Gözaltı ve ardından gerçekleşen tutukluluk sürecim nedeniyle bir süreliğine yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Diğer tüm tutsak arkadaşlarım gibi dayanışma ve desteklerinizden güç alıyorum. Üçüncü Havalimanı işçileri şahsında hepinize ayrı ayrı sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Ekoloji politikalarını programında temel siyaset stratejisi olarak belirlemiş HDP’nin bir dönem MYK üyelerinin siyasi müdahale ile tutuklanmasının hazırlanan maden, enerji ve çevre yasa değişiklikleri ile aynı döneme denk gelmesi tesadüf olarak durmuyor. Ormanların, suların, meraların, kıyıların, tarım alanlarının şirketlerin, sermaye birikimine sokulduğu yaşam alanlarına el konulduğu süreçten geçiyoruz. Siyasi iktidar yürüttüğü bu süreci süreklileştirdiği yasa değişikliği çabalarına yenilerini ekleyerek derinleştiriyor.
Değişiklikler arasında en stratejik olan; 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda çevre ajansı ve ÇED süreçleriyle ilgili değişiklikler. Çevre ajansı kurma çabaları ile siyasi iktidar, yaşam alanları üzerinde yapılacak müdahaleleri kolaylaştırmayı hedefliyor. Yürütmenin önünde engel olarak gördüğü yasa ve yönetmelikleri, bir diğer deyişle hukuki tartışmaları / yargıyı işlevsiz kılmaya çalışıyor. Her proje için şirketlerin ilgili idareden (644 ve 648 no.lu KHK ile ÇŞB’den ve il müdürlüklerinden) izin almaları gerekiyor. İlgili idare ise projenin etkilerini irdeleyerek, uygun gördüğü projelere ÇED olumlu (ÇŞB tarafından) / ÇED Gerekli Değildir (il Müdürlükleri tarafından) kararı ile izin/onay veriyor. ÇED olumlu ya da gerekli değil kararı işin onaylanması anlamına geliyor.
Ancak son 20 yıldır ÇED süreci böyle işletilmiyor. Süreç yapılacak projelerin kalıcı ve dönüşümsüz, olumsuz etkilerinin önemsenmediği, halkın görüşlerinin / itirazlarının dikkate alınmadığı, usulen yapılan “bilgilendirme” toplantılarının şirketlerle birlikte yürütüldüğü, sonunda neredeyse tüm başvurulara, maden işletmelerine, enerji santrallerine, doğalgaz ve jeotermal aramalarına, yol-köprü- tünel projelerine, kentsel dönüşüm uygulamalarına onay verildiği doğal alanların, doğal ve kültür varlıklarının şirketlerin kullanımına / sermaye birikimine sokulduğu duruma evrildi. Halkın verilen izinlere karşı hukuki itirazları idare mahkemelerince uygun görülmeye, onaylanan işle ilgili yürütmeyi durdurma kararları verilmeye başlayınca siyasi iktidar bir genelge hazırlayarak (2009-7 nolu) aynı şirkete aynı yerde aynı iş için onay vermeye devam etti. Bununla da yetinmeyerek yönetmeliği onlarca kez değiştirerek ÇED sürecini şirketler için kolaylaştırdı. 3. Köprü gibi mega projelerin bir kısmı ÇED kapsamı dışına çıkarıldı ya da Kanal İstanbul ve Yenişehir yapılanmasında olduğu gibi proje parçalanarak bakanlık tarafından ayrı ayrı onaylandı. Uygulamalar, onlarca işçinin ölmesine, yüzlercesinin iş yapamaz hale gelmesine, binlerce hektar doğal alanın, on binlerce yıllık kültür varlığının yok edilmesi pahasına sürdürüldü.
Uygulamalar böyle sürerken, Danıştay 14. Dairesi 2014 yılındaki ÇED Yönetmeliği’nin Ek 1 ve Ek 2 listesinde yapılan değişikliklerin önemli bir kısmını hukuka aykırı ve bilimsel destekten yoksun bularak yürütmesini durdurdu. Danıştay’ın iptal kararları ekoloji mücadelelerinin kazanımları açısından oldukça önemliyken iktidar; kıyı, orman, maden, tarım alanları ile ilgili yasalarda değişiklikleri içeren torba yasalarla Danıştay’ın verdiği kararları hızla boşa düşürdü. ÇED Yönetmeliği’ne bugün Sinop ve Akkuyu için tartıştığımız radyoaktif atıkların eklenmesiyle radyoaktif atıkların gömü alanları da meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bugün yeniden gündeme getirilen ÇED değişiklikleri çürümüş olan “değerlendirme” süreçlerindeki yasal yükümlülükleri ortadan kaldırmaya yönelik.
Özellikle kapitalizmin 2008 krizinin ardından içi boşaltılan yasa ve yönetmeliklerle ekolojik sistemler üzerindeki baskının giderek arttığına tanıklık ettik. Yöre halkının yaşam alanlarını korumak için verdiği mücadelelerde ise baskı ve şiddet alana ve mücadeleye yansıdı. Meclis’teki yasal değişikliklerle sonrasında yapılacak yönetmelik değişiklikleri ele alınırken detaylar arasında kaybolmadan ve değişiklikleri düzenleme çabasına girişmeyerek ekoloji politik perspektifle siyasi tutum alınarak yürütülmeli. Yaşanmakta olan ve yaşatılmaya çalışılan siyasi sürecin nereye evrileceğinde bu tutum belirleyici olacaktır.
Bugün giderek büyüyen ekoloji mücadelesi, doğru politik hatta ilerledikçe iktidarın siyasi müdahalelerini boşa düşürecektir. Diyalektik yaşamın ve yaşam alanlarının korunmasına işaret ederken, giderek toplumsallaşan bu hat yaşamın güvencesi olarak durmaya devam etmektedir.
*Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu/ Ankara