Pandemiyle mücadelede başarısız olan Fransa’da Macron açıkladığı yeni kararlarla sokağa çıkma yasaklarına geri dönerken, mücadelede başarısız olan eski bakanların yargılanma süreci de başlatıldı
M. Şehmus Güzel
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un birçok televizyon kanalınca 14 Ekim 2020 Çarşamba gecesi yayınlanan soru-yanıtlı danışıklı dövüşü dibe vuruşun Frenkçesi olarak tarihteki yerini aldı. Görmeliydiniz, soruları sormak rolünü oynayanlardan TF1’in gazetecisi utancından yüzünü saklayacak yer bulamıyordu.
Martta koronaya karşı “nous sommes en guerre” diyerek savaş ilan eden “başkomutan” çarşamba gecesi maalesef sıradan bir doktor tavsiyeleriyle yetindi: Ellerinizi sabunla yıkayın! Daha önce de söylediği, yinelediği ve artık herkesin ezberlediği şeyleri tekrarladı… Korona belasından ölenlerin sayısı 33.037 iken ölü sayısını “32 bin” olarak ilan etti. Kimi sorulara yanıt vermek yerine topu taca atmaya kalkınca soru soran soruyu anımsattı.
Bu “soru-yanıtlı buluşmayı” neden yaptığı sorusunu da biz seyirciler birbirimize sorduk. Evet gidişin çok berbat olması nedeniyle yeniden yeni tedbirleri, daha sıkı, daha zorlu tedbirleri açıklayacaktı. Onun içindi. Ama bir kez daha yarım ve yetersiz tedbirler ilan etti. Korona ile mücadele için bulduğu yeni tedbir yine geç alındı ve dahası yetersiz kalmaya mahkûm: Couvre-feu yani sokağa çıkma yasağı.
Fabrikalar çalışacak
Evet, Paris ve çevresiyle 8 metropolde 17 Ekim Cumartesi’nden itibaren Saat 21:00 ila 06:00 arasında sokağa çıkmak yasak. Lokanta, bar, cafe vesaire gece saat 21:00’de kapanmış olmalı. Yaklaşık 20 milyon insan gece 21:00-06:00 arasında sokağa çıkamayacak. Belirli meslek sahipleri ve ilgili hukuki düzenlemelerde açıklanan koşullar içindekiler hariç. İş hayatı sürecek. Gece çalışanlar çalışmaya devam edecek. Metrolar işleyecek, fabrikalar da…
Perşembe günü Başbakan, Ekonomi ve Maliye Bakanı, Sağlık Bakanı, Çalışma Bakanı, İçişleri Bakanı saat 14:00’te başlayan ve iki saat kadar süren basın toplantısında, Cumhurbaşkanı’nın ilan ettiği tedbirlerin ayrıntılarını, nasıl yönlendirileceğini, kimlere ne kadar mali yardım yapılacağını açıkladılar. Gece kapatmak zorunda kalan işyerlerinin kaybının nasıl karşılanacağını belirttiler. Yasaklara uyulması için 12 bin polis ve jandarmanın denetim amacıyla gece nöbeti tutacağını da. Yasağa uymayanlara 135 Euro para cezası…
‘Vuran devlet değil, virüs!’
Başbakan, sokağa çıkmak yasağının isimleri açıklanan Paris ve bölgesiyle, sekiz metropolle sınırlı olduğunu ama tüm ülke boyutunda Sağlıksal Olağanüstü Hal (SOH) ilan edildiğini açıkladı. SOH’un kurallarından birkaçını da hatırlattı: “Özel, ailesel, kişisel şenlikler yasaktır.” Eve davet edilenlerin sayısı ev sahipleriyle birlikte altıyı geçmemeli. Yaş günü kutlamaları, düğün dernek, öğrenci şenlikleri bir dahaki sefere. Başbakan, ders vermeye meraklı ve zaman zaman vurucu lakırdılar etmekten de kendini alamıyor: Vuran devlet değil virüstür!
