Bişar İşli
Tarihsel süreç içerisinde ve evrimsel gerçekler ışığında insanlığın bugününe değin -insan-, yaşam adına çeşitli ihtiyaçlara gereksinim duymuştur. Başlıca besin bulmak veya beslenme adına bir arayışın yanında yine doğa koşullarına uyum ve güvenliğini sağlamak adına barınma ihtiyacını da duymuştur. Bunun arayışını sürdürürken, bir taraftan yine doğa koşullarını ve de güvenli olmasını da gözetmiştir. Örnekleyecek olursak Mezopotamya’da kayalara ya da mağara olan yerleşimlerden, yüksek hakim tepelerde kurulanlara kadar, sonrasında tarımsal üretimin başladığı yerlerde su kenarlarına kurulan yerleşimlere kadar hepsi bir barınma ve nihayetinde yerleşmenin ibareleriyken, doğanın insan yaşamı üzerindeki etkisini de gözler önüne sermektedir.
Bunun yanında yerleşme; klan olarak, ya da kabile mantığıyla bakarsak konar-göçer tarzı yerleşmelerden, sonrasında yerleşikliğin artmasıyla beraber, ikamette olan süreklilik, bir anlamda tarımsal faaliyetlerden, avcılık tarzı bir yaşama kadar hem üretim için aletlerin gelişmesi, hem de aynı şekilde nüfusun artması, sonrasında bu tarz bir yaşamın oturmaya başlamasıyla elbetteki yerleşme tarzlarını da değiştirmiştir.
Yine öte taraftan Sümerlerin bir anlamda artık ürünü tapınaklarda biriktirmesi ve bununla beraber yaşanan kentleşme, aynı şekilde mimarisine kadar bir dönüşüm geçirmiştir. Bu yönden bakınca açıkça bir mekansal düzenleme böyle tam planlı birşeye kavuşmasa dahi, bir anlamda tanrı-kral yaratımı tahakküm ve hiyerarşi kent yapılanmasını da belirlemiştir. Kentleşmenin bir anlamda sınıfı doğurması, tabakalaşmanın açıkça ifadesi iken, tapınak etrafında gelişen yerleşiklik bugünkü durumu da doğrulamaktadır. Bugünki haliyle küreselleşmenin yarattığı kentlerin artık marka kentleşmeler olduğu doğrultusunda bakarsak ve bunun bir neoliberal ekonomik politikalar gerçekliği ile endüstriyalizm ideolojisinin yarattığı kentleşmeler buna doğru gitmektedir, zira metropol kavramının ülkemizde karşılığı endüstrileşmenin arttığı kentlerde artık kentlerin sadece bunlarla alınması bu hakikatı göstermektedir.Ya da kapitalizmin merkezi kentler kavramının ortaya atılışı ya da inanç kentleri de bu hakim politikaların kentleşmedeki yansımasını göstermektedir.
Ve bugün kentleşmenin adeta o dillere pelesenk olmuş kavram; “yerçekimine meydan okuyan” binalar, oteller, plazalar bugün kentleşmenin vardığı noktayı gösterirken, kentsel dönüşüm adına kentlerin tamamen yüksek katlar, bunun yanında sitelere hapsedilmiş yaşamlar, öyle ki insanların iletişimin bu artan teknolojiye rağmen tükenişe geçtiği ve sırf bu sebeple olacak ki siteleri 24 saat bekleyen güvenlikçiler, güvenlik kameraları ile gözetlemeler, bir anlamda kentleşme ile kapitalist modernitenin bir diğer yüzünü de göstermektedir. Aynen endüstriyalizmin yarattığı meta üretimi gibi yarattığı bireyler varsa, aynı yönde her kentleşme de kendince yeni insan tipolojileri üretmektedir.
Kentleşmeden ve yapılaşmalarından bahsederken, kullanılan malzemelerin değişikliği konumuzun ana teması olmaktadır. Konumuz açısından kerpiç evlerden bahsedeceğim fakat öncelikle yapılaşma malzemesinin değişmesine değinme ihtiyacı hissediyorum. Yer yer bugün bakınca doğanın yaratımı olan koşullar kadar, insana bahşettiği malzeme türleri de olduğu açıktır, bir anlamda ülkemiz açısından bakınca Karadeniz’de yağan yağmur, artan orman, haliyle ağaçların çokluğunu getirirken evlerin ahşaptan oluşu, aynı şekilde iklimsel olarak karasal coğrafya olan bir Güneydoğu, Doğu Anadolu bölgesinde taş varlığının fazlalığı barınma ihtiyacınını bu yönde geliştirmiştir.
