Ekim ayı da bitmek üzere… Elbistan’ın Gücük köyüne takıldık kaldık. Rahatımız yerinde aslında. 2 Kasım’da Maraş’taki bir davayı bekliyorum, bir cenazeye katılmaktan dolayı Ağır Ceza’da yargılanıyorum. Pandemiden önce Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, Sünni, Hristiyan, haftada üç-dört cenazeye katılan biriyim. Ölenin değil, yakınlarının acısını dindirmede katkımın olacağını düşünürüm. Her neyse, duruşmadan sonra gene İstanbul hapishanesine döneceğiz. Kısmetse baharda tekrar Gücük..
Eskiden sonbahar ayları çok hareketli geçerdi köylerde. Hasatlar yapılmış, ekinler biçilmiş, kışlık ihtiyaçların hazırlanmasına geçilirdi. Değirmen nöbetleri, bulgur ve tarhana yapılmasını güzlük ekimler izler ve genelde Ekim ortalarında biterdi.
Eylül ve ekim aylarında kış hazırlıkları (dewlig) genelde imece ile yapılırdı. Kışlık un, bulgur ve tarhana karşılıklı yardımlaşma ile yapılır, biribirlerinin hayvanları alınarak buğdaylık unlar komşulardan alınan hayvanlarla değirmene götürülür ve bazan günlerce sıra beklenirdi. Değirmen, yirmi dört saat çalışır ve haznelerdeki buğdayın bitip uyuyan değirmencinin boş dönen değirmenin sesiyle uyanıp koştuğuna tanık olunurdu. Zaten Söğütlü çayı boyunca sıralanan beş altı değrmen, Elbistan ve Akçadağ’ın otuzu aşkın köyünün ihtiyacını görürdü.
Ekimin en önemli etkinliklerinden biri de Koç koyurma seremonileriydi. Seremoni demem boşuna değil, gerçekten küçük birer festival gibiydi. Koçlar renk renk boyanır, “maltik” denen saçaklı ve boncuklarla süslenmiş arkaya bağlanan örgülü şeylerle ve bir kız çocuğu bindirilerek ailelerin tüm fertleri ile toplanma alanına gidilirdi. Kız çocuğu bindirmekten amaç, doğacak kuzuların dişi olması dileğiydi. Halbuki gelin getirildiğinde attan inmeden kucağına bir erkek çocuğu verilirdi. Yani koyundan dişi kuzu, gelinden erkek çocuk beklenir.
Koç koyurmu, bazan bir iki günlük sarkma olsa da Ekim ayının 29’una denk gelirdi. Bu bölgelerin üretim takvimine göre çobanın iş yılı, güzün ortasından yani 45’inci gününden ertesi yılın aynı gününe kadar devam eden bir yıllık süreydi. Bu da Rumi takvimle 29 Ekim gününe denk gelir ve eğer aynı çobanla anlaşma yapılmışsa üç beş günlük bir izin verilir, o günler davar sahipleri sıra ile çobanlık ederdi. Davarını bir sürüden ayırıp başkasının sürüsüne katmak isteyen de o günü beklerdi.
Bazı Sinemilli köylerinde koç koyurma, “pez şuştin” denen “davar yıkama” günü yeni çoban yılına esas alınırdı. Bu da sonbaharın ilk günü olan 14 Eylül’dü. Koyunlar sürü halinde akarsu kenarına görütülür, teker teker sudan geçirilerek yıkanır ve yazın tozla terin karışımı kahveringi kirinden ayrılırdı. Yıkanmış sürü ile yıkanmamışı çok uzaktan hemen farkedilirdi.
Koç koyurma, bu sistemde de gününde aynı seremoni ile yapılırdı.
Sonbaharın bir diğer özelliği de düğün mevsimi olmasıydı. İş güç bittikten ve her türlü kışlık ihtiyaç sağlandıktan sonra kış aylarında daha çok Antakya, Adana gibi sıcak bölgelere mevsimlik işçi olarak gitmeye başlamadan düğünler yapılırdı. Amaç, düğüne mümkün olduğunca herkesin katılmasıydı. Günümüzde ise bölgemizde düğünlerin hemen hemen tümü yaz aylarında yapılıyor, çünkü yaşamlarını yurt içi ve yurt dışında bölge dışında geçirenler ancak yazın köylerine geçici olarak dönmekteler.
Üç aylık köy yaşamında daha önce tanığı olduğum ve sıkıntısıyla, acısıyla sürdürdüğümüz bu hayatın güzel yanlarının şimdiki görece daha rahat hayatımızdan daha yaşanır olduğunu farketmek başka acı veriyor insana. Yaşlanmış olmayı hatırlamaktan mı dersiniz?
Öyle mi acaba, daha mı yaşanır? Bir Sümer tabletindeki yazıyı hatırlıyorum. Oğlunu ilk defa okula göndermek isteyen bir babanın sözleri. “Oğlum, dünya değişti, hayat zorlaştı, evlat babayı dinlemiyor… Okumazsan rahat edemezsin..” mealindeydi. Sümer’den bu yana her baba oğluna aynı sözleri söylemekte. Değişen durum, artık yalnız babaların oğullarına değil anne ve babaların kızlarına da aynı şeyleri söylüyor olması, buna da şükredelim.
Siyaseti, ülke ve dünya çapındaki sorunları uzmanına bırakıp bugün geçmişe döndüm. Saklanan Covid-19 hastalarını, bu menhus virüsün ayrımcılık ve tarafgirlik yaparak siyasi parti kongrelerini, mitinglerini, siyasetçilerin düğünlerini es geçip baroların toplantılarında boy göstermesini içime sindiremiyorum bir türlü. Mübarek ne mahkeme kararlarını dinliyor, ne hak ne hukuk.