İşsiz gençler sorunu
Maliye Bakanı, en az gelir sahiplerine yapılan yardımın arttırılacağını açıkladı. Ama iş bulamayan gençlerin düşünülmemiş olması üzdü. Onlara da mutlaka yardım elinin uzatılması gerekiyor. Bugünkü düzene, sisteme en çok kızan, sisteme karşı isyana bile hazır gençler ciddi eylemler yapabilir. Cumhurbaşkanı’nın soru-yanıt seansında durup dururken bir veya iki kez “Bana gençleri eleştirici bir şey söyletemezsiniz” demesi boşuna değil.
Onun ağzındaki gençlerle burada sözünü ettiğim gençler aynı sınıftan, aynı mahalleden değil. Birkaç gün önce kırk kadar gencin, varoş çocuklarının, Paris’in hemen yanı başındaki Champigny’de bir komiserliğe saldırı düzenlemesi sadece uyuşturucu satıcılarının gangsterleştiği iddiasıyla geçiştirilmemeli. Son günlerde polislere silahlı saldırılar da artıyor, bu tür olayların coğrafyası genişliyor ve banliyölerin ötelerine yayılıyor…
Adalet ile Yürütme geçinemiyor
“Kuvvetler ayrımı” Fransa’da bir gerçektir. Adalet ile Yürütme geçinemiyor. Bu da bir gerçek. Cumhurbaşkanı’nın emri altına alamadığı güç adalettir. Bu konudaki her girişimi yenilgiyle sonuçlandı. Fransa’da yargıçlar var! Adalet/Yargı güçlü pazılarını göstermekten de çekinmiyor. İşte son örneklerinden biri: “La Cour de Justice de La Republique” (Üst düzey kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma davalarına bakan mahkeme) başbakanları ve bakanları yargılama hakkına sahiptir. Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı görevi bitene kadar onu yargılanmaktan kurtarıyor. Ama sözleşmesi bitince gözünün yaşına bakılmıyor ve yargılanabiliyor: Jacques Chirac bir örnektir. Nicolas Sarkozy ise daha büyük bir örnek, birkaç davası sürüyor, Sarkozy yargılanıyor. Macron işbaşı yapınca bu üst mahkemeyi kaldırmak istedi ve isteği sürüyor ama gücü yetmiyor. Kavga devam ediyor.
“Korona Günlüğü” üst başlığıyla daha önce yayınladığım makalelerde birkaç kez, koronaya karşı akıllı, yetkin ve yeteri derecede etkili mücadele etmedikleri ve gelişi bilinen bir belaya karşı gerekli tedbirleri zamanında almadıkları için iki başbakan, iki sağlık bakanı, bir hükümet sözcüsü ve birkaç genel müdür hakkında açılan yüz kadar davadan söz ettim. Bu davalardan birinin araştırma aşamasında çok önceden belirlenmiş bir tarih olan, 15 Ekim 2020 Perşembe sabahı eski başbakan Edouard Philippe, eski sağlık bakanı Anges Buzyn’in evleri onlarca polis ve jandarma tarafından didik didik arandı…
Bugünkü Sağlık Bakanı ile Sağlık Genel Müdürünün evleri ve bakanlıktaki büroları da aynı biçimde arandı. Tarihi bir rastlantı sonucu Macron’un televizyondaki şovunun ertesi gününe gelmesi yargının yürütmeye gözdağı vermesi gibi yorumlandı. Televizyonların cahil yorumcuları tarafından. Sanki böylesi bir arama-tarama 12 saate hazırlanabilirmiş gibi. La Cour de Justice de La Republique tarafından yürütülen araştırmanın ne sonuç vereceğini göreceğiz. Haklarında yüz kadar dava açılan ilgililer korona ile mücadelede iyi yöntem kullanmadıkları için yargılanacaklar. Cezası iki yıl hapis ve 30 bin Euro…
Cumhurbaşkanı ve birkaç bakanın “Dünyanın en iyi sağlık politikasına sahibiz”, “Avrupa’nın prestiji en yüksek sağlık sistemimiz” şeklindeki sözleri ve uygulamaları korona belası karşısında madara olmalarını önleyemedi. Medyanın atışmacı takımları, meselenin özüne inmeden, sokağa çıkma yasağının neden saat 21:00, neden saat 20:00 değil gibi son derece mühim konuları tartışa dursunlar. Kimse “Yahu aynı mekanlar gündüz açık olunca virüs kapıdan girmiyor mu?” sorusunu sormadı. Doğal, çünkü bu ülkede sorular önceden hazırlanıyor. Böyle beklenmedik sorular sormak ayıptır (!)