Uygarlığın beşiği olarak adlandırılan Mezopotamya, insanlık tarihi açısından çok önemli gelişmelere ev sahipliği yapmıştır. İlk şehirler, şehir devletleri ve bu kavramlarla ilintili olarak ortaya çıkan yönetimle ilgili olgular, bu gelişmeler arasındadır. Dicle ve Fırat nehirlerinin hayat verdiği Mezopotamya yerleşikliğin artması, tarımın artık bir yaşam tarzı olması, bir anlamda doğa ile birlikteliğin dilinin kurulmasından ilişkilenmeye kadar, yaşamın ana temasını oluşturmaktadır. Mesele buyken coğrafik etkenlerden, doğanın sunduğu imkanları sanatçı bir duruş heykelcilikten duvar resimlerine, mezarlara ve sonunda kentleşmeye kadar bir sanat tarzı yaratmış olduğu açıktır.
İlk inşaalar kamış örgüden olup üzerine balçık çamuru sıvanıyordu. Bu yapı anlayışından sonra, pişmiş toprak tuğla, mimarinin esas yapı malzemesi olmuştu. Bu ilk çağda güzel formlu, pişmiş kaplar bulunmuştur. Ancak bu kaplarda bir form ve süs yoktur. Kapların üzerine ilk süsler kazınarak yapılmıştır.
Yukarı Mezopotamya’da nadiren taş malzeme bulunsa da aşağıda hiç bulunmaz, bunun için hakim malzeme balçıktan hazırlanan ve güneşte ya da fırında kurutulan kerpiç tuğladır. Kerpiç tuğla derken aslında balçık tuğla olarak da biliniyorken, yapım aşamaları da birbirine benzerdir. Özellikle bu anlamda tarihsel süreçte göze çarpan Neolitik çağın önemli yerleşim yerlerinden Çatalhöyük’teki kerpiç evlerin tekniği buna dayandığı görülmüştür. Kıyılmış samanın yapışkan birleşmesiyle hazırlanan kerpiç tuğla evler bunu doğrulamaktadır. Bunun yanında gerekli taş malzeme ise dışarıdan getirilir ve yalnızca temellerde kullanılır, bu anlamda temellerde taşların kullanılması bugünkü evlerde de gözlenmesi insanın tarihsel süreçteki birikimlerini göstermekteyken, geleceğe nasıl taşındığı da açıktır.
İnsanlığın kullandığı ilk yapı malzemesi olma özelliği olan kerpiç günümüzde popülerliğini her ne kadar yitirmişse de Anadolu’nun bazı yörelerinde konutlaşmalar ve bütünüyle köy gibi yerleşimlerde hala bu tarz yapılaşma devam etmektedir. Bunun yanında özellikle köy yerleşimlerinde bugün devamının olmasının sebebi tamamen hiçbir yapım ya da imalat geçirmeden doğadan alınıp kullanılması ekolojik bir dengeyi de gözettiğini göstermektedir.
Yine betonlaşmanın sağlık açısından varılan bulgular açısından bakınca, sağlıksal problemlerin tetikleyicisi olduğu bilinir, özellikle insanlarda bel fıtığından tutalım, çeşitli diğer kemik hastalıklarının çıkmasına kadar sağlığı etkilediği açıkken, doğadan beslenmeyi bıraktıktan sonra, yapılaşmanın dahi doğaya ters yönde ilerlemesinin insan yaşamını tehlikeye soktuğu açıktır.
Ayrıca jeolojik açıdan yerin topoğrafik yapısı anlamında bakılırsa, özellikle depremi tetikleyen fay hatlarının üzerinde olan mekansal yerleşmeler açısından kerpiç ev tarzı bir konutlaşma ve bütünüyle altyapıdan mimarisine kadar daha da bir güvenlik vaat etmektedir. Ve özellikle Kapitalist Modernite tarzı kentleşmelere karşın bir anlamda model olarak kentlerin yaratımı, alternatif modellerin bu şekilde ortaya konulmasıyla değerinin anlaşılacacağı açıktır.
