve yoksul halkaların sırtına yıkma derdine düşmüş bulunuyor.
Çıplak bir gerçek bu politikaların hızlı bir şekilde devreye konulmasının önünde engel oluşturuyor. Bu gerçeklik AKP’nin oy tabanının büyük ölçüde işçi sınıfı ver yoksullardan oluşuyor olmasıdır. Saray kendi tabanında derin yarılmalara yol açacak politikaları uygulayabilmek için seçimin bir an önce aradan çıkmasını isteyen bir görüntü sunuyor. Yerel seçimleri öne almak sarayın elini rahatlatacak her çeşit seçim kaygısından kurtulmanın rahatlığı ile işçi sınıfı ve yoksullar için yıkım anlamına gelecek kriz politikalarını devreye koyacaktır. Yerel seçimleri öne almak için anayasa değişikliğine, bunun içinse Meclis’te 400 oya ihtiyaç olduğu düşünüldüğünde Meclis’te muhalefetin açık desteği olmadan bu mümkün olmayacaktır.
Olası seçimleri sarayı sınırlamak olarak görüp seçimleri öne almayı destekleyecek her türlü yaklaşım buradan bakıldığında taktiksel olarak yanlış bir hesap olacağı gibi böyle bir beklentinin kendisi devletin olağanüstü karakterini görmemek ve hala sandık marifetiyle devlet şeklini değiştirmeyi beklemek anlamına gelecektir ki, yanlıştır. OHAL’in ilanıyla başlayan ve 24 Haziran’la derinleşen süreç devletin hızla merkezîleştirilip yeniden yapılandırılması ile devam etmektedir. Bu uygulamaları toplumsal muhalefet ve ardından toplumun yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırılması izleyecektir.
Toplumsal muhalefet bizzat zor aygıtlarına yaslanılarak yasal alana sıkışarak biat etmeye zorlanacaktır. Mücadelesini legal alanın içerisine hapsetmeyi ve sarayla uzlaşmayı kabul etmeyen hareketler ise ağır bir saldırı ile yüz yüze kalacaktır. Bu saldırı dalgasının siyasi yapılanmalar ile başlayacağı ama bunu hızla sendikal yapıların, oda ve demokratik kitle örgütlerini hedefleyeceği öngörülmelidir. Seçim sonrası devlet şekli değiştirmiş olağanüstü bir süreç başlamıştır. Devleti olağanüstü kılan zor aygıtlarının belirleyici hale gelmiş olmasıdır. Devlet baskısı hemen her alanda hissedilecektir. Kritik dönemlerde yapılan tercihler insanlar kadar toplumlar ve örgütler açısından yaşamsal sonuçlar üretir. Sarayın saldırı politikaları toplumsal muhalefet ve sosyalist hareketleri biat etmek ya da mücadeleyi yükseltmek tercihleri ile yüz yüze bırakacaktır.
Örgütsel sürekliliği sürdürme adına, devletin zoru karşısında diz çökerek ve siyasal bağımsızlıktan vaz geçerek daraltılmış legal alana hapsolan bir siyasal politik çizgi izlenebilir ki, bu tarz bir politika görüntüde bir örgütsel süreklilik sağlıyor görünse de geriye kalan, siyasal tüm özünü yitirmiş, içi boşaltılmış boş bir posa olacaktır. Bu tür bir siyaset sarayın baskısı ve sermayenin saldırıları karşısında mücadelen adresi arayan halk kitleleri açısından karşılıksız bırakılacaktır. Öte yandan saraya karşı kendisini, sarayın çizdiği sınırlar ve legalite ile bağlamayan devrimci mücadele çizgisi kaçınılmaz olarak devletin zoruyla karşılaşacaktır. Saray ile herhangi bir uzlaşmayı devrim mücadelesi, emekçi kitleler ve halklar açısından ihanet olarak gören her devrimci hareket saraya ve politikalarına karşı uzlaşmaz bir siyaset izlerken, kaçınılmaz olarak bu siyasetin ve örgütsel varlığın sürekliliği meselesi ile de karşılaşacaktır. İşçi sınıfı ve yoksul halkları hedef alan bu saldırı dalgası ancak birleşik bir mücadele hattı ile göğüslenilebilir.
Öte yandan mücadele ve örgütlenme açısından önemli imkânların oluşacağı bir dönemin başladığı görülmelidir. Sosyalist hareketler saray politikaları ile uzlaşmadan gelen saldırı dalgasını göğüsleme, olası sınıf ve halk hareketlerini kucaklayarak saraya ve sermayeye karşı yönlendirme görevi ile karşı karşıyadır. Birleşik bir mücadele hattı örülmeden bu görevin altından kalkabilmek neredeyse imkânsızdır. Böyle konulduğunda sosyalistlerin önünde birleşik mücadeleyi kurgulama ve büyütme görevinin durmakta olduğunu söylenilebilir. Yan yana durabilecek devrimci güçler vakit kaybetmeden yan yan gelerek bu yan yana yürüyüşün örgütsel formlarını tarif etmeli ve bu tarifi hayata geçirecek adımları atmalıdır. Bu tarihsel bir sorumluluktur.
Sarayın baskısı altında bunalan ve sermayenin ağır ekonomik saldırılarıyla yüz yüze olan kitlelere umut verecek birleşik mücadele hattı ve bu mücadelenin örgütsel formlarını oluşturulması elzem hale gelmiştir. Tabi ki böylesi bir hat kaçınılmaz olarak Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi ile mücadele birliğini bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Başarı ancak bu durumda sağlanabilir