Korona karnesi neden kötü
Oysa bu işin saklanacak bir yönü kalmadı: Avrupa devletleri içinde Fransa’nın korona karnesi çok kötü. Alınan tedbirler yüz kızartıcı bir biçimde yine ticaretin sağlığı yenmesiyle üzüyor. Bu kadar ticari kafalı olunmadı bu ülkede. Ultraliberaller her yolu deniyor. İnsaf artık lokanta, bar, cafe, eğlence mekanları gece belli bir saatte kapanınca belli bir miktarda gelir kasaya girmiyor ama açık olan saatlerde girecek zaten girmiş oluyor. Ama lokanta, bar, cafe sahipleri tatmin olmuyor ve hep bana hep bana, daha fazla daha fazla deyip sızlanıyorlar. Ayıp ediyorlar. Çünkü, bu zor günlerde, herkes gibi onların da vatan ve millet için fedakârlık etmeleri bekleniyor. Kesintisiz bir biçimde kasalarını, hep sağ taraftaki cüzdanlarını değil.
Bu arada dikkatimizden aman kaçmasın: Fransa’nın en çok turist ama çok paralı çok zengin turist çeken mekanlarından Nice, Bordeaux ve çevreleri sokağa çıkma yasağı dışında tutuldu. Oysa herkesin, bilhassa yetkililerin bildiği gibi, iki bölgede de virüs hızla ve yoğun bir biçimde dolaşıyor. Bu ve benzer çelişkiler Cumhurbaşkanının ve diğer yetkililerin söylediklerine güveni azaltıyor.
Kendisini sorgulayan iki gazeteciyi ikna edemeyen Macron nasıl bütün bir ulusu ikna edecek. “Biz yurttaşlardan oluşan bir ulusuz” dedi. İyi hoş da. Bütün yurttaşlar arasında olması arzulanan Cumhuriyet’in üç simge kuralından “eşitlik” ayaklar alına alınıyor. Yeniden ve yeniden. Ve her gün. Cumhurbaşkanı bizzat, ölenler arasında yoksulların sayısının çoğunlukta olduğunu söylüyor, üzüldüğünü belirtiyor ama eşitsizliği ortadan kaldırıcı önlemleri almıyor. Yoksulluk beterin beteri arttı, artıyor. Zenginler ise korona belası döneminde, altı ayda, zenginliklerini yüzde 400 küsur oranında artırdılar.
Yoksulluk daha da arttı
Fransa’da yurttaşların/halkın durumu, Mayıs 2020’de evde kal programından çıkılmasından sonra daha kötüleşti. İşte yansımaları: İşsizlik arttı. Fransa’da devlet işsizliğin denetimden çıkmasını engellemek umuduyla kimi tedbir alıyor. Ama yeterli değil. İşsizlik olgusuyla birlikte kaçak çalıştırılan işçiler meselesi de birden gün yüzüne çıktı. Yoksul ve geçinmek için kaçak çalışarak birkaç Euro kazanmak için uğraşanların günlük çalışmak şansı da kalmadı.
