“Kaos ihracının Türkiye dış politikasının en önemli bileşeni haline gelmeye başladığı açık. Ancak sorun şu ki, bir kaç yıl öncesine değin uluslararası hukuk sayesinde hüküm süren ama bugün dağılmakta olduğunu gördüğümüz istikrara rakip oluşu dolayısıyla Türkiye’nin icra ettiği “ihracata dönük kaos”a günümüzde büyük rağbet var. Genel olarak konuşursak, yeni bir çağ geliyor, Erdoğan bu çağ ile tamamen tutarlı hareket ediyor ve yalnızca Türkçe konuşan topluluklarla sınırlı kalmayan nispeten geniş kesimlerin sempatisini kazanıyor.
“Geçtiğimiz yüzyılda buna çok benzer bir durumun ortaya çıktığını hatırlıyorum. Sadece, olay Türkiye’de değil, Almanya’da geçiyordu ve bu retro kaosun nasıl sonuçlandığı malum.”
Rusya Federasyonu’nun ordu gazetesi “Zvezda”da hafta başında “İdlib’den Karabağ’a Büyük Türk Gambiti” başlığıyla yayımlanan kapsamlı makalenin Erdoğan Türkiye’sine biçtiği gelecek bu. Yazarı bir asker değil, St. Petersburg Devlet Üniversitesi öğretim üyesi, Doçent Dmitriy Evstafiyev. Ancak makale, başlığı ve yayınlandığı mecrayla bir anda yazarı ve içeriğinden daha çok önem kazanıyor. Yazar, geçtiğimiz hafta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Türkiye stratejik ortağımız değil, partnerimiz” sözleriyle ifade ettiği yeni siyasi konumlanışı Rusya Silahlı Kuvvetleri’ne de mal edilecek şekilde gerekçelendirip saydamlaştırıyor. Makalenin başlığı asıl mesajının itinalı bir özeti gibi. Söze Rusya’nın Türkiye’nin kendi nüfuz alanında -“İdlib’den Karabağ’a”- at oynatmakta oluşundan duyduğu rahatsızlıkla beraber, Erdoğan’ın oyununa aşina olunduğunu da sofistike bir dille ifade ederek giriyor. “Gambit” İtalyanca “ayak oyunu”ndan türeyen bir strateji kavramı. Türkçe’de tek kelimelik bir karşılığı yok, daha çok satrançtaki anlamıyla biliniyor: “Oyunun ileriki aşamalarında daha büyük bir avantaj sağlamak maksadıyla açılışta bilerek taş feda etmek.” Ancak Evstafiyev, Erdoğan’ın koşullara ayak uydurmasına el veren kimi stratejik avantajlarına karşın yığınaktaki zaafları dolayısıyla, oyunun ilerleyen aşamalarında “gambit”in zorunlu kıldığı risklerin onu kaybedeceği bir oyunu sürdürmeye mahkum edeceğini öngörüyor. Makalenin sonunda Hitler’in kaderiyle kurulan paralellik daha çok söze gerek bırakmıyor.
Makale yer verdiği, Türkiye’de pek sözü edilmeyen bilgilerle, Erdoğan’ın Enver Paşa’nın ayak izlerini takip ederek “altı devlet, bir kuvvet” teranesiyle giriştiği “Birleşik Turan Ordusu” macerasına ilişkin olarak sunduğu ayrıntılarla ve “Erdoğan tipi” liderliğin uluslararası hukukun çözüldüğü “yeni çağ”da geliştirdiği siyaset tarzı açısından ileri sürdüğü argümanlarla da dikkat çekiyor. Büyük olasılıkla Türkçe’ye de çevrilecek ve önümüzdeki günlerde üzerinde daha çok konuşulacaktır.
Makalenin haber verdiği olasılıklar ciddiye alınmaya değerse -ki öyle olması gerekir- toplumsal muhalefetin “Türk gambiti”nin ülke ve bölge için ima ettiği savaş risklerini gündemine almaması, yaklaşan felakete suç ortaklığından başka bir anlama gelmeyecektir. Eğer Evstafiyev’in ifade ettiği şekilde Rusya Silahlı Kuvvetleri “Erdoğan’ın Kuzey Afrika’dan Hazar Denizi’ne oradan Orta Asya’ya kadar bir ‘Türk dünyası’ oluşturma planlarından artık kuşku duymuyor” ise Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye tarafından ilhakının eli kulağındadır ve Avrasya, Türkiye’nin yeni çatışma alanı, Rusya da yeni düşman olarak ufukta beliriyor demektir.
Öte yandan Evstafiyev’in Erdoğan’ın iç ve dış politikaları arasındaki ilişkiye dair toplumsal muhalefetin tespitleriyle paralellik gösteren şu çözümlemesi zorlu bir soruyu da hak ediyor: “Erdoğan’ın defalarca tekrarlanan ‘gambit’leri çevresindeki durum, kendi stratejik zayıflığından ileri gelen bir taktik saldırganlık olarak tanımlanabilir. Ancak, bu da onu rakiplerinin, özellikle sözde büyük devletlerin acz ve kararsızlıkları karşısında başarıya götürüyor. Aynı zamanda, iç sorunlar da Erdoğan’ı kısıtlamak bir yana, dış politika arenasında daha da aktif davranmaya itiyor. Çünkü Erdoğan ancak dış politika başarıları sayesinde içerideki siyasi durumu kendi lehine çevirme şansı elde ediyor,”
Şu halde Evstafiyev’e sormak gerekir: Eğer ikinci dünya savaşında Almanya’nın oynadığı rolü günümüzde Türkiye oynuyorsa, Erdoğan’ın bir “şans”ı da İdlib’i ikram ederek ona daimi bir “vekil ordu” kaynağı sunan; Efrîn istilasının önünü açarak Kürtlerin hayat ve özgürlükleri pahasına sözüm ona bir “dış politika başarısı” armağan eden Rusya’nın “acz ve kararsızlığı” değil mi? Sıra ancak kendi nüfuz sahalarında “Birleşik Turan Ordusu” kurmaya geldiğinde tarihten ibret almayı akıl edenlerin, III: Reich’ın dolu dizgin sonuna giderken insanlığa -ve özellikle Sovyetler’e- ödettiği maliyeti de anımsayarak, muhtemel faciadaki paylarını tarihin tartısında ölçmeleri gerekmez mi?