Şair Seyyidhan Kömürcü ile yeni çıkan şiir kitabı Kendinin Ağacı’nı ve şiirin gücünü konuştuk
Ateş Alpar-Zeynep Sönmez
Şair ve yazar Seyyidhan Kömürcü’nün Kendinin Ağacı adlı şiir kitabı, Everest Yayınları’ndan çıktı. Kömürcü, dizelerin gücüne dair, güzelliğe ve evet direnmeye ama estetik direnmeye, karşıtına benzemeden direnmeye dair ışıklı cümleler kuruyor. Diyarbakır’da yaşayan şair ile son kitabı, şiirlerinin yabancı dillerde yayımlanması, yazma süreci ve yeni üretimlerine dair konuştuk. İyi okumalar…
- Yeni kitabınız Kendinin Ağacı eylül başında çıktı, hayırlı uğurlu olsun. Dünya Lekesi’nden sekiz yıl sonra yayımlandı. Sindire sindire yazıyorsunuz. Kendinin Ağacı’na varan bu süreçte neler yaptınız, son kitap nasıl ortaya çıktı, biraz bahseder misiniz?
Teşekkür ederim.
Yirmi yılı geçti yazıyla ve yayınla münasebetim. Bu süreçte üç tane şiir kitabım ve çeşitli dergilerde düzyazılarım yayımlandı. Ama elbette yayınlanan kısmından daha çok yazdım. Yazmış olmak ve yayınlamış olmak sayısal olarak aynı olmayabiliyor. Yani her yazdığımı yayınlamıyorum. Elimde ve aklımda her zaman birkaç çalışma daha oluyor. Kendinin Ağacı kitabından önceki zamanda ilk üç yıl sadece düşündüm. Yazıp bitirmem de demek ki beş yıl sürmüş. Ama gene belirtmek isterim. Kendinin Ağacı ile eş zamanlı yazdığım, sildiğim, vazgeçtiğim biraz biriktirdiğim başka metinler de oldu. Şimdi sıra onlarda. Aklım onlarda artık.
Kendinin Ağacı benim için zor bir kitaptı. Anlatamayacağım bir meseleyi yazmayı denedim. Birkaç kez vazgeçtim. Ama en sonunda her gün düzenli bir mesaiyle, kabaca bir takvim de belirleyip sadece onu çalıştım. Bitmiş bir şeyi çalışıyor gibiydim. Zordu; deftere, kaleme, kitaba, bilgisayar ekranına nefretle baktığım çok zamanlar geçirdim.
- Şiirinizin son dizeye kadar kendini açık etmediği, okuru ters köşeye yatırabileceği söylenmişti. Gerçekten de “kıştan” ya da “siyahtan” bahsetse bile umudu, direnişi, müdahaleyi öneren bir şiir dili ile karşılaşıyor okur. Şiiriniz politik olana poetik müdahalenin bir kanıtı elbette ama sizce bu konuda sınırlar nereye kadar zorlanabilir, estetik müdahalenin sınırları neler olabilir, öngörüleriniz var mı?
Bana göre bütün mesele “güzel etmek.” Estetiği ve dolayısıyla benim açımdan poetikayı her şey için gerekli buluyorum. Her ne yapıyorsak daha estetik daha temel prensiplerine bağlı kalarak yapmalıyız. Eksikliğini duyduğumuz güzellik bir yana derinleşen bir karamsarlık sarmış olsa da her tarafımızı, umut yaşadığımız son ana kadar olacak elbette. Fakat elimizdeki malzemeyi de bilmemiz lazım. İnsan ve doğa garip bir hal aldı. Çok idrak edilir gibi değil. Doğayla da insanla da ilgili çok şaşkınım ben açıkçası.
Öte yandan umut kazanmakla değil de eşitlenmekle tamamlanmalı diye düşünüyorum. Karşı durduğumuz dili kendi dilimizle boşa çıkarabileceğimize inanıyorum. Direnmek, evet, ama asla estetik kaygılarını yitirmeden, direndiğimiz şeye benzemeden. Güzellik her şeye kadir. Bir dize, bir duygu bütün dünyayı değiştirebilir.
- Diyarbakır’da yaşayan, coğrafyanın nabzını tutan bir şair olarak edebi üretim ile coğrafyadan beslenmek arasındaki ilişkiye nasıl bakıyorsunuz?
