Ersin Çaksu / Halep
Suriye iç savaşının son iki buçuk yılında rejim karşıtı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile El Kaide menşeili radikal grupların toplanma merkezi İdlib oldu. 2016 yılının son aylarından itibaren Rusya, İran ve Türkiye arasında başlatılan Astana görüşme serileri sonucu Halep, Dera, Guta, Hama, Humus gibi Suriye kentlerinde önce tasfiye, sonra ise tahliye edilen rejim karşıtı grupların nakledildiği son durak İdlib’di. Ve bu yerler temizlendikten sonra şimdi çanlar, Hatay’ın güneyinde Lazkiye’nin kuzeybatısı ve Halep’in batısında oldukça stratejik bir yerde bulunan İdlib için çalmaya başladı.
İdlib ne zaman ve nasıl düşmüştü?
Suriye’de hala Esad rejimini devirme ve yerine İslami menşeili bir yönetim kurma hayallerinin canlı olduğu 2015 yılının Mart ayında Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın desteklediği silahlı gruplar El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra bayraktarlığında Ceyş El Fetih (Fetih Ordusu) ismiyle bir araya gelmiş ve kenti ele geçirmişti. Böylece Suriye’nin 14 vilayetinden biri olan İdlib, başta El Nusra ve müttefikleri olmak üzere silahlı grupların en büyük lojistik güzergahı olmuştu.
İdlib nasıl silahlı grupların toplanma merkezi oldu?
Ancak çok geçmeden Kasım ayında Türkiye, Rusya’nın bir savaş uçağını Hatay sınırında düşürdü ve çok kısa bir süre sonra Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yazdığı özür mektubunun hemen ardından Astana süreci başladı. Bu süreç bir yandan Türkiye-Suudi-Katar ittifakını bozarken, bir yandan da Putin tarafından çok ustaca Erdoğan’a ödetilen Suriye diyeti oldu ve Türkiye’nin aktif destek verdiği bu gruplar yine Türkiye eliyle tasfiye edilmeye başlandı. Ve sırasıyla Halep, Deraya, Humus, Hama, Dera, Kuneytra ve Suriye’nin birçok bölgesinden tahliye edilen gruplar yeşil otobüslerle İdlib’e, yani Türkiye’nin burnunun dibine istiflenmeye başlandı.
Politika değişiklikleri nelerdi?
Suriye iç savaşının başında Esad’ın devrilmesi iddiasıyla hareket eden Türkiye’nin bu iddiasının yerini zamanla Kürt karşıtlığı aldı ve 2016’nın sonlarından bugüne kadar daha önce “öfkeli çocuklar” olarak nitelendirdiği grupları baba ocağına döndürmenin karşılığında Rusya’dan Cerablus, Ezaz, Bab ve Afrin’e girme izni almayı başardı. Şüphesiz ki Türkiye’yi yanına çekmekle bir taşla birkaç kuş vuran Rusya, azami kâr hırsı esprisiyle, Türkiye’yi “sonuna kadar kullanma” -hem silahlı grupların tasfiyesi için hem de ABD-NATO’ya karşı kullanma- fırsatının tadını çıkaracaktı.
Çatışmasızlık bölgeleri ne anlama geliyordu?
Temmuz 2017’deki Astana görüşme serisinde Rusya, İran ve Türkiye, Suriye’de 4 çatışmasızlık bölgesi ilan etme kararı aldı. Bunlar; Dera-Kuneytra, Doğu Guta, Humus ve İdlib’di. Şimdiye kadar iki çatışmasızlık bölgesinde büyük çatışmalar yaşanmadan silahlı gruplar tasfiye edildi. Ki bunlar da Doğu Guta’ya karşılık Afrin için Türkiye’ye icazet verildi. Suriye’nin güneyindeki Dera ile Kuneytra’da da ABD, Rusya ve Ürdün’ün anlaşması ve Rusya’nın İsrail’e İran’ın sınırlardan çekileceği garantisinin verildiği planla oldu. Geriye, Türkiye’nin çatışmasızlık bölgeleri kapsamında 12 güvenlik kulesi (Salwa, Simon dağı, Aqil dağı, Anak dağı, Raşidin, El Eys, Til Tuqan, Surman, Morek, Meydan Xezal, İştabraq dağı, Türkmen dağı) inşa ettiği, Rusya’ya buradaki silahlı grupları “radikal” ve “ılımlı” diye ayırt etme taahhüdü verdiği İdlib kaldı.
