Kürtler demokratik ulusu Türkler ile kuracak irade gösterseler dahi bunu demokratik ulusun eşit vatandaşı olan Kürtler olarak gerçekleştireceklerdir. Demokratik ulus, bir kaynaşma ve erime paradigması değil…
Cengizhan Kaptan
Yazı dizisinin bu bölümünde şu ana kadar işlediğimiz konular üzerinden karınca kararınca saptamalarda bulunup diziyi noktalayacağım. Buradaki görüş ve saptamalar aslında bana ait dahi değildir diyebilirim zira tarihsel mirasın önüme koyduğu ve belki de bir tekrardan ibaret hususlardır.
Öncelikle, Türk kimliğinde yaşamakta ısrar edenlerin bu sağlam duruşlarının(!) insan, toplum, tarih gelişiminin önündeki en büyük engel olduğunu bir kez olsun düşünmeleri gerekiyor. İnsan genelde sorunları başkalarında görür, başkaları üzerinden konuşur ama içeriye pek de bakmaz. Oysa Jung’un deyimi ile “Dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır”. Kişinin özbilincinin gelişimi aslında negatif diye tabir edilen ancak süreçsel anlamda hem gerekli hem de aslen olumlu bir prosesten geçmesi sonucunda gerçekleşir. Varolan, içselleştirilen değerlerin kişinin tecrübelerinden ötürü kendi iç dünyasında olumsuzlanması aslında gelecekteki olumlu bir sonuca işaret eder. Sancısız, sorgusuz ilerleme mümkün değildir. Tarih boyunca gelişimi sağlayanlar genelde resmi ideoloji ve öğretilere meydan okuyarak onları olumsuzlayanlardan çıkmıştır. Hegel’in ‘dolaysız bilgi’ dediği ve aslında herhangi bir araca gerek duymadan dış görünüşün akılda oluşturduğu temsillerle elde edilen bilgiler aslında bilimsel bir sürece oldukları şekilde evrilemezler; özellikle tarih, felsefe, sosyal bilimler ve politika alanlarında bilimsel bir zemine oturmaları (ya da yaklaşmaları da diyebilirim buna) için yukarıdaki proseslerden geçmeleri gerekir.
Topluma ket vurmak
Bilimsel bir anlayışa ulaşmak için mevcut bilginin sorgulanması, gerektiğinde yadsınması, hatta bu yadsımanın da yadsınması gerekebilir, gerekmektedir. Bu insan-toplum bazında birbirine eklemlenmiş bir süreci temsil eder. Bu sürece kişisel ve toplumsal alanda ket vurulduğunda hem gelişme durur hem de gelişme sürecinin durmasına dair birtakım özürler üretilir. Ne birey ne toplum ne de toplumu yönetenler gelişmenin durduğunu kabul etmek ve itiraf etmek istemezler; özür bulmanın ve gerçekdışı açıklamaların rasyonalize edilmesi bu durumu saklama veya ondan kurtulma ve rahatlama çabasından kaynaklanır. İdeolojik anlamda ise devlet kurumu bu gelişimi engelleyen ket vurma faaliyetinin dışarıdan gelen düşmanca tavırlardan kaynaklandığı fikrini empoze eder ve başarısızlığın nedenlerini dışarıdaki çoğu zaman mevcut dahi olmayan etkenlere dayandırır.
