Kuzey ve Doğu Suriye’de ulusal birlik çalışmalarının önemine değinen Salih Müslim, ‘Dostlar seviniyor, düşmanlar da kızıyor. Çünkü Kürtlerin hep dağınık kalmalarını istiyorlar’ dedi
Suriye’de halkın 15 Mart 2011’de rejim değişikliği talebiyle sokaklara çıkmasıyla başlayan protestoların bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleriyle dönüştüğü iç savaş, 9 yılı geride bıraktı. Ne mevcut statükoyu sürdürmek isten Esad rejimi ne de değişim taleplerini yeni bir statüko inşa etmeye bayrak yapan küresel güçlere eklemlenmeyen Suriye Kürtleri, savundukları “Üçüncü Yol” çizgisiyle kendileri ile birlikte diğer halkların özgürlük ve değişim taleplerini ortaya koydu.
Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim, Suriye’de 9 yıldır süren iç savaşı, Kürtler olarak izledikleri yolu, ulusal birlik çalışmalarını ve Türkiye’nin yaklaşımlarına dair Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik ile İdris Sayılğan’ın sorularını yanıtladı.
Röportajdan bazı bölümler şöyle;
- Öncelikle Suriye’de yaklaşık 9 yıldır devam eden iç savaşın geldiği noktayı ve Kürtlerin bu savaş koşulları içerisindeki konumunu kısaca anlatabilir misiniz?
Suriye kurulduğundan şimdiye kadar hep demokrasiden ve özgürlüklerden uzak oldu. Bundan kaynaklı halk özgürlük için, demokrasi için, barış için bir arayışa girişti, sonuç olarak bu 2011’de patlak verdi. Buna devrim mi denir, halk ayaklanması mı denir bilemiyorum ama böyle bir şey oldu. Tabi bu uluslararası güçlerden ve planlarından bağımsız bir şey değildi.
2004’ten beri Suriye Kürtleri olarak kendimizi örgütlemeye çalıştık. Daha önce de bu yönde çabalarımız vardı. Buradaki olaylar patlak verince kendi yolumuz olan Üçüncü Yol’u izleyeceğimizi belirttik ve bu yolu yürümeye başladık.
- İzlediğiniz ‘Üçüncü Yol’ nedir, neyi içeriyor?
Bizim “Üçüncü Yol” dediğimiz şey şunu içeriyor. Birincisi iktidarda bir rejim vardı ve onu destekleyen güçler vardı. İkincisi iktidarı paylaşmak ve değiştirmek isteyen güçler vardı. Üçüncü Yol ise halk yoludur, yani bizim yolumuzdur. Bizler ne iktidarın yanında yer aldık ne de bu silahlı güçlerin iktidarla savaşmak için giriştiği tarafta yer aldık. Kendi öz gücümüzü, öz örgütümüzü oluşturduk ve kendimizi savunmaya, mücadele etmeye başladık. Biz buna Üçüncü Yol dedik. Üçüncü Yol, bir iktidar istemeyen, halkların kardeşliği ve birliği temelinde bir sistemini kurmak isteyen ve meşru savunmaya dayanan bir yoldur.
- Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik “Öcalan’ın felsefesinin hayat bulduğu yer” söylemleri söz konusu. Öcalan’ın düşünceleri izlediğiniz yolun neresinde yer alıyor?
Üçüncü Yol, ideolojik olarak Sayın Öcalan’ın fikirleridir. Bizler halkların beraber yaşamaları için demokratik ulus felsefesi çerçevesinde hareket ettik. Ama bunu öz durumumuza uyarlayarak uygulamaya, hareket etmeye çalışıyoruz. Bizler halkların başkalarının siyasetine alet olmasından kaçındık ve başka bir halka saldırılmasından uzak durduk. Bunun için demokratik ulus paradigmasına göre hareket etik. Bu da Öcalan’ın felsefesi ve paradigmasıdır.
- Öcalan’ın fikirlerinden yararlandığınız için mi Türkiye’nin saldırılarına maruz kalıyorsunuz?
Türk cemiyetinde gerçekten de çok hastalıklı bir zihniyet var. O zihniyet şöyle düşünüyor; “Kürtlerin herhangi bir kazancı Türklerin aleyhinedir. Türklerin var olması için Kürtlerin yok olması gerekir.” Bunu bazıları açık açık söyledi. Süleyman Demirel; “Güney Afrika’da da bir Kürt bir hak elde ederse, biz buna karşı çıkarız” demişti. Türkiye faşizmi de “Kürtler nerede kazanırsa onlara karşı çıkmak, o kazanımı yok etmek gerekiyor” düşüncesiyle hareket ediyor.
Şimdi Sayın Öcalan’dan, onun paradigmasından söz ediyoruz. Sayın Öcalan’ın felsefesi sadece Kürtler için değildir, tüm halklar içindir. Biz de bundan yararlandık diye Türkiye’ye düşman mı olacağız? Hayır, öyle değil.
