Kürt gazeteciler bugüne kadar birçok karanlık olayı aydınlattı. İç ve dış kamuoyuna mal olmasını sağladı. Ancak aydınlatılan her karanlık olaydan sonra, bürolar basıldı, bombalandı, gazeteciler öldürüldü, hapise atıldı
Hüseyin Kalkan
Geçtiğimiz günlerde Van’da sadece Kürt gazetecilik tarihine değil dünya gazetecilik tarihine de geçecek bir olay yaşandı. Daha doğrusu bir olaylar dizisi yaşandı. Van’ın Çatak ilçe kırsalında operasyona çıkan askerler Osman Şiban ve Servet Turgut’u gözaltına aldılar. Mezopotamya Ajansı (MA)13 Eylül’de “Gözaltına alındıktan 2 gün sonra hastanede çıktılar” haberiyle 2 kişinin gözaltına alındıktan sonra yoğun bakım ünitesinde olduklarını ve işkenceye maruz kaldıklarını duyurdu. Osman Şiban’ın hastanede çekilmiş ve gözleri kan çanağına dönmüş bir fotoğrafı da haberde yer aldı. Ajans helikopterden atıldıkları kaydı ile hastane getirildiklerine dair hastane raporunu da yayınlandı. 23 Eylül’de ise Ajans “Helikopterden atılan Turgut’un ilk fotoğrafı” başlıklı haberle, Turgut’un yoğun bakımda çekilen fotoğrafını yayınladı. Fotoğrafta Turgut’un solunum cihazına bağlı olduğu, yüzünün kan ve morluklar içinde olduğu görüldü. Turgut, 20 gün yoğun bakım ünitesinde kaldı ve daha sonra yaşamını yitirdi.
Van Valiliği ise, 2 kişinin helikopterden atıldıklarını yalanladı. Valilik, Servet Turgut hakkında “dur” ihtarına uymayarak kaçmaya çalıştığı esnada kayalık alanda düştüğünü ve yaralandığını açıkladı. Ancak, görgü tanıklarından Cengiz Şiban, 23 Eylül’de MA’ya verdiği demeçte, Turgut ve Şiban’ın sağlıklı bir şekilde gözaltına alınarak helikoptere bindirildiğini söyledi. Yine MA, Valiliğin “kayalık” dediği alanı da görüntüleyerek, söz konusu alanda hiçbir kayanın olmadığını ve sadece samanlık olduğunu ortaya çıkardı. Bu haberden kısa bir süre sonra 2 yurttaşın helikopterden atılmasını haberleştiren MA muhabirleri Adnan Bilen ve Cemil Uğur ile Jinnews muhabiri Şehriban Abi ve Gazeteci Nazan Sala gözaltına alındılar ardında 4 gazeteci “örgüte üyeliği” gerekçesiyle tutuklandı. TGS Diyarbakır Temsilcisi Mahmut Oral, gazetecilerin helikopterden atıldıkları belirtilen 2 Kürt yurttaşla ilgili haberler yaptıkları için intikam operasyonu tabi tutulduklarını belirtiyordu.
Kısaca haber
Bu olay ilk değil. 90’lardan başlayarak Kürt basın çalışanları sürekli saldırı ve baskılara maruz kaldılar. Siyaset Bilimi Profesörü John Keane haberi şöyle tarif edere: “Bazıları, bazı şeylerin bazı yerlerde yayınlanmasını istemez. İşte o şeylere haber diyoruz.” Bu tam da Kürt gazetecilerin yaptığı işi tarif eden bir argüman. Kürt gazetecilerinin pratiğinde de şöyle bir ders çıkarabiliriz: “Hiçbir haber cezasız kalmaz.” Kürt basınına yönelik baskılar sadece gazeteleri toplatmak, gazeteleri kapatmak ve hapis cezaları ile kalmadı. Kürt gazeteciler fiziki saldırılara uğradı, birçok gazeteci yaşamını yitirdi. Özellikle 90’li yıllar bu saldırıların yoğun olarak yaşandığı yıllar oldu.
Başbakanın vur emiri!
3 Aralık 1994’te Özgür Ülke gazetesinin İstanbul Kadırga’daki merkez binası, Cağaloğlu’ndaki bürosu ve Ankara bürosu aynı gece aynı saatlerde bombalı saldırıya uğradı. Kadırga bürosundaki patlamadan ulaştırma görevlisi 32 yaşındaki Ersin Yıldız yaşamını yitirdi, 23 çalışan yaralandı.
