‘Böl-parçala-yönet’ ve ‘kazan kazan’ politikaları ile Ortadoğu’daki birçok ülkeyi savaşa sürükleyen küresel güçler, bugün tıpkı bir bumerang gibi giderek doğrudan kendilerini vurmaya başlayan çözümsüzlük krizi ile karşı karşıya
İnsanlık tarihindeki siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel yönüyle önemli gelişmelere ev sahipliği yapan Ortadoğu, yıllardır küresel güçlerin savaş alanına dönmüş durumdu. Birçok medeniyetin, imparatorluğun gelip geçtiği, bölgede nüfuz kazandığı veya kaybettiği Ortadoğu, küresel ve bölgesel güçler açısından hem “kazancı bol” hem de o oranda gerilimi hemen her zaman yüksek bir coğrafya oldu. Geçmişte Mısırlılar, Asurlular, Babiller, Romalılar, Osmanlılar için geçerli olan bu durum günümüzde ise yerini ABD, İran, Türkiye, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve Rusya’ya bırakmış durumda.
Fakat ABD, Rusya ve AB gibi büyük oyuncuların askeri, siyasi ve ekonomik olarak Ortadoğu’da giriştikleri hegemonya mücadelesi birbirini besleyen bir kaos sarmalı içerisinde. Mevcut durumun nereye evrileceğinin işaretlerinden biri ise ABD’de kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimi olacak.
Ulus-devlet krizi
Ortadoğu’da kriz ve çatışma olgusu yeni olmasa da hem son yüzyılı kana bulayan kapitalist güçlerin hem de yerel işbirlikçilerinin çözümsüzlük ve çaresizlikleri elbette yeni bir durum değil. Yüzyıl önce bölgeyi ulus devletler ile parçalayıp, işbirlikçi yönetimler aracılığıyla yönetme denemeleri, kanlı bir yüzyılın sonunda halkların isyan çığlıklarıyla sarsıldı. Ancak halkların direnişleri örgütsüzlük, ideolojik yetersizlik ve öncüsüzlük gibi pek çok nedenden dolayı yeni diktatörlerin türemesinden öteye gidemedi. Eskinin yerini alan “yeni” olamadığı gibi çoğu zaman eskiyi aratır oldu.
Finans kapital ve bekçileri
Finans kapital, günümüzde kendi sistem modelinin çöküşünü önlemek için sınırsız bir genişleme yerine sınırlı ve kontrollü alanlar yaratmaya odaklanmış durumda. Ortadoğu’daki çatışma ve savaşların büyük bir kısmı da bu stratejinin bir parçası olarak gelişmekte. Küresel güçler tarafından kontrollü bir dengede tutulan saha ve kaynak hakimiyeti İsrail, Mısır, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi ülkeler eliyle kontrol altında tutulmaya çalışılıyor. Son yıllarda yaşanan müdahalelerde bu ülkelere verilen roller de bu gerçekliğe tekabül etmekte. Ancak giderek artan krizlerin büyük güçleri derin bir krize sürüklediği de çıplak bir gerçeklik. Öyle ki her türlü demokrasi ve özgürlük arayışını kendi çıkarları için tehlikeli görmekteler. Bu güçlerin ve yerel işbirlikçilerinin, Filistin ve Kürt hareketlerine karşı sürekli saldırı içerisinde olmaları da bu durumun bir göstergesi. Kerkük’ten Efrîn’e, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye varan operasyonlara yeşil ışık yakmaları ve bu kentlerin ele geçirilmelerinde önemli roller oynamaları bu gerçekliğin özeti durumunda.
Irak’ta çözümsüzlük girdabı
Küresel güçlerin beslediği çözümsüzlüğünün en çıplak haliyle gözler önüne serildiği ülkelerden biri Irak. Üzerinden 17 yıl geçen ABD’nin askeri müdahalesinin hiçbir çözüm getirmediği gibi harabeye çevrilen ülke, İran ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçlerin yayılmacı politikalarının da hedefi halinde. Türkiye, İran ve diğer bölge devletlerinin desteğiyle IŞİD’den Haşdi Şabi’ye, silahlı Türkmen örgütlerine kadar sayısız örgütün peydahlandığı ülke, bölgenin kalbinde adeta pimi çekilmiş bir bomba gibi. Yaşanan çatışmaların gölgesinde mevcut statükonun bir çözüm getirmeyeceği kötümser bir tahminden öte çıplak bir gerçeklik halini almış durumda. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı yadsınamaz bir gerçeklik iken ABD ve diğer küresel güçlerin Irak başta olmak üzere bölgeden çekilmeyi tartışması, mevcut krizin bumerang gibi kendilerini de vurmaya başladığının göstergesi olarak yorumlanıyor.
Arap baharı
Benzer örneklerden biri ise Tunus. Ülkede 2010’da başlayıp tüm Ortadoğu’yu derinden sarsan “Arap baharı” ile isyan bayrağını devralan halklar, diktatörlere ve antidemokratik rejimlere karşı destansı direnişler sergiledi. Ancak ideolojik ve örgütsel yetersizlik ile eskiyi aşacak nitelikte olmayan gelecek perspektifleri nedeniyle “Arap baharı” halklara zehir olurken, küresel ve bölgesel güçlere ise “yeni dünya” sistemi tezlerini hayata geçirmek ve müesses nizam tesisi için de bir fırsat oldu. Ortadoğu ülkelerinin demokratikleşmesini çıkarlarına aykırı bulan küresel güçlerin, binlerce yıllık tecrübeleriyle devrimleri kendi çıkarları doğrultusunda özünden koparmak için girdikleri hesaplar, yüz binlerce insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarca insanın göç etmesine ve eskiyi aratan kötü koşullarda yaşamalarına yol açtı. Kendileri için “kazan kazan”, halklar için de “kaybet kaybet” seçeneğini layık gören bu güçlerin yarattığı çözümsüzlük girdabı, özgürlük umuduyla ayaklanan halklara yaşamı cehenneme çevirdi.
Libya’nın çökertilmesi
“Arap baharı”nın etkili olduğu Libya’da da ülkeyi 42 yıl boyunca yöneten Albay Muammer Kaddafi, protestoculara sert yanıt vererek, koltuğundan vazgeçmeyeceğini açıkladı. Protestolarda bilançonun ağırlaşması üzerine küresel güçler halkların özgürlük isyanını fırsat bilerek sahaya indi. Fransa, yaşananlara