Yine çağın hakim sistemsel durumunun kent yapılaşmalarını da belirlediğini söylemiştik, bir anlamda ihtiyaç fetişizminin yarattığı kentleşmelerin çoğalması, doğrusu birkaç ailenin ayrılmadan birlikte yaşadığı klan-komün yaşam tarzından bugün çekirdek bir ailenin dahi kendini sığamaz hissettiği, yine bunun yanında finansal yönlü kredi ile köleleştirerek, buna reklamın eklenmesiyle insanların cezbinin önünü açarken, tüketici olan bireyi her türlü almaya iterken, öte taraftan ihtiyaç fazlası artık konutlaşmanın yanında depremleri, selleri tetiklediği bu çağda ekolojik krizin önünde bu tarz alternatif yapılaşmaların gelişmesi önemi ortadadır. Bunu örneklemek gerekirse; UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış başkent Sanaa, 2,200 metredeki bir vadide konumlanmış ve kısmen kerpiç surlarla çevrilidir. Şehrin dini ve siyasi mirasını 10. yüzyıldan önce inşa edilen sayısız cami, hamam ve çok katlı muhteşem kerpiç kule-evlerde görmek mümkündür. Ve bu haliyle daha ayakta duran eski kentleşmeler varken, bugün müteahhit ve taşeronlaşmaların yarattığı yapılaşmaların en ufak bir sallantıda nasıl yerle bir olduğuna bakarsak aradaki farkı göstermemize yetecektir.
Yine başta bahsettiğimiz doğasal koşullar açısından Mezopotamya iklimi ve kerpiç mimarisi ilişkisine değinecek olursak karasal iklimin hakim olduğu bölgede kerpiç evler yazları serin, sert geçen kış aylarında ise sıcağı hapsetme özelliğiyle iklim koşullarıyla da uyum içerisindedir. Ve yeri gelmişken bir karşılaştırmaya değinmek gerektiğine inanıyorum, bugün siteleşmeler, plazalar yazın klimasız yapamazken, kışın yalıtımsız evlerin enerji tüketmesinin yanında kerpiç evlerin yarattığı ısı durumunu sağlamamaktadır.
Bunun yanında konumuz açısından belki bir başka başlıkta açılması gerekir fakat değinmeden geçemeyeceğimiz bir durum daha var: “bahçecilik”, eski yapılaşmalara bakınca kerpiç evler konut alanı küçük olsa da mutlaka bahçe yapma ya da üretim adına bir alan bırakıldığını görmekteyiz. Hal buyken gıda krizinin kendini artık her yönüyle hissettirdiği bu gerçeklikte ve doğaya yabancılaşmış birey gerçekliği karşısında, ihtiyaç olarak birey-toplum gıdasını bir anlamda hem güvenli gıda, hem de üretimini kendisini sağlamak adına alternatiflikten bahsedeceksek bu da önem arz etmektedir. Ve bu anlamda da yeni yapılaşmadan, tamamıyla kentleşmeye bunun esas alınması ve bir bütünsel bakışı yakalaması açısından önem arz etmektedir.
Ve mesele buyken Kapitalist Modernite’nin yarattığı bir çağda bir anlamda her türden alternatifin sağlanması elzemdir. Bunu yaratılan kentlerden, endüstriyalizm ideolojisi sonucu sebep olduğu ekolojik krizden gıda krizine kadar insan yaşamının sürekliliği açısından tehlike arz etmekteyken, en ince detaylardan en geniş perspektifte bakmaya kadar alternatif modellerimizin ortaya konulması ve sağlam bir zeminde, yeni bir zihniyet yapılanması kadar, açığa çıkaracağı üretimlerin pratikleşmesini hızlandırmak da gerekmektedir.
Ve son söz olarak, tahayyülünde bulunduğumuz yaşam ütopyadan öte, insanlığın ilk nüvelerinin açığa çıkartılmasıdır, yani insanlığın hakikatini ortaya koymaktır.