Gazete sonraki sayılarını bir süre, kendisiyle dayanışma halinde olan gazeteciler sayesinde çıkarabildi, sosyalist gazeteler Özgür Ülke çalışanlarına bürolarını açtı, birçok gazeteci dayanışma amacı ile Özgür Ülke’de çalıştı. Gazete saldırının ertesi günü (4 Aralık 1993)’te dört sayfa çıktı, manşeti de “Bu ateş sizi de yakar” oldu.
Bombalanmanın üzerinden 15 gün geçmeden Özgür Ülke gazetesi dönemin Başbakanı Tansu Çiller imzalı “gizli” ibareli belge yayınlandı. Belgede doğrudan Özgür Ülke’nin ismi verilerek ‘bertaraf’ edilmesi isteniyordu. Belgede şu cümleler yer alıyordu: “Başta Özgür Ülke olmak üzere bölücü ve yıkıcı faaliyetlere destek verecek şekilde yayın yapan basın organlarının faaliyetleri son günlerde devletin bekası ve manevi değerlerine açıkça saldırı şeklini almıştır. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik bu önemli tehdidin bertaraf edilmesi maksadıyla önlemlerin alınmasına…”
Tansu Çiller imzalı bu belgeyi o zaman Özgür Ülke’nin Van Bürosu’nda çalışan Bülent Çiftçi elde etmişti. Çiftçi, belgeyi ele geçirir geçirmez heyecanla telefona sarılıp gazetenin merkezini haberdar etti. Bu telefon görüşmesinden kısa bir süre sonra gazetenin Van Bürosu ve Bülent Çiftçi’nin kaldığı ev polis tarafından basıldı. Telefonları dinleyen polis yayınlanmadan önce belgeyi ele geçirmek istiyordu. Polisler evin ve büronun altını üstüne getirdiler ve belgeyi ele geçirdiler. Hem Bülent’i hem belgeyi yanlarına alıp gittiler.
Ancak Bülent Çiftçi gazetenin merkezine telefon etmeden önce, belgenin bir nüshasını merkeze postalamıştı. Özgür Ülke haberi manşete çekerken belgenin fotokopisine yer veriyordu.
Gazeteci Bülent Çiftçi bir süre yattıktan sonra serbest bırakıldı. Olayın üstünden yaklaşık olarak çeyrek asır geçti, o gün bugündür herhangi bir kimse Tansu Çiller’e bu belgenin ne anlama geldiğini sormadı. Ne bir savcı ne bir hâkim.
Gazetecilere saldırı
Belki Cengiz Altun’la başlamak gerekir. 90’lı yıllarda saldırı sonucu yaşamını yitiren ilk gazeteci Yeni Ülke gazetesinin Batman muhabiri olan Cengiz Altun’du. Haftalık olan Yeni Ülke’nin yayın hayatına başlaması ile birlikte bölgede peş peşe gönderdiği haberlerle dikkati çekti. Cengiz Altun o dönemde esrarengiz bir şekilde saldırıya uğrayan ve yaşamın yitiren halk önderlerine yönelik cinayetlere dair haberleri ile dikkati çekti. İnsan halkları örgütleri Cengiz’in haberlerine dayanarak bu saldırılarını hesabını sordu. O dönem Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ile ilgili bir kampanya yapan Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Komitesi), kampanya afişinde Cengiz’in bu haberlerini kullanmıştı.
Birçok kez gözaltına alınan Cengiz Altun, bir sabah iş giderken saldırıya uğradı ve yaşamını yitirdi. Cengiz Altun, o dönemde öldürülen ilk gazeteciydi. Cengiz’in öldürülmesinden sonra birçok gazeteci saldırıya uğradı ve yaşamını yitirdi.
JİTEM ve Botaş Kuyuları
Özgür Gündem muhabirleri Timur Şahin ve Uğur Balık itirafçı olduktan sonra JİTEM elemanı olarak çalışmaya başlayan, onlarca suikastta rol alan Abdülkadir Aygan’ı konuşmaya ikna ettiler. Aygan, Vedat Aydın ve Musa Anter cinayetlerinin nasıl planladığını anlatmasının yanı sıra öldürülüp Botaş kuyularına atılan yüzlerce cinayeti itiraf etti. Yetkili makamlar bu itirafların izini süreceklerinine Özgür Gündem muhabirlerini gözaltına alıp tehdit etti. Almanya’da oturumu olan Timur Şahin, Türkiye’yi terk etmeye zorlandı.
Bu devlet ne mi yaptı?
