Rivayet odur ki, 1970’lerin sonunda bazı eczacılar Türkiye’nin ilk ecza kooperatifini kurma girişiminde bulunmuş, haber dünya ilaç tekelini elinde tutan Rockefeller’in kulağına gitmiş ve piyasayı kaptırmak istemeyen büyük patron, hiç vakit yitirmeden düğmeye basıvermiş. Neticede, Manisa’da peş peşe üç eczacı öldürülmüş!
Casus filmlerine taş çıkartan böyle bir senaryo kimin ilgisini çekmez ki? Nitekim bunun gibi bir dizi komplo teorisini, aşılara dair yalan yanlış bilgileri ve daha birçok zırvayı bir araya getiren Soner Yalçın’ın “Kara Kutu: Yüzleşme Vakti” adlı kitabı bu sayede peynir ekmek gibi satar. 12 Eylül öncesi siyasi cinayetler furyasında öldürülen onca insandan üçünün eczacı olması, kendisini ‘araştırmacı gazeteci’ olarak sunan birinin böyle bir iddia yumurtlaması için yeterlidir. İddiayı destekleyecek herhangi bir belge veya kanıt gerekmez, tersine bazı verileri kasıtlı bir şekilde görmezden gelmek, ölenlerin siyasi kimliklerini -birinin MHP İl Başkanı, diğerlerinin de örgütlü CHP’li olduğunu- saklamak gerekir bu sonuca varmak için, ki o kadar maharet her komplo teorisyeninde bulunur.
Maddi veya siyasi herhangi bir menfaat için kasıtlı olarak yanlış bilgi yayma fiilini inceleyen bir bilim dalı bile var: Agnotoloji. En kısa ifadeyle ‘cehalet bilimi’ diyebiliriz, normalde yan yana gelmemesi gereken iki kelimeyi kullanarak. Geleceğin tarihçileri, bugünlere bakıp en gözde bilim dalı neymiş diye araştırdığında karşılarında pekala Agnotolojiyi bulabilir. Sosyal medya çağının parlattığı bir bilim: Bir araştırmaya göre Twitter’da sahte bir haberin yayılma hızı doğru haberinkinden altı kat daha fazla.
Cehalet artık bilgi eksikliğinden kaynaklı pasif bir pozisyon, bir yoksunluk hali değil. Kasıtlı, ısrarlı ve örgütlü bir şekilde üretilen, beslenen, yatırım yapılan bir alan. Ve nihayet cahil özne açısından bakınca, çoğu zaman benimsenerek sahip olunan, sahibine belli bir konfor sunan politik bir tercih.
Yalan haber yayarak bilgi kirliliği yaratmanın siyasi menfaat getirdiği, yükselen yeni sağın en güçlü silahlarından biri olduğu herkesin malumu. Ancak işin asıl yüzleşilmesi gereken tarafı, nedeni ister zihinsel tembellik olsun, ister psikologların “bilişsel cimrilik” dediği şey veya kendi savına destek bulma dürtüsü olsun, bu yalanların bu kadar çok alıcısının olması, yani bu yalanların gönüllü tüketicisi olarak kendi durduğumuz taraf.
Zihnini muhafazakâr sağ ideolojilere teslim edenler ile kendini o ideolojinin karşısında konumlayanlar bazen bu konuda aynı davranış güdüsüyle hareket edebiliyor. Özellikle bu türden kirli bilgilerin pıtrak gibi çoğaldığı savaş, yangın gibi felaket anlarında, iki karşıt cehah da sahtekarlığın alıcısı olmayı rahatlıkla benimseyebiliyor. Diyelim bir kesim yangının maden sahası açmak için çıkarıldığı iddiasına, diğer kesim ise ‘terör örgütü’ tarafından çıkarıldığına inanmaya o kadar hazır ki, bu bilgilerin ikisi de temelsiz çıktığında iki taraf inandığına inanmaya devam ederek yanlışı benimseme konusunda aynı noktada buluşuyor. Veya aynı kişi, bir yandan olmadık safsataları savunan din şarlatanlarını ve onlara inananları alaya alırken, öte yandan ne kadar akıldışı görünse de 5G teknolojisi, Bill Gates ve ilaç endüstrisi isim tamlamalarını aynı cümle içinde kullanılan teorilerin üstüne atlamakta tereddüt etmiyor.
İnternetin bilgiye serbest erişim sağladığı için onu çoğaltarak cehaleti azaltan bir platform olmasını beklerken, tam tersine bilgisizliği yaymanın en güçlü aracı haline gelmesi trajik bir ironi. Macar sanatçı László Moholy-Nagy 1920’li yıllarda, “Geleceğin cahili okuma yazma bilmeyenler değil, kamera kullanmayı bilmeyenler olacak” şeklinde bir öngörüde bulunmuştu. Bunu artık şöyle uyarlayabiliriz sanırım: Günümüzün cahili, karşısına çıkan bilgiyi teyit etmeyi bilmeyenlerdir.