İdlib’de hangi silahlı gruplar var?
İdlib’deki silahlı grupların başını en başından beri El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra çekiyor. Birleşmiş Milletler ’in (BM) “terör örgütleri” listesinde yer alan El Nusra, bu listeden çıkmak için daha önce isim değişiklikleri yaptı ve son olarak Heyet Tehrir El Şam (HTŞ) ismini aldı, ayrıca Temmuz 2016’da El Kaide ile bağlantılarının kalmadığı ve sadece Suriye’de mücadele edeceği yönünde beyanatta bulundu, ancak ikna edici olamadı. Ama diğer gruplarla yaşadığı çatışmalar ve iç çatışmalarına rağmen İdlib’deki esas güç hala El Nusra. Ancak El Nusra’nın şu aralar Suriye krizinin başından beri hep iyi ilişkiler içerisinde bulunduğu ve hatta Erdoğan’ın 2015’te Batı’ya “Neden El Nusra’yı terör örgütü olarak görüyorsunuz?” savunmasına mahzar olmuş Türkiye ile başı belada!
El Nusra’nın başını çektiği ve Ceyşül Sünne, Cundul Aksa, Liwa El Heq, Ceyşül Ehrar ve Ensar El Din gibi onlarca grubun bulunduğu ve “radikal” olarak nitelendirilen Heyet Tehrir El Şam bloğu. Ama bu blok ise kendi içinde iki kanattan oluşuyor. Birinci kanatta her şart altında El Kaide’yi ve lideri Eymen Zewahiri’yi savunan radikallerden oluşurken, ikinci kanatta ise El Nusra’nın başındaki Muhammed Colani çizgisi bulunuyor.
İkinci blokta ise daha sonra Heyet Tehrir El Şam’dan ayrılan ve Türkiye destekli Ehrar El Şam ile ittifak kuran Nureddin Zenki yer alıyor. Bunlara başkaca irili ufaklı çok sayıda grubun katılmasıyla Şubat 2018’de Suriye Ulusal Cephesi isimli ikinci blok oluşturuldu. Bu grupların çoğu Fırat Kalkanı’nda yer almıştı.
Ancak bu her iki blokta da yer almayan ve ağırlığını İhvancıların (Müslüman Kardeşler) oluşturduğu Feyleq El Şam, Ceyşül İdlib, Ceyşül Nuxbe, Ceyş El Nasır, birinci ve ikinci sahil tümenleri gibi gruplar da Mayıs 2018’de Ulusal Kurtuluş Cephesi isimli bir yapı oluşturdu. Bu grupların birçoğu hem “Fırat Kalkanı”na hem de Afrin operasyonuna katılmışlardı.
Öte yandan aralarındaki geçişkenliği çok fazla ve sık olan bu grupların yanı sıra dışarıdan cihatçıların da sayısı azımsanmayacak düzeyde. Özellikle Uygurların oluşturduğu Türkistan İslami Partisi, Türki cumhuriyetlerden gelen Taliban menşeili kişiler ve Çeçenistan’dan gelenlerin oluşturduğu gruplar da ayrı bir başlık konusunu oluşturuyor.
Türkiye kimleri kimlerden ayıracak?