Kürtler nerede kendi demokratik haklarını elde ederse ona düşman oluyorlar. DAİŞ’in yaratılması, desteklenmesi ve yönlendirmesi de bundan kaynaklıdır. DAİŞ sadece Rojava’ya karşı kullanılmadı. Şam’da, Türkiye’de de kullanıldı. Amed’de olan patlama DAİŞ’liler tarafından yapıldı. Ankara’da, Suruç’ta DAİŞ tarafından patlatılan bombalar… Demek ki DAİŞ yaratılarak hem dışarıda hem de içeride kullanıldı. Biz hala ısrar ediyoruz. Türkiye halklarına bir zararımız dokunmaz, beraber yaşayabiliriz ve iyi bir komşu olabiliriz.
- 2014 yılında dönemin başbakanı tarafından Türkiye’ye davet edildiniz, fakat sonrasında “terör” listesine alındınız. Türkiye’ye neden davet edildiniz, yetkililerin sizlerden beklentileri nelerdi ve daha sonra neden “terör” listesine konuldunuz?
Biz Suriyeliyiz ve ilk başta Suriye’nin muhalefetiyle hareket etmek istedik. Ancak muhalefet bizim haklarımızı tanımayınca, bunlar üzerinden tartışmaya bile yanaşmayınca kendi yolumuzu ayırmaya başladık. Kendi sesimizle ve rengimizle ortaya çıktık. Türkiye de Kürtleri, Kürt muhalefetini ve Suriyeli Kürtleri kendi şemsiyesi altında barındırmak istedi. Bizi orada oluşturduğu güçlere katmak istedi. Biz de; “Beraber çalışabiliriz ancak haklarımızı tanıyın” dedik. Bunu kabul etmediler. Bizler de isteklerini kabul etmeyince onların gözünde “terörist” olduk. Bizi kendi denetimlerine anlamayınca kendi politikalarını bize karşı uygulamaya ve bizi düşman görmeye başladılar.
Türkiye ile doğrudan ya da dolaylı olarak bir temasınız, diyalogunuz var mı?
Hayır, hiçbir temasımız yok. Zaten Türkiye’nin gözünde bizler “teröristiz”. Zaten Türkiye günlük olarak da buraya yaptığı saldırılarla Kürtleri ve diğer halkları katlediliyor. Şimdiye kadar Türkiye bir anlaşmaya yanaşmadı, yanaşmaz gibi de görünüyor. İleride ne olur bilmeyiz ama biz açığız ve hazırız. Komşu olarak birlikte çok iyi yaşayabiliriz.
- Suriye hükümeti ile peki?
Hayır, yok. En son birkaç ay önce bir görüşme gerçekleşti. Ama “buna zamanımız yok” dendi ve görüşmeler askıya alındı. O zamanda biz görüşmek, masaya oturmak için delegasyonumuzla gitmiştik. Bunu kabul etmediler, hala bekliyoruz. Kapımız herkese açık, oturup konuşabiliriz. Şimdiye kadar bu olmadı. Umarız önümüzdeki günlerde bu tür şeyler olur.
- PYNK ve ENKS arasında birlik çerçevesinde görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmeler hangi aşamada?
Şimdi karşımızda birçok mesele var. En son Rojava’daki Kürt partileri arasında Dohuk Anlaşması imzalanmıştı. Onun üç tane ana başlığı vardı. Bu üç ana başlık üzerinden görüşmeler yürütülüyor ama şimdiye kadar köprünün altından çok sular aktı. Özerk yönetim oluşturuldu, kurumları, meclisleri oluşmuş durumda. Onun için bu anlaşma çok uzun sürecek. Şimdiye kadar görüşmelere Kürt Yüksek Mercii’ni kurma konusunda anlaşmaya vardı. Bundan sonra da yönetimde nasıl bir ortaklığın oluşturulacağı üzerinde oturup konuşulacak.
- Peki diğer dış güçlerin bu birlik çalışmalarına dair yaklaşımı nasıl?
Dostlar seviniyor, düşmanlar da kızıyor. Kısacası bunu söyleyebilirim. Dostlar dediğimiz de bizim yanımızda yer alan güçler. Belki onların başka planları vardır ama bu bizim için çok önemli bir sorundur. Davamız kullanıma açık ve başkaları tarafından kullanılabilir. Ama Kürt Yüksek Mercii oluşturulduktan sonra bu dağınıklıktan, dağınık Kürt’ten kurtulmuş olacağız. Bu da Arapların, Türklerin, Kürtlerin ve herkesin yararınadır. Sanırım Avrupa, Amerika da bu duruma seviniyor. Buna düşmanlık besleyen bir Türkiye, bir de Suriye var. Çünkü Kürtlerin hep dağınık kalmalarını istiyorlar.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Halkımıza yönelik bir çağrım var. Artık kendimizi toparlıyoruz. Bizim tarihi görevlerimiz vardır. O da bu topraklara hem halkımız hem de diğer halklar için demokrasi ve özgürlük getirmektir. Bu sorumluluk bilinciyle kimin elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Demokrasiyi geliştirmemiz, halkların kardeşliğini, birliğini sağlamamız lazım. Bunu da demokratik ulus paradigması çerçevesinde gerçekleştirmemiz gerekir. Tek çıkar yolumuz bu. Başka da yok. Bu meşru savunmaya dayanan bir şeydir. Herkesin bunu bilmesi gerekiyor.
HABER MERKEZİ