Tarihsel gelişim seyri
Bireyin, toplumun ve siyasi rejimin gelişmesi açısından resmî ideolojiye karşı bir baskı mekanizması gerekir. Bu baskı sonucunda resmî ideolojinin ve ona bağlı toplumsal katmanların olumlu bir sürece evrilebilecek bir kriz yaşaması mümkündür. Öte yandan kendini sorgulayan yapıların ve kendi ile yüzleşen birey ve toplumun baskı kurması siyasi rejimin değişim sancısı sırasında daha da çok şiddete başvurması sonucunu da beraberinde getirebilmektedir. ABD’deki siyah hareketin beyazlar arasında da olumlu bir dönüşüme neden olduğu kadar önemli oranda diğer beyazların da daha çok siyahlara düşman olması ve şiddet hareketlerinin artması bundandır. Keza, Kürtlerin ulusal kimlik mücadeleleri için yürüttükleri mücadeleye Türklerin de katılmasından dolayı egemen güçler ve birçok Türkün de Kürtlere karşı daha da saldırgan bir tavır almalarının altından yatan nedenlerden birisi de budur. Ne tarih ne toplum ne de birey mekanik ve düz bir şekilde ilerliyor. Ancak, tarihsel açıdan baktığımızda Kürtlerin ulusal, politik ve toplumsal bilinçlerinin yükselmesi ve toplumsal ve siyasi anlamda krize neden olmaları tam da bu yüzden sancılı ama aynı zamanda insanlık bilinci ve özbilinç anlamında olumlu bir evrime işaret etmektedir. Sarmal ilerleme olsa da ara sıra geriye dönüş gibi emareler görünse de yaşananlar ve ödenen bedeller bir ilerlemenin tarihidir ve gelişim sürecini olumlu bir noktaya kavuşturacaklardır. Bunu bir kehanet olarak değil tarihin geçmişteki gelişim sürecine baktığım ve orada bunları gördüğüm için söylüyorum; zaten iradeyi de umudu da canlı tutan etmenler arasında tarihteki gelişim süreci de mevcuttur.
Demokratik ulus
Bu süreçte Kürtlerin kendi sorunlarını kendileri çözecek bir perspektifte yola devam etmelerinin elzem olduğunu düşünüyorum. Tamamen ayrı bir yazı konusu olsa da “Türkiyelileşme”, “demokratik ulus” gibi konularda Kürtlerin Kürtler olarak ve sadece kendi iradeleri ile demokratik ulus içerisinde yer alabileceklerini düşünüyorum.
“Diyalektik doğalcılık” diye tabir ettiği şekli ile Murray Bookchin’in Hegel akılcılığı ile bezenmiş toplumsal ekoloji açılımını dünya görüşüme oldukça yakın bulduğum halde Bookchin’in açılımlarının katılımcı demokrasinin tarihsel planda nispi olarak gerçekleştiği Vermont’da sistematik hale geldiğini vurgulamak isterim. Ulusal sorun anlamında demokratik ulus açılımında halk meclisleri ve konfederatif yapıyı özellikle siyasi yapının bileşenleri olarak gören Bookchin’in tespitleri ötesinde Kürtlerin bir de Bookchin tarafından kapsanmamış olan ulusal sorun gibi yakıcı bir sorunları var. Demem o ki Kürtler demokratik ulusu Türkler ile kuracak irade gösterseler dahi bunu demokratik ulusun eşit vatandaşı olan Kürtler olarak gerçekleştireceklerdir. Son zamanlarda Türkiyelileşme gibi konularda en önemli hususlardan birisi budur. Demokratik ulus, bir kaynaşma ve erime paradigması değil aksine farklılıklar içinde var olabilmenin gerçekleştiği oranda anlam kazanır. Daha açık bir ifade ile anti-kolonyal mücadele ile demokratik ulusun bağının tekrar tartışılması faydalı olabilir diye düşünüyorum.
Kürtçe’nin önemi
Kürtlerin bu beyanda korumaları gereken en önemli hususlardan birisi olarak Kürt dili öne çıkıyor. ‘Türkçe bilmeyen nenelerin Kürtçe bilmeyen torunlarıyız’ dememek için her Kürdün Kürtçe öğrenmesi ve konuşması gerekmekte diye düşünüyorum. Hatta kendi aralarında ve ailede yalnızca Kürtçe konuşmaları ve dilin gelişimine ve korunmasına doğrudan katkı sağlanmalı diye düşünüyorum. Bu özellikle Türkiye sınırları içinde yaşayan ve özellikle Batı’ya ya da Avrupa’ya yerleşmiş Kürtler için daha da önem kazanan bir husus. Bu konuda Kürtlerin yoğun çabaları var ve Fanon’un bahsettiği kültürel kimlik ile toplumsal ve politik kimlik bağı kapsamında dilin ve dilin sunduğu olanakların dinamik bir biçimde değerlendirilmesi yararlı olacak bir süreci işaret ediyor.
Aşağıdaki saptamalar da özellikle Fanon’un eserleri ve Türklük Sözleşmesi kapsamında vurgulamak istediğim konulardır:
· Kürtler, ulusal kimliklerini ve özgürlüklerini dile getirmedeki becerilerini dile getirmeye devam etmelidirler. Bunu yaparken de kendi öz güçleri ve tarihsel mirasları doğrultusunda, Fanon’un tabiri ile ‘yaraya kendi elleri ile dokunarak’ gerçekleştirmelidirler bu süreci.
