Hangi çağda olursa olsun, rıza üretmeden, gönüllü kabullenme olmadan yönetmek, iktidarı sürdürmek mümkün değildir. Sadece kaba kuvvete, çıplak şiddete, devlet terörüne dayanarak bir rejimin varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Her çağda rızayı, gönüllü kabullenmeyi – egemen ideolojiyi densin- üreten de toplumun eğitimli kesimidir. Başka türlü söylersek, modern zamanlarda entelijansiya denilen kesimdir… O kesimin sayıca çok olması da önemli değildir. Saray rejimi, toplumun dinamik kesimini oluşturan eğitimli kitlenin önemli bölümünün desteğini alamıyor. Türkiye’de 2002’den beri iktidar olan, şimdilerde Saray rejimine evrilen rejimin rıza üretme, meşruiyet üretme yeteneği yok. Geçmişi ihya etmek gibi nafile zorlamalara başvuruyor. Oysa, bu dünyada ‘geriye dönüş’ mümkün değildir. Kırk yaşındaki adama sekiz yaşındaki çocuğun ceketini giydiremezsiniz… Osmanlı İmparatorluğunu XXI’inci yüzyılda ihya etmek, bunca kompleksleşmiş bir toplumu Saray’dan yönetmek asla mümkün değildir. Zira, bir toplumsal formasyon ne kadar kompleksleşir, çeşitlenirse, yönetmek de o derecede zorlaşır. Kaldı ki, saray, demek tanımı gereği toplum çoğunluğuna yabancılaşmak demektir…
AKP ve lideri, toplumu ‘kendinden olan- kendini destekleyen- ve muhalif olan’ diye ikiye bölüyor. Muhalif olan kesimi dar’ül harp sayıyor, onu düşman olanak görüyor. Tabii kendini destekleyen, ‘yandaş’ kesimi de ‘dar-ül İslam’ sayıyor ve öyle muamele ediyor. Kendi varlığı ve iktidarıyla devletin ve toplumun varlığını ve geleceğini özdeş sayıyor. XXI’inci yüzyılda bu kafayla bir toplumu yönetmek mümkün müdür? Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı değil midir?
Saray rejimi geniş eğitimli (entelijansiya) kesimi -ki, toplumun dinamik kesimidir- düşman sayıyor. Tüm özgürlükleri yok ediyor, asgari hukuk diye bir şey tanımıyor, muhalefeti ‘terörist’ ilan ediyor ve öyle davranıyor. Ekonomiyi tam bir iflasa sürüklemiş durumda. Ekonomik kriz de sosyal krize dönüşmüş bulunuyor. İfade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün zerresi yok… En temel hukuk kuralları ayaklar altına alınmış durumda… Hızla büyüyen sosyal sorunlara ekolojik yıkım eşlik ediyor… Doğa utanmazca katlediliyor, yaşamın temeli aşındırılıyor. Rejim kendini bütçeyi, hazineyi, müşterekleri ve doğayı yağmalama temeli üzerinde var ediyor… Artık özelleştirilmemiş, paralılaşmamış, metalaşmamış, kâr aracına dönüştürülmemiş hiçbir şey yok. Toplumun ‘tutkalı’ işlevi gören, insanları bir arada tutan müşterekler tasfiye edilmiş durumda… Bu tam bir sürdürülemezlik durumudur. Dolayısıyla söz konusu olan ‘kriz’ değil ‘çöküştür’. Şeyleri adıyla çağırmamak yalan söylemektir, yalanla da bir yere varmak mümkün değildir…
Her türden sorunlar çığ gibi büyürken, itirazların ve muhalefetin büyümesi de eşyanın tabiatı gereğidir ve büyüyor. İnsanlar işsiz, aç, geniş bir kitle de kazandığıyla geçinemiyor… Sağlık hizmetleri özelleştirildi ve artık parası olmayan, yeterli gelire sahip olmayan geniş kitleler sağlık hizmetlerine ulaşmakta zorlanıyor. Eğitim sistemi de özelleştirme kıskacında ve yerlerde sürünüyor. Sosyal hizmetler son derecede yetersiz. Covid-19 sosyal güvenceden yoksun olmanın ne demek olduğunu gösterdi… Saray rejiminin inandırıcılığı ve meşruiyeti yok… Bu yeni durumda eski tarz muhalefetin koşulları da ortadan kalkmış bulunuyor. Dolayısıyla, muhalefetin de ‘yenilenmeye’, bildik burjuva siyasetinin dışına çıkmaya ihtiyacı var. Başka türlü söylersek muhalefetin, Saray rejiminin karşısına yeni bir paradigmayla çıkması gerekiyor… Yeni paradigma ve yeni bir perspektif olmadan bu yıkım, bu iflas tablosundan çıkmak mümkün değil.
Kapitalizm dahilinde dağ gibi biriken sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir! Artık bunak kapitalizmin insanlara, topluma teklif edebileceği bir şey yok! Eğer işsizlik varsa, yoksulluk varsa, açlık varsa, doğa tahribatı (ekolojik yıkım, iklim krizi) pupa-yelken yol almaya devam ediyorsa, etik değerler yerlerde sürünüyorsa, yaşam anlam kaybına uğramışsa, bunun sebebi sadece mevcut iktidarların, burjuva politikacılarının ‘yanlış politikaları ve uygulamaları’ değil, bunak kapitalizm… Zira, kapitalizm dahilinde ‘doğru politikalar’ uygulamanın koşulları artık yok… Kitleleri aldatmak, oyalamak da artık eskisi kadar kolay değil… Dolayısıyla ne ile cebelleştiğini bilmek büyük önem taşıyor… Bu, kapitalizmi aşma, yeni, farklı, başka bir şey yapma perspektifinden yoksun olanların bir şansı yok demeye gelir… Artık şeyleri adıyla çağırma zamanı gelmiş olmalıdır… Üstelik zaman da daralıyor… Eski tarz düşüncenin, politikanın bir şeye yaraması mümkün değil…
Şeyleri anlamadan değiştirmek mümkün değildir ve boşuna anlamak aşmaktır denmemiştir… O zaman düşünce tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Başka türlü söylersek, bir düşünce devrimine -ideolojik kopuş densin- ihtiyaç var. Elbette bu Politik İslamcı iktidardan acilen kurtulmak gerekiyor ama sorun AKP öncesine, Covid-19 pandemisi öncesine dönmekle çözülebilir değil… İleriye bakmak, yeni, farklı bir şey yapmak gerekiyor… Tabii yeni, farklı şeyler yapabilmek de ancak yeni bir paradigmayla, yeni bir perspektifle mümkün… Umudu büyütmenin yolu mücadeleden geçiyor. Harika dramaturg, şair Bertolt Brecht’in dediği gibi: “Mücadele edenin kazanması kesin değildir ama mücadele etmeyen daha baştan kaybetmiştir”…