12 Eylül faşist darbesi ardından götürüldüğümüz Diyarbakır 5 no’lu zindanında epeyce Türk arkadaşın varlığına da tanık olmuştum. Değişik meslek grubundan bu arkadaşlar, darbe anında Kürdistan’dayken ele geçmiş, çeşitli işkencelerden geçirildikten sonra tutuklanmışlardı.
Arada sohbet etme şansımız, tanışma yakınlaşma fırsatımız olurdu. Hepsi, yol ve yöntemlerimiz farklı da olsa bizim gibi ülke insanının özgürlüğü ve mutluluğunu düşündükleri için oradaydılar ve günlük dayak ve çeşitli işkence faslından nasiplerini alırlardı. Hatta bazen ‘Hem Türk hem de teröristsin öyle mi’ denilerek daha fazlası da olurdu. İçlerinden ikisi bugün gibi aklımda, yaşadığım sürece de unutacağımı sanmıyorum.
O yıllarda zindan tecrübesi olanlar, akşam sayımı yapılıp kapılar kapandıktan sonra kapının tekrar açılmasının pek hayra alamet bir şey olmadığını iyi bilirler. İşte öyle bir geceydi, birdenbire tüyleri diken diken eden o metal sesleri yankılandı koğuşumuzda. Kapımız açılmıştı. Ya içimizden biri alınıp işkenceye götürülecek ya da yeni tutsak ya da tutsaklar katılacaktı aramıza. İkincisi oldu. Tekme tokatlar eşliğinde birini ittiler içeriye.
Saçları beyaz, yüzü beyaz, ellili yaşlarında, Kürt olmadığı her halinden belli, elleri, ayakları kalas darbeleriyle şişmiş, parçalanmış, ağzından burnundan kan akan biriydi. Asker son tekmesini savurup kapıyı kapattığında yere yığılıp kaldı ve ağlamaya başladı. Yüksek sesle ağlıyordu. Biraz ağlasın, rahatlasın diye bekledik. Sonra kafasını kaldırıp bizlere bakmaya başladığında kalkıp yanına gittik. Arkadaşın biri bir leğene su koyup getirdi, yüzünü, ellerini, ayaklarını yıkadık. Hemen yakındaki yataklardan birine yatırdık. Tüm vücudunda işkence izleri vardı, ne tarafa çevirsek acıyla bağırıyordu. Sonuçta battaniyeyi başına kadar çekti, ağladı, ağladı, uyudu.
Sonraki günler öğrendik hikayesini mühendis Memet abinin. Koğuşumuza gelmesinden bir hafta önce askerler karayolları bölge müdürlüğüne arama yapmak üzere gitmişler. Memet abi de ekibi ile bir yol genişletme çalışması için çıkmak üzereymiş. Bir taş kütlesini patlatmak üzere yeteri kadar dinamit varmış o esnada odasında. Yapılan aramada bu dinamitler ‘bulunmuş.’ Anlatamamış derdini, ‘Müdüre sorun, kayaları patlatıp yolu genişleteceğiz, işte proje, işte harita’ demesi pek de işe yaramamış, bir haftalık işkenceli sorgudan sonra da yanımızda bulmuştu kendisini.
Siyasetle hiç mi hiç alakası yoktu Memet abinin. Bütün dünyası evi, işi ve çocuklarıydı. Bizim yanımızda farklı bir gezegende gibiydi. Her mahkemeye gidişinden bir saat önce (O gittikten sonra yatağının üzerine koyacağımız) bütün eşyalarını bize paylaştırır, ‘Hakim bey anlayacaktır beni, kusura bakmayın ama ben sizler gibi örgüt üyesi falan değilim arkadaşlar, bugün kesin tahliye olacağım ve adalet yerini bulacak’ der gider, dönüşte yatağına çekilir, eşyaları yatağın altına fırlatır ve battaniyeyi başına çekerek uzun uzadıya ağlardı. Epey bir süre yattı. Yanımızda kaldığı süre içerisinde yaşadıkları ve gördükleriyle sistemi kavradı, faşizmin insana neler yapabileceğinin canlı tanığı oldu. Tahliye olup giderken artık o eski mühendis Memet değildi. Koğuştan çıkmadan önceki son bakışı ve dolu gözleri bunun en iyi ifadesiydi.