Nedim Türfent, Nisan 2016’da Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Özel Hareket Timleri tarafından 40’ın üzerinde Türk ve Kürt işçinin ters kelepçelenerek yere yatırıldığı görüntüleri paylaştıktan kısa süre sonra 12 Mayıs 2016’da gözaltına alındı. Nedim’in kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda yayımlanan bu haberinde Özel Hareket Timinin işçilere “Ne yaptı lan size bu devlet… Türk’ün gücünü göreceksiniz…” diye bağırdığı görüntülenmişti.
Görüntüler yayımlandıktan hemen sonra, Nedim polisten cenaze fotoğrafları şeklinde ölüm tehditleri aldı. Ardından nisan ayında bir online taciz kampanyası başlatılarak Nedim’e ölüm tehditleri, hakaretler ve sahte hesaplardan nerede olduğunu soran mesajlar gönderildi.
Gözaltına alındıktan bir gün sonra, 13 Mayıs 2016’da “örgütüne üye” olduğu gerekçe gösterilerek tutuklandı. İddianame tutukluluğundan 13 ay sonra düzenlendi, ilk duruşması görüldüğünde Nedim 399 gündür hapisteydi. Nedim hala hapiste, gerçeği söylemenin ve yazmanın cezasını çekiyor. Bu haber kısa bir derleme. Kürt basını birçok karanlık olayı aydınlattı. İç ve dış kamuoyuna mal olmasını sağladı. Bu nedenle cezaevindeki 157 gazetecinin büyük bölümü Kürt.
Hakikatin bedeli
2017 Newroz’unda Üniversite öğrencisi Kemal Kurkut alana girerken polis tarafında kurşunlandı. Zamanın Diyarbakır valisi sıcağı sıcağına canlı bomba açıklaması yaptı. Oysa ki Newroz’u izlemekte olan Gazeteci Abdurrahman Gök olayı bütün detayları ile fotoğraflamıştı. Ertesi gün yayınlanan fotoğraflar valiliğin açıklamasını boş çıkardı. Ancak gerçeği ortaya çıkaran gazeteci gözaltına alındı evi basıldı ve bildik “örgütü üye olmak” gerekçesi ile hala yargılanmakta. Gök, o Newroz gününü ve sonrasının gazetemize anlattı.
- O fotoğrafları nasıl çektin?
21 Mart 2017’de sabah erken saatlerde polisler Diyarbakır’daki Newroz alanında dedektörle bomba araması yapıyordu. Saat 08:00 gibi Newroz Tertip Komitesi’nin basına verdiği akredite kartlarını göstererek birinci bariyerden geçtik, ikinci bariyerin önünde beklemeye başladık. O esnada bir arkadaşım İstanbul’a tamire gönderdiğim tele objektifimi getirdi, makineye taktım. Netlik ve derinliğini denemek için bir iki fotoğraf çektim. Birisinin barikat önünde durdurulduğundan habersiz birinci bariyerdeki arama noktasından da iki kare aldım, fotoğraf makinemi de açık bıraktım. Gazetecilerle sohbet ettiğimiz esnada birden silah sesleri geldi ve makinemi elime alarak hemen arkamı döndüm. Hala ateş açılıyordu. Kemal koşuyor, polisler onu takip ediyor, ben de üst üste fotoğraf çekiyordum. Kemal, TOMA aracının arkasına geldikten sonra yere düştü ve hala fotoğraf çekmeyi sürdürüyordum.
- Polis engel olmadı mı?
Kemal yerdeyken son fotoğrafını çektiğimde polis “çekme” diye bağırdı. Tabi bu dakikadan sonra fotoğraflarıma el konulabileceğini, gözaltına alınabileceğimi tahmin etmiştim. Hemen hafıza kartını fotoğraf makinesinden çıkardım. Kartı nereye saklayacağımı düşünüyordum ve hala elimdeyken benin fotoğraf çekmemi engelleyen elinde uzun namlulu silah bulunan polis yanıma gelerek, “Amirim seni çağırıyor” dedi. Ben de hızlıca elimdeki hafıza kartını pantolonumun arka cebine koydum ve amirin yanına gittim. Uzman dedikleri emniyetin Foto-Film birimindeki bir polisi çağırdılar ve makineme, çantamdan çıkardıkları yedek kartlarıma format attılar. Beni oradan uzaklaştırdılar. Kemal hala yerdeydi, ambulans daha gelmemişti.
- Ajansa nasıl haber verdin?