Açıkçası ben artık coğrafyayı şuradan başlatıyorum. Başımı koyduğum yastıkta uyanabiliyor muyum? Sorduğunuz biçimiyle coğrafyanın nabzı o kadar baskın ki her yerden hissediliyor. Hatta içindeyken daha az hissediliyor olabilir. Şiirime iyi gelen tarafları var ama ben İstanbul’suz, Mardin’siz, Bodrum’suz da yapamıyorum. Mesela “Kendinin Ağacı” Mardin, Gümüşlük ve İstanbul’da şekillendi. Ama Diyarbakır’da bir yazı odam olduğu için, burada daha çok yazıldı. Son olarak da kitabı gidip bir hafta Mardin’de kalarak bitirdim. Ben yazı için bazen bir yerlere giden, yazıyı odağıma alarak yaşamayı deneyen biriyim. Şimdi yazmakta olduğum kitap için de öyle olacak. Hâlihazırda Diyarbakır’dayım ama yazdığım metin için Mardin’de bir yazı evi planım var. Bütün bu bilgiler benim bir coğrafyayı yazdığım, bir coğrafyanın etkisiyle yazdığım anlamına gelmiyor. Havada yazılmış bir metin aslında benim arzuladığım. Çünkü düşerken de bir coğrafya, düşme anının da bir konumu olduğunu düşünüyorum.
- Dünya Lekesi adlı kitabınızı Sylvain Cavailles Fransızcaya çevirdi ve Kontr Editions tarafından yayımlandı. Sonra da Barbara Yurtdaş tarafından Almancaya çevrildi ve önümüzdeki günlerde Almanya’da yayımlanacak. Türkçe şiirin kendine yabancı dillerde bir yol bulması ve yurt dışında da bilinir hale gelmesine sık rastlanmıyor. Bu açıdan sizin kişisel şiir tarihinizdeki önemi nedir bu gelişmenin?
Başka bir dile çevrilmenin değişik bir duygusu var. Hele bu Fransızca gibi modern şiirin yetkin şairlerinin olduğu bir dil ise. Hem güzelleştiren hem de dediğiniz bilinirlik manasında zorlaştıran bir tarafı var. Ama bu bilgiye sahipseniz duygusunu da ona göre geliştiriyorsunuz. Benim için oradaki kitabevlerinin raflarında bile olması manalı. Ama tabii şiirin başımıza neler getireceğini kestiremiyoruz. Hiç ummadığınız anda hiç ummadığınız karşılaşma gücü de barındırıyor. Kendinin Ağacı Türkiye’de çok satanlar arasında ilk sıralarda mesela. Bir kere şiir olması hasebiyle ilginç bir sonuç bu. Yayınevlerinin satılmıyor diye basmaya imtina ettikleri şiirin çok satıyor olması bildiğimiz ve beklediğimiz bir durum değil. Ama dediğim gibi şiirin ne yapacağı hiç belli olmaz. İnsanın da.
- Güzel sanatlar fakültesinde okumuşsunuz. Resim sanatı ile şiir arasında benzerlikler bulur musunuz? Resmin şiirinizi etkilediğini düşünür müsünüz?
Elbette. Güzel sanatlar okumasaydım, çok eksik kalacaktım. Yazarken de yaşarken de sanat tarihi bana çok yardım ediyor. Disiplinlerin birbirine muhtaç olduklarını artık hepimiz biliyoruz. Ve plastik sanatların sanki bu disiplinler içinde ayrı bir önemi var. Bakmakla ve görmekle kendini var etmesi açısından bütün sanatsal ögelerin temel kurucusu gibi. Bunu Türkiye’de de dünyada da çok doğru şekilde birbirine yediren metinlerden, filmlerden, müziklerden de biliyoruz. Beni tam olması gereken zamanda bu alanla buluşturmuş olması sebebiyle her seferinde iyi ki o şehirde ve o okulda okudum diyorum.
- Şiir yazma süreciniz nasıl? Sürekli ve düzenli yazar mısınız, yoksa şiir bir oturuşta mı yazılır gerçekten?
Şiir daha çok biriktirdiğim bir şey. Hemen oturup yazdığım çok nadir. Bir süre düşünüyorum o meseleyi. Eğer düşünerek çözemediysem, gitmediyse başımdan, yazıyorum. Düzenli şiir yazmıyorum ama hayatımı şiire, yazıya göre kurduğum söylenebilir. Genel olarak sanat dışındaki meseleler artık çok az heyecanlandırıyor beni. Öte yandan yazma sürecini besleyen zamanlar var, bence o da yazmaya dahil. Yani bir metni yazdığınız sürenin öncesi ve sonrası da o metnin önemli bir zamanı. Güncel olanı bilmeniz eskiyi en azından hatırlamanız gerekiyor. Bu yüzden de şiir sanıldığı gibi geçerken yapılan bir şey değil. Duracağımız, uzadıya düşüneceğimiz, bakacağımız, dinleyeceğimiz bir mesai de istiyor bizden. Bende de öyle.
Mardin’de geçen ilk düzyazı kitabı
- Kendinin Ağacı kutlu olsun diye bitirirken son bir soru sormak istiyoruz: Önümüzdeki zamanlarda yazıyla ilgili bir planınız var mı?
Teşekkür ederim bu güzel söyleşi için.
Kendinin Ağacı ile eş zamanlı yazdığım bir düzyazı metin var. Mardin’de geçen ve benim de kitap olarak ilk kez düzyazıyı deneyeceğim bir biçim. Kendinin Ağacı’nın söyleşileri, imza ve buluşmaları biter bitmez ona yoğunlaşmayı planlıyorum.