Son 20 günde zindanlardaki hasta tutsakların yaşamını yitirdiklerine dair haberleri üst üste alıyoruz. Öyle ki artık neredeyse birkaç günde bir yeni bir hasta tutsağın tedavi edilmediği, en ağır baskı koşullarında tutulduğu ve serbest bırakılmadığı için deyim yerindeyse katledildiğine tanık oluyoruz. Katledilme diyorum çünkü mevcut hastalıklarıyla, zindan koşullarında tedavi edilmeden bu insanları tutmak, öleceğini bile bile bırakmamak anlamına gelir ki bunun da başka bir izahı yoktur.
Patnos L tipi Cezaevi’nde 18 Eylül günü yaşamını yitiren Takiyettin Özkahraman’ın durumuna bakalım. 75 yaşında, kronik yüksek tansiyon, kalp yetmezliği, solunum ve akciğer yetersizliği ve reflü hastalıkları bulunan bir emekli öğretmen. 2017 yılında tutuklanmış, suçu ise bir dönem HDP’nin Malazgirt ilçe başkanlığını yapmak. Defalarca cezaevinde fenalaşmasına rağmen tedavi edilmediği gibi, kendisinin, ailesinin ve avukatının tüm başvurularına rağmen tahliye edilmemiş. Yani yaşamını yitireceği bilinmesine rağmen tedavi edilmeyip, bırakılmayarak katledilmiş.
Yine Patnos L tipi Cezaevi’nde 24 Eylül günü yaşamını yitiren Ali Boçnak adlı yurtsever Kürt melesinin durumu daha da trajik. 80 yaşındaki Ali Boçnak sadece Kürtçe mevlit okumuş diye KCK Operasyonları kapsamında yargılanarak 7,6 yıl ceza verilmiş. Kendisini yargılayıp ceza veren mahkeme heyetinin hepsi FETÖ kapsamında tutuklanıp ceza almışlar ancak buna rağmen Yargıtay cezayı onamış ve 2017 yılında tutuklanmış. İHD’nin hasta tutsaklar listesinde bulunan Ali Boçnak’ın ileri derecede prostat, beyinde damar tıkanıklığı, nefes darlığı, böbrek yetmezliği, hemoroid ve göbek fıtığı gibi pek çok hastalığı bulunuyormuş. Son iki yılda cezaevindeyken hem hemoroidden hem de göbek fıtığından ameliyat olmuş. Son ameliyatında mikrop kaptığı için durumu gittikçe fenalaşmış. Ancak buna rağmen aile ve avukatlarının şartlı tahliye talepleri “bağımsızlar” adı verilen koğuşa geçmediği gerekçesiyle ret edilmiş. Yani teslim olmazsan bırakmam denilerek açıktan katledilmiş.
Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaşanan durum ise daha farklı. Bu cezaevinde 23 Eylül günü Sinan Gencer adlı siyasi tutsak kaldığı tek kişilik hücresinde ölü olarak bulunmuş. Yani yetkililer öyle diyor ve olayı intihar diye duyuruyorlar. Ama Sinan’ı tanıyan arkadaşları ve ailesi onun böyle bir şey yapacağına inanmıyorlar. Sinan’ı davasına bağlı, iradeli, güçlü biri olarak tanıtıyorlar. Öyleyse iki ihtimal kalıyor. Sinan Gencer ya zindanda dayatılan baskı ve işkence uygulamalarını protesto etmek için yaşamına son verdi ya da kaldığı tek kişilik hücrede intihar süsü verilerek katledildi. Aslında her iki durumda da fail devlettir.
Son örnek ise Elbistan Cezaevi’nden. 57 yaşındaki Muhammed Emir 2 Eylül günü Corona Virüs nedeniyle kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. 28 yıldır zindanda olan ve tahliyesine 2 yıl kalan Muhammed Emir ne yazık ki devletin siyasi tutsaklara yönelik bilinçli ihmalinin son kurbanı oldu. Rojava’nın Afrin kentinde doğup büyüyen Muhammed Emir, neredeyse ömrünün yarısını zindanda geçirdi. Halkını sevmek ve özgürleşmesini sağlamak adına hiçbir bedel ödemekten çekinmeyen bu büyük Kürt yurtseveri, 30 yıllık cezasını bitirmeye 2 yıl kala maalesef devletin ihmali sonucu yaşamını yitirdi.
Üstelik basına yansıyan haberlere bakılırsa Elbistan Cezaevi başta olmak üzere pek çok cezaevinde Corona Virüs salgını oldukça yaygınlaşmış. Muhammed Emir’in dışında Elbistan Cezaevi’nde 35 siyasi tutsağın testlerinin pozitif çıktığı ve bu insanların hastaneye götürülmeden kaldıkları koğuşta karantina adı altında tecritte tutuldukları belirtiliyor. Silivri, Şakran, Tarsus, Hilvan, Van başta olmak üzere pek çok cezaevinde yüzlerce siyasi tutsağın salgına yakalandığı yansıyor basına. Bu insanları bırakmamak, tedavi etmemek, zindan koşullarında iyileştirmelere gitmemek, tam tersine baskıları arttırmak ve tutsakların salgından korunmaları için gerekli imkanları kendilerine sunmamak tam bir toplu katliam girişimidir.
İnsan tüm bunları okuyup duydukça böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duyuyor ve ülkeyi bu hale getirenlere lanet okuyor. Bunu ülkeyi terk etme istemi, çağrısı ya da çaresizlik olarak ele almamak gerekiyor. Tam tersine bu durumdan utanç duymazsak, bizi, bu ülkeyi bu hale getirenlere lanet etmezsek durumun vahametini görmemiş olacağız. Çünkü normal görülecek ve kabullenilecek bir durum yok ortada. Böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duymak, bu ülkeyi bu durumdan çıkarmak için mücadele etmeyi getirir. Ülkesini utanılacak noktadan çıkarmayı gerektirir. Ülkeyi bu hale getirenlere karşı mücadele etmeyi ve bu utanç durumuna son vermeyi gerektirir. O açıdan utanç devrimci bir duygudur ve doğru anlamlandırılırsa güçlü bir mücadelenin en sağlam zeminidir.