Gören görmeyene gösterme, duyan duymayana duyurma ve bilen bilmeyene bildirme vicdanıyla bırakılmış. Bu çağın bize ödevi bu. Kimse kurtulmayacak, hep beraber ancak, el ele ve elden ele örülecek bir isyan getirecek yarınları. Yerden yere, bir yerlerden bir yerlere götürülecek, gidilecek veya. İllaki haritaları aşan bir anons lazım. Dürtecek uykuyu bir başkaldırı. Belki birden çok başkaldırı. Birbirinden farklı itirazlar silsilesi…
Gündelik hengame yoruyor bizi. Olanlara alkış tutmasak da alışmakla vokal oluyoruz. Ses veriyoruz sessizliğimizle. Bu yaygın yaşam bir salgın gibi kavuruyor yarınlarımızı, bir de olmasını istediklerimizi. Gül bahçelerimiz diyelim, dağ eteklerimiz ya da bir kıyısı denizlerin. Her yere sirayet etmiş bu kabul etmekler harlıyor yangınımızı.
Coğrafyanın kıyametini yaşıyoruz ve kaderini unuttuk çünkü her gün önceki günden berbat hallere uyandırıyor bizi. İnanmıyor ve umursamıyor bir yanımız bu kadere ve kıyamete. Biliyoruz; inanmak yetmez, çalışmak kazandırır, karşı kaldırımda alkış tutmak başka bir tufanı getirir.
Ah şu bildiklerimiz, çoğalsa keşke, menziline ulaşsa bir gün. Yeniden başlasa gün, yenilgileri unutmadan, yarınların bahtiyar aydınlığını şahit kılsak. Günler, geçmişler ve gelecekler. Yazılması bitmeyen bir roman gibi sürse hayatımız; belki bırakırız yazmayı ve hatırlamayı…
Bazı acıların kimsesi olmadığı gibi haberi bile olmayabiliyor. Dipsiz acılar kuyusu gibi. Kuytuluk bir yerde, kardeşe şahitlik yükünü bırakarak ölmek diye bir şey var. Mayınların efsanesinde değil, tam da içinde ölmek var. Bu başka bir vahşet. Bir spotçuda el değiştiren bir nesne gibi değişen gündemin içinde savruldu haber. Haber diyorum ama aslında bu bir katliam.
Geçtiğimiz günlerde haberi yapıldı ama kamuoyunun ilgisini çekmedi nedense. İnsanlar jandarma zoruyla mayına sürülüp katledildi. Öyle bir ölüm ki çaresizlik ve zorbalık, bir de kimsesizlik eklendi olaya. Aslında haberi takip eden Mezopotamya Ajansı dışında pek kimse yok. Bilindiği gibi, gerçeği yazınca haberi yapanlar tutuklanıyor. 2 insanın helikopterden atılmasını haberleştiren, bu vahşeti ortaya çıkaran gazeteciler şu an hapiste.
Kuzey ve Doğu Suriye’nin Hasekê kentinden Mardin’in Kızıltepe ilçesine 10 mülteci geçmeye çalışıyor. Duvarı aşıp sınırın Mardin tarafına geçenleri jandarma fark ediyor. Sınır boyunca başlıyor kovalamaca. O esnada 6 kişi yakalanırken, 1 kişi kaçıyor. Diğer 3 kişi ise sınır duvarıyla sınır tellerinin olduğu bölgede kalıyor. Yakalanan mültecilerden birinin eline el feneri veren jandarma diğer 3 mülteciyi aramasını isteyerek, mayınlı alana gitmeye zorluyor. Mülteci kabul etmemesi üzerine jandarma tarafından silah dipçiğiyle darp ediliyor ve zorla mayınlı bölgeye gönderiliyor. Mayınlı bölgeye gönderilen mültecinin yürümesi için ayaklarının önüne jandarma ateş açarken, mülteci dizlerinin üstünde mayınlı bölgeye giriyor. Duvar ile tellerin arasındaki bölgede kalan mültecileri bulması üzerine açılan ateşten kaçan mülteciler mayına basıyor ve yaşanan patlamada 4 mülteci hayatını kaybediyor. Tabi bu vahşete tanık olan 6 mülteci darp ediliyor. Adli işlem başlaması üzerine jandarma sahte bir rapor alıp darp olmadığını iddia ediyor.
Oysa olay resmileştiği için savcılığa intikal edilince gerçek ortaya çıkıyor. Eline fener verilip mayına sürüklenen İbrahim’in 16 yaşındaki kardeşi A.J., vahşeti şöyle anlatıyor: “Türkiye sınırına geçtiğimizde bir anda yanımıza yaklaşık 20 tane asker geldi. O askerlerden bir tanesi abimin eline fener verip, diğer kişileri de aramasını söyledi. Bu esnada asker abimin yakınına doğru ateş ediyordu. Ve abimin sırtına vuruyordu. Abim dizlerinin üstünde diğer şahısları aramaya başladı. Ben bu esnada kendisinden biraz uzaktaydım. Biraz ilerledikten sonra şiddetli bir şekilde patlama oldu. Sonradan anladığım kadarıyla abim aramaya çıkınca orada bulunan üç kişi kaçmaya başlamış. Bu esnada bir şahıs mayına bastı. Bunun neticesinde patlama gerçekleşti.”
Olay sınırlarda olunca, kuytuluklarda olunca ilgisiz kalıyor. Mülteci, Kürt, Alevi, LGBTİ, yani hep bir başkası. Beyazların hükmü, imtiyazlıların dürbünü gösteriyor nereye bakacağımızı, neyi duyacağımızı ve kime ses olacağımızı… Her yangının bir dumanı var. Çağ devrilir, geç kalan ne varsa bazen çağı devirir. Tarih ve an, evet, bir an, yangından kaçan bir kıvılcım olup başka bir dumanla bu çağ yangınını boğar.