· Kültürel kimlik etnisiteyi çağrıştırıyor iken politik ve toplumsal kimlik anti-kolonyal mücadelenin vazgeçilmezleri olarak öne çıkıyor Fanon’da. Fanon’un Cezayir’i terkederken ‘Şimdi Cezayirli oldum’ demesi üzerinden ‘Kime Kürt denir?’ şeklinde etnisite ötesinde bir anlamlandırma üzerine ayrıca çalışılabilir.
· Kürtlerin kendi siyasi yapılarında söz ve temsiliyet hakkı Kürtler arasındaki ulusal ve politik bilince sahip kişilerce yapılmalıdır. Türkler destek unsurları olup daha çok kendi yapılarında hareket etmelidirler. Gönüllü bir birliktelik içinde gerekli olan ‘farklılıklar içinde birlik’ anlayışı perspektifinden ve anti-kolonyal mücadelenin esas olduğu düşüncesindendir bu tespit ve yukarıdaki saptama ışığında etnisite ötesinde bir anlam taşımaktadır.
· Kürtler, Türkiye’deki duyarlı ya da duyarlı olabilecek kesimler içerisinde bu kesimlerini kendilerini sorgulama neticesinde olumlu sonuçlar doğurabilecek bir çizgide ısrar etmelidirler. Hem Fanon hem de Türklük Sözleşmesi doğrultusunda bunun hem kültürel kimlik olduğu kadar anti-kolonyal bir politik kimliği de içerdiği açıktır.
· Hakim ulus tarafından tanınmak ancak bir sürecin gösterenidir. Politik ve toplumsal bilince erişme bağlamında, bu tanınma kısır döngü haline gelmemeli ve esas olanın hakim-ezilen yani Fanon’un Hegel’in Efendi-köle diyalektiği hakkındaki yorumu gibi anti-kolonyal yapının ortadan kaldırılmasının esas amaç olduğu her an en önemli değer olarak akılda tutulmalıdır.
· Bookchin’in ve Öcalan’ın iktidarların baskıcı yanlarını ortaya koyan Özgürlüğün Ekolojisi ve Özgürlük Sosyolojisi eserlerinde belirttikleri gibi, devletlerin Fanon’un deyimiyle kölenin tahta oturmasını sağlayan bir araç olduğunu ve insanlığın asıl kurtuluşunun ancak sınıfsız-sömürüsüz bir dünyada gerçekleşeceği konusunda devletlerin rolünün sürekli olarak değerlendirilmesi ve tekrar tartışılmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde, yarının özgür toplumunun ancak öncelikle kendi içinde özgürleşmiş insanlardan oluşacağı gerçeğinin ve bu özgürlüğe ulaşmanın yollarının sürekli değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sorgulamak
Dediğim gibi bu tespitler aslında bana ait değil; benden önce çok söyleyen olmuştur, benden sonra da çok olacaktır. Ben kendimce mevcut mirastan bir araya getirip ortaya bir şeyler koymaya çalıştım. Bireyin yani öznenin değeri tarih ve toplum ile olan geçmiş ve güncel bağı ve ilişkiyi ortaya çıkarıp kendini sorgulamaktan, gerektiğinde olumsuzlamaktan ve doğruyu aramaktan vazgeçmemekten oluşuyor. Hegel bu görevi bir seçkinler topluluğunun değil tüm bireylerin ödevi olarak ortaya koyuyor Tinin Fenomenoloji’sinde.
Yazdıklarımda hatalar, kusurlar elbette vardır; yalın ama kapsamlı gerçeklerin küçük bir kısmını ortaya koyabildi isem mutluluk kaynağıdır benim için. Eğer üzerlerinde konuşuluyor, eleştiride bulunuluyor ise bu benim açımdan daha da büyük mutluluk kaynağıdır.
Yarının özgür toplumuna olan umut ile sevgi, selam, saygılar.
BİTTİ
*Birinci bölüm için tıklayınız
*İkinci Bölüm için tıklayınız
*Üçüncü bölüm için tıklayınız