Evet yoksulluk arttı. Son haftalarda bir vesileyle gittiğim Chartres, Roubaix, Angers gibi taşra kentlerinde ve küçük kasabalarda süpermarketlerin neredeyse bomboş olduklarını gördüm. Dünyanın sonu sanki. İn-cin top oynuyor. Kasadaki gençlere “hep böyle mi” diye sordum. “Yok hep böyle değil akşama doğru biraz hareketleniyor” diyen de oldu, boynu bükük “Bilemiyoruz” diyen de. Süpermarketlerde geçmişin dev kuyrukları artık yok. En büyük süpermarket şirketi birçok mağazasını kapatmak ve 1500’den fazla emekçisini işten çıkarmak için yasal işlemlere başladı. Birkaçı ise mağaza sayısını azaltıyor. Kimi büyük şirketin koronayı bahane ederek işçi sayısını azaltmaya çalıştığı da söyleniyor.
Bu yoksulluk, geçinmek, çoluk çocuğunu doyurmak, giydirmek, okutmak için ana-babaları, yardımsever derneklere muhtaç hale getirdi: Secours Populaire, Secours Catholique, La Banque Alimentaire, Restos du Coeur gibi gıda ve giysi yardımı yapan derneklerin dağıtım noktaları önündeki kuyruklar uzuyor. Yoksullar yeterince beslenemiyor. Yedikleri içtikleri kötü, kalitesiz. Bütün bunlar yeni hastalıklara yol açıyor. Yoksulluktan doktora gidemeyenler var Fransa’da…
İlaç sıkıntısı başladı
Fransa’da ilaç sıkıntısı da yaşanıyor. En çok kullanılan ilaçlar en çok arananlar oldu. Neredeyse bütün Avrupalı şirketlerin ilaçlarını, maliyeti daha düşük olduğu için Çin’de ve Hindistan’da ürettiği ilaçlarda kıtlık başlayabileceğinden söz ediliyor. Avrupa devletlerinin “ilaçlarımızı kendi ülkemizde üreteceğiz” vaatleri şimdilik sözde kaldı. Bu konuda devletler üstü şirketler “bekle gör” havasında. Tedirginlik artıyor.
Çözüm kendi tedbirlerimizde
Sonbaharın son haftaları ve kış ve ilkbahar sıcak geçmeye aday. Cumhurbaşkanı bu belanın “2021 yazına kadar süreceğini” söyledi. Daha önce başka bir konuşmasında “2021 nisan veya mayıs ayından önce aşı buldum diyen yalan söylüyor” demişti. Durum ortada: Virüsle yaşamaya alışmalıyız. Yöneticilerimize güvenimiz sarsıldığı için kendi başımızın çaresine kendimiz bakmalıyız: Maskemizi taşımalıyız. Elimizi sabunla yıkamalıyız. Aramızda bir, iki metre mesafe bırakmalıyız. Kapalı mekanlarda uzun boylu kalmamalıyız. Aile içi yemek, ziyaret, toplantılarda, aile üyeleriyle birlikte, beş veya altı kişiyi aşmamalıyız.
“Havalandırmaya” çıkmayı asla ihmal etmemeliyiz. Açık havada dolaşmalıyız. Birkaç saat güneşte, güneş yoksa açık havada dolaşmalı veya oturup bir kitap veya e-kitap okumalıyız. Gazete ve dergileri unutmuyorum ama kitap ve e-kitapları da es geçmemeliyiz. Evlerimizi günde bir, iki belki üç kez onar dakika havalandırmalıyız. İyi beslenmeliyiz.
Yoksulları unutmamalıyız: Dayanışma ve yardımlarla: İki dilim peynir ekmek. Para yerine, ekmek, peynir, bir sandviç veya bir kebap. Yalnız yaşayan komşularımızın kapılarını tıklatmalıyız. Alışverişlerini yapmalıyız. Gelecek günlerin daha iyi olacağına inancımızı kesintisiz tebessümle sürdürmeliyiz.