Haber merkezini telefonla arayarak “Newroz alanında yarı çıplak bir gencin polisler tarafından vurulduğunu ve yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı” bilgisini verdim. Başıma gelenleri de anlattım ve fotoğrafları gönderme imkanımın olmadığını, polisin sürekli beni gözlediğini söyledim. Daha sonra bizi alana aldılar ve ben de Newroz sahnesine çıkarak buradaki konuşmaları haberleştirdim. Saat 11:00 gibi haber merkezimizden arkadaşlar arayarak, çocuğun yaşamını yitirdiğini, haberi genişletmemi istediler. Bu arada valilik gencin ölümüyle ilgili olarak “Canlı bomba ihtimali nedeniyle güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirildi” şeklinde açıklama yapmış. Ben bu açıklamadan da habersizdim. Çünkü mahşeri bir kalabalık vardı Newroz alanında ve ben bu haberi takip ettiğim için gelişmelerden habersizdim.
- Kaç kare çektin?
Kemal Kurkut’un öldürülmesiyle ilgili 20’den fazla kare çekmiştim. İnfazı en net gösteren 8 karenin yayımlanmasına karar verdik. Burada iki konu çok önemliydi: Birincisi delillerin hemen karartılmaya çalışılması, ikincisi yarı çıplak bir gencin canlı bomba olma ihtimali üzerinden hemen vurulması. Fotoğraflar yayımlandıktan sonra valilik yeni bir açıklama yapmak zorunda kaldı.
- Sonra ne oldu?
Birkaç gün sonra soruşturmayı yürüten savcı tanıklığıma başvurmak için beni Adliyeye davet etti. Avukatla birlikte savcıda tanıklığımı anlattım ve çektiğim bütün fotoğraf karelerini savcıya teslim ettim. Soruşturmada kamuoyu baskısı çok belirleyici oldu çünkü fotoğraflar kafalarda hiçbir soru işareti bırakmıyordu. Polislerin ifadeleri alındı, akabinde valilik 2 polisin görevden uzaklaştırıldığını duyurdu ve müfettiş istediğini söyledi. Ve aradan geçen süreye rağmen, sanık polis görevinin başında ve tutuksuz yargılanıyor. Adli Tıp Kurumu ve Ulusal Kriminal Laboratuvarı’nın raporları uyuşmadığı halde, gelinen noktada her iki kurum kurşunun “seken kurşun” olduğu noktasında birleşti ve polisin cezalandırılmaması için azami özen gösterildiği ortaya çıktı.
- Bu arada bir baskı ile karşılaştın mı?
Yaklaşık bir ay boyunca gittiğim her yerde takip edildim. Özellikle akşam ve gece saatlerinde tanımadığım numaralar beni telefondan arıyor ve ben telefona yanıt verdiğimde konuşulmuyordu. 20 Nisan 2017’de yani olaydan bir ay sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla ifademin alınması istendi. Ancak her ne kadar talimatla ifadelerde kişi telefonla aranıp Emniyet Müdürlüğü’ne davet ediliyorsa da, benim öyle olmadı. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Amirliği evime baskın yapılması için mahkeme kararı aldırdı ve mahkeme gün içerisinde mesai saatlerinde evimin basılabileceğine karar verdi. Bu karar doğrultusunda ben işteyken saat 09.00 sıralarında polis evimi bastı ve evdeki dijital materyallerime el koydu. Sonra da emniyete gitmem söylendi ve gidip ifade verdim. Görünürde hakkımda ihbar olduğu söylendi ama nedenini iyi biliyordum. Nitekim o soruşturmada “takipsizlik” kararı verildi.
- Şu anda süren dava nasıl açıldı?
Bir süre sonra bu kez sosyal medyada paylaştığım bir habere yapılan yorum gerekçesiyle hakkımda soruşturma açıldı. Bu soruşturmada da ifadem alındı ve daha sonra “takipsizlik” kararı verildi. 9 Ekim 2018’de bu sefer de “gizli tanık” ifadeleri gerekçe gösterilerek ve geçmişte yaptığım haberler nedeniyle gözaltına alındım. 3 günlük gözaltı sürecinden sonra ifadem alındı yine serbest bırakıldım. Aradan 2 sene geçti ve geçen gün savcının hazırladığı iddianamenin Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından onaylandığını, “örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandasından” yargılanacağımı öğrendim. Bir de tedbir olarak “yurtdışına çıkma yasağına” kararı verilmiş. Duruşmam 2021’in şubat ayında görülecek. Kısaca hakikatin bedeli ağır olur. Onu da ancak hakikatin farkında olanlar taşıyabilir.