Unutamadığım ikinci de kişi bir askerdi ve siyasiydi.
Diyarbakır’da, Kürt yurtseverlere işkence yapılan yerlerden birinde rütbesiz askermiş. Belli saatlerde, el ayak çekildikten sonra, işkencedeki tutsaklara, yemeyip koynunda sakladığı bir iki parça ekmek bazen de su verirmiş. Bir gece ‘suç üstü’ yakalanmış. Zaten işkencehanede, hemen başlamışlar ve günlerce işkence yapmışlar. En son gece, ters kelepçeyle Filistin askısına alınmış ve orada unutulmuş. Normalde on beş, yirmi dakika kalması gereken askıda bütün gece kalmış ve kollarının liflerinde kopmalar olmuş. Kolları olması gereken yere gelmiyor ve geride duruyordu. İlk zamanlarda tuvaletini yapabilmesi için fermuarını, kemerini arkadaşlar açıyor, yemeğini yemesine yardımcı oluyorlardı. Nadiren götürüldüğümüz hamamda yine arkadaşların yardımıyla yıkanırken, omuzlarındaki ve koltuk altlarındaki morlukların hala geçmediğini gördüm.
**
Kürt Yurtsever Hareketi, stratejik olarak bölge halklarının birlikte yaşamaya çok uygun karakterde olduğunu her söyleyişinde, aklıma öncelikli olarak bu iki Türk zindan arkadaşım gelir. Biri zaten siyasiydi ve neyin ne olduğunu bildiği için kendi çizgisi – tercihleri vardı. Aç susuz işkence gören Kürt yoldaşlarına ekmek ve su taşıdı ve bu uğurda çok ciddi bedeller ödedi.
Diğerinin ise dünyadan haberi yoktu. Kürt desen, sınıf desen ‘O da ne’ diye soracak kadar apolitik bir insandı. Yaşam, bir rastlantı sonucu ona çok şey öğretti. Önce kendi sistemiyle ve egemenleriyle tanıştı. Mühendis olmasının, siyasi olmamasının, herhangi bir örgüt üyesi olmamasının hiçbir önemi olmadığını öğrendi. Kürtlerle tanıştı, Türklerin, elinde ayağında açtığı yaraları onların iyileştirmek için nasıl koşuşturduklarını gördü. Giderken ki son bakışı, dolu gözleri çok şey ifade etti. Ulaşabilir, konuşabilir, kendimizi anlatabilirsek bir insanın nasıl dönüşebileceğini de anlamış oldu.
**
Onlarca ulusal kanalın ve tüm yurda yayılan gazetelerin manşetleri, haberleri aynı. Onlar halkın beynini yıkarken bizi içimize döndürmeye, ‘ o onu dedi, bu bunu dedi ‘ ile uğraştırmaya çalışıyorlar. Bunca işin arasında, bir iki insanın bir iki cümlesini haftalarca gündem edip tartışıyoruz. Sosyal medyamızı bu tarz anlamsız şeyler dolduruyor. Oysa ne kadar çok işimiz, el uzatmamız, ulaşmamız gereken insan var.
İşkencehanedeki Filistin askısında kol kasları koparılmış Türk devrimci zaten bizimle hareket ediyor. O, dostu da düşmanı da iyi biliyor. Ama ulaşılması gereken milyonlarca mühendis Memet abi var, ne olup bittiğinden bihaber. Ulaşıp anlatmak mümkün ama biz ne yazık ki yüzümüzü tam anlamıyla onlara döndüremedik henüz.
AKP-MHP koalisyonu bizim Memet abilere ulaşmaya başladığımızda neler olacağını bizden daha iyi biliyor ve korkuyor. Korkuyor ve yolu kesmek adına yapılabilecek hiçbir şeyden geri durmuyor. Ancak bütün zulme, işkencelere ve tutsak etmelere rağmen çoğalmamız, tutulan yolun doğruluğunu gösteriyor.