Kürtçeye yönelik son saldırı, İstanbul’da adı sanı duyulmamış bir kaymakamın komutasında gerçekleştirildi. “Bêrû” ismiyle Kürtçeye uyarlandığı için İtalyan yazar Dario Fo’nun tiyatro eserinin “terör” bahanesiyle yasaklanması salt bugünkü yönetim anlayışıyla ele alınamaz ve anlaşılamaz.
Kürtçeye karşı Cumhuriyet tarihinde bildiğimiz ilk resmi asimilasyon süreci 1924 Anayasası’nda herkesi Türk sayan tekçi vatandaşlık tanımıyla başladı. Hemen bir yıl sonrasında bu tekçilik Şark Ishalat Planı ile tatbik edildi. Eylül 1925’te yürürlüğe giren planın amacı gayet açık: “Fırat’ın garbindeki vilayetlerin bir kısmında dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtleri Türk yapmak, Türkçeyi hakim kılmak…” Asimilasyon planı 1927-1935 arasında uygulanan Umumi Müfettişlik uygulaması ve kanunuyla sürdürüldü: “Bütün memlekette Türk nüfusunu ve nüfuzunu hakim kılmak…”
1913’ten beri yürürlüğe konulan asimilasyon politikaları kapsamında 13 binden fazla yerleşim yerinin ismi Türkçeleştirildi. 1968’de dönemin İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir rapora göre, 4 bini Kürtçe, 3 bin 600’ü Ermenice, 4 bin 200’ü Yunanca, 750’si Arapça, 400’ü Süryanice, 300’ü Gürcüce, 200’ü Lazca olmak üzere on binlerce yerleşim yerinin ismi değiştirildi.
1935’te çıkarılan “Tunceli Kanunu” ile Dersim adının değiştirilmesi ve sonrasında asimilasyonu tahkim etmek için on binlerce insanın jenoside tabi tutulduğu Dersim Katliamı ilk dönem Cumhuriyet tarihi açısından asimilasyonu tamamlama girişimleriydi.
Bütün bu saldırılara rağmen ne Kürtler dilinden vazgeçti ve ne de Kürt diline yönelik saldırılar son buldu. Asimilasyon politikaları iktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak sistematik bir biçimde sürdü. 1960’larda Kürtçe şiir yazdığı için yargılanan Musa Anter ve ona destek verenlerin yargılandığı 49’lar davası… 12 Eylül 1980 darbesinin Kürt dilini hedef alan politikaları… 12 Eylül sonrası Kürtçe kasetler toplatıldı, kitaplar yakıldı, asimilasyon “Devletin dili Türkçedir” hükmüyle bir kez daha resmileştirildi.
AKP ise bu asimilasyona son vereceği vaadiyle iş başına geldi ve yıllarca bu asimilasyonu bitirdiğinin propagandasını yaptı. Erdoğan, bu kapsamda iki önemli şey yaptı, birincisi Dersim Katliamı nedeniyle belgeler açıklayarak özür diledi, ikinci olarak asimilasyon politikalarından bir kısmının belgelerini yayınladı. Mayıs 2011’de Van’da yaptığı seçim mitinginde şu belgeleri paylaşmıştı:
“Belge 1: Bağdat’ta, Necah Basımevi’nde Kürtçe olarak bastırılmış olan kitabın dağıtılmasının ve yurda sokulmasının yasaklanması ve mevcutlarının toplatılması… İmza, Reisicumhur İsmet İnönü ve CHP’li bakanlar kurulu.
Belge 2: Suriye’de yapılıp yurdumuza sokulan 1763 ve 1764 sayılı Kürtçe plağın yurdumuza sokulmasının ve dağıtılmasının yasaklanması, mevcutlarının toplattırılması kararlaştırılmıştır. 28 Ekim 1944… İmza: Reisicumhur İsmet İnönü ve CHP’li Bakanlar Kurulu.
Belge 3: Hoybuncu Kürtlerinden Haço oğlu Süleyman Haço tarafından yazılarak 1948 yılında Halep’te bastırılan ‘Modern Kürt edebiyatından parçalar’ adlı kitabın yurda sokulmasının yasak edilmesi ve elde edileceklerin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 25 Kasım 1949. İmza: İsmet İnönü.
Belge 4: Kürt Fukara Hayır Cemiyeti tarafından 1932 yılında El Cezire’de bastırılan Kürt Fukara Hayır Cemiyeti Nizamnamesi adlı kitabın yurda sokulmasının yasak edilmesi ve elde edileceklerinin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 25 Kasım 1949. İmza: İsmet İnönü… Altta CHP’li bakanlar.
Belge 5: Ahmet Hani (Xanî) tarafından yazılan ve İstanbul’da Necmi İstikbal Matbaası’nda basılan Memo Zin adlı kitabın yasak edilmesi ve elde edileceklerinin toplattırılması kararlaştırılmıştır. 13 Nisan 1950. İmza: Reisicumhur İsmet İnönü…”
Bu belgeleri açıklayan ve “CeHaPe zihniyetini” asimilasyon konusunda eleştiren Erdoğan yönetimi bugün o zihniyetten bin beterini yapıyor. 1990’larda yayın hayatına başlayan tek Kürtçe günlük gazete olan Azadiya Welat’ı, aynı tarihlerde kurulan Kürt Enstitüsü’nü kapattı. Halk iradesini hiçe sayarak kayyum eliyle gasp ettiği belediyelerdeki Kürtçe tabelaları indirdi, belediyelerin Kürtçe sayfalarını, Twitter hesaplarını kapattı, oy toplamak için reklamını yaptığı Ehmedê Xanî’nin, Mehmed Uzun’un isimlerini parklardan kaldırttı. Açılım sürecinde kurulmasına imkân tanınan Kürtçe okullar OHAL darbesi sonrasında bir bir mühürlendi. Kürtçe, TBMM’de tutanaklarında “bilinmeyen dil” olarak kodlandı, Kürtçe konuştuğu için Kürt milletvekilleri cezalandırıldı. Kürtçe konuşmalar ve yazışmalar “kaba ve yaralayıcı dil” olarak suçlandı.
AKP’nin Kürtçeye karşı yasaklar listesini uzatmak ve detaylandırmak mümkün. Ama işin özü şu; bu tekçi zihniyet devam ettiği sürece, Kürt karşıtlığı, Kürtçe düşmanlığı da baki. O yüzden roller değişiyor, dün asimilasyon rolü üstlenenler bugün Kürtlere şirin gözükmeye çalışıyor, dün Kürtlere şirin gözükmek için asimilasyonu eleştiren gücü bugün bütün gücüyle bu asimilasyonu sürdürüyor. CHP’yi “asimilasyon yapmakla” eleştiren Erdoğan yönetimi, CHP’li belediye Kürtçeye küçük bir alan açtığında onu “teröre destek vermekle” suçlayabilir.
İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliği istediği kadar “Biz Kürtçeyi yasaklamadık, terör propagandasını engelledik” diye gazel okusun, istediği kadar bu pratiğini inkâr etsin, Kürtçe düşmanlığını gizleyemez. Bu durum inkâr ve asimilasyonu gizlemek için “Kürt yoktur” inkârı kadar çirkindir.