Türkiye, Astana’da verdiği taahhütler gereği, çoğunluğu El Kaide menşeili bu grupları “ılımlılaştırmaya” ve onlara yeni bir kostüm biçmeye çalışacak. Hedefte ise El Nusra var. Suriye rejiminin İdlib operasyonu için düğmeye başlama sinyallerini vermesi üzerine 1 Ağustos günü Suriye Ulusal Cephesi ile Ulusal Kurtuluş Cephesi grupları Ulusal Kurtuluş Cephesi’yle birleştiğini duyurdu. Bu Türkiye’nin Rusya’ya “Bakın hallediyoruz, bunları ayrıştıracağız ve ılımlılaştıracağız ama biraz daha zaman gerekiyor” demek için attığı bir adımdı. Şimdi sırada Heyet Tehrir El Şam ve kanatları var. Fakat basına sızdığı kadarıyla Heyet Tehrir El Şam şimdiye kadar Türkiye tarafından yapılan kendilerini feshetme ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılma önerilerini kabul etmiyor.
İdlib’de kim ne bekliyor, ne planlıyor?
Şam kırsalı, ülkenin güneyi ile güneybatısını Astana görüşmelerinin katkısıyla çok büyük dirençle karşılaşmadan alan Suriye rejiminin yeni hedefi İdlib. Bunun için son günlerde İdlib’in güneyi ile güneybatısındaki Cisr El Şixur kasabası sınırına yoğun bir sevkiyat yaptı, havadan “teslim ol” bildirileri attı ve yer yer taarruza geçiyor. Diğer yerlerin düşmesiyle gücünün büyük kısmını İdlib’e kaydıran rejim, bu son vilayeti de alarak silahlı gruplara karşı zaferini elde etmeyi hedefliyor. Rejimin en büyük destekçisi Rusya da günün sonunda İdlib’in alınması konusunda rejimle hemfikir. Ama nasıl alınacağı konusunda rejimle aralarında nüans farkları var. Rusya, rejimin aksine İdlib’i almak için pek aceleci değil. Çünkü İdlib’in alınmasının yanı sıra Türkiye’den azami kâr elde etme ve Türkiye’yi bir süre daha ABD-NATO’ya karşı kullanma taktiği daha kârlı duruyor. Hele ki Türkiye ile ABD arasında gerilim yükselmişken…
Çünkü Rusya için Türkiye’nin durumu tam da Putin’in Suriye danışmanlarından Alexander Lavrentiev’in mealen söylediği “NATO’dan çıkmış bir Türkiye yerine NATO’daki bir Türkiye daha çok Rusya’nın işine gelir” tespiti gibi. Diğer yandan sahadaki büyük güçlerden olan İran, Rusya’nın İsrail’e verdiği İran güçlerini sınırlardan uzak tutma ve Devrim Muhafızları’nın ABD tarafından kara listeye alınması hasebiyle elleri kolları bağlanmış gibi görünen sahada daha az görünür olmaya ve taleplerini rejim üzerinden dayatma yolunu güdüyor. Sahadaki diğer bir güç ABD ise Rusya ile uzun zamandır yaptığı görüşmeler neticesinde Suriye sahasında belli bir uzlaşıya varmış gibi görünüyor. Öte yandan Trump ile Putin’in 16 Temmuz’da Helsinki’de yaptığı görüşmede Suriye konusunda ana hatlarda mutabakat sağlandığı ifade ediliyor.
Silahlı grupları ayrıştırma-ılımlılaştırma ve günün sonunda tasfiye etme vaadinde bulunan Türkiye, şu anda en zor durumda olan güç konumunda. Çünkü El Nusra ve bileşenleri diğer bölgelerdeki tecrübelerden hareketle oynanan oyunu görüyor ve birleşmeyi kabul etmiyor. Abdulhamit’in denge politikasıyla Osmanlı’nın ömrünü biraz daha uzatması gibi Erdoğan da son iki yıldır ABD ile Rusya arasında şantajlarla ömrünü uzatmaya çalıştı. Durum artık “ABD ile anlaşırsak Minbiç’e, Rusya ile anlaşırsak Afrin’e gireceğiz” noktasında değil.
İdlib konusunda Türkiye’nin şu sıralar en acil ihtiyacı biraz daha zaman. Daha önce Rusya’nın İdlib için 7 Eylül’e kadar Türkiye’ye süre tanıdığı basına yansımıştı. Geçtiğimiz günlerde de Şerq El Ewsed gazetesi, Türkiye’nin “tüm silahlı grupları ulusal ordu çatısında altında toplama, Türk ordusu denetiminde bu grupların ağır silahlarının toplanması ve yerel yönetimlerin oluşturulması” gibi bir dizi taleple gittiğini ve süre istediğini yazdı. Türkiye’nin gönlünde yatan senaryo, şöyle ya da böyle “ikinci bir Kıbrıs” ya da “ikinci bir Hatay” ama “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” senaryosu da orta vadede pek de yabana atılır bir senaryo değil.
Ufukta hangi senaryolar var?
İdlib’de ne yapılacağı tam olarak kestirilemezse de olası bazı senaryolar mevcut. Kabaca bunlara bakacak olursak;
Anlaşma sağlanmaması durumunda rejimin buraya yönelmesi ve çatışmaların yaşanması ihtimali: Burada Rusya’nın hava desteği verip vermemesi belirleyici olacak. Zayıf bir ihtimal de olsa Rusya, Türkiye’den alacağı daha büyük tavizlerle rejime hava desteği vermeyebilir, ortaya pata bir durum çıkabilir. Ama Rusya’nın savaşın başında desteklediği rejimi son savaşında yalnız bırakması zor gibi görünse de bunun için Türkiye’den nasıl tavizler koparacağına bakmak gerek.
Anlaşma sağlanması ve silahlı grupların ağır silahlarını teslim etmesi ihtimali: O zaman da İdlib meselesi bir süre daha gündemdeki yerini korur ama buradaki silahlı grupların artık tahliye edilecek başka bir yerlerinin olmaması durumu daha da karıştırır.
Diğer bir ihtimal: İdlib’deki grupların şöyle ya da böyle Afrin, Cerablus, Ezaz ve Bab’a süpürülmesi. Görünen o ki Türkiye, İdlib konusunda pazarlığı kızıştırarak, Rusya’ya bunu kabul ettirmeyi planlıyor. Eğer bu çatışmalı bir şekilde olursa, yani İdlib’deki gruplar direnir ve bu da Rusya ile gerilime neden olursa -ki Türkiye’nin bunu pek göze alacağı tahmin edilmiyor- Türkiye’nin yeni bir koruyucuya ihtiyacı olacak. Büyük ihtimalle bu koruyucu da NATO şemsiyesi olacak. Ancak çatışmadan İdlib tahliye edilirse -ki burada da Türkiye, büyük ihtimalle Rusya’yı ABD’yi bölgeden çıkarmak ve Kürtlerin kazanımlarına karşı bu gruplara ihtiyaçları olduğunu ikna etmeye çalışacak. Sonuncu ihtimal, en güçlü seçenek olarak dursa da Türkiye açısından bu ihtimalin de kendi içinde çokça handikapı bulunuyor. Tabi ki “Kürt anasını görmesin” politikasının geldiği nokta çok trajik sonuçlara gebe olsa da evladı Osmanlı’nın sarığının altında neler dolandığı da artık çok sır değil.
DSG ne yapacak?
Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) İdlib operasyonuna katılması Suriye hükümetiyle varılacak anlaşmaya bağlı. Edinilen bilgilere göre, bu yönde görüşmeler sürüyor. Zaten Suriye hükümetiyle siyasi çözüm için de resmi görüşmeler başlamış durumda. Eğer anlaşma sağlanırsa, bünyesinde birçok İdlibli savaşçı da bulunduran ve geleceğin Suriye’sinde rol almak için rüştünü ispatlamış olan DSG’nin operasyona katılımı güçlü bir ihtimal. Tabi operasyonun Afrin ve hatta diğer yerleri de kapsaması durumunda… Ama Suriye rejimi bir Pyruss zaferine ikna olur, bunu kabul etmezse o zaman ortaya yeni oyunlar, yeni senaryolar ve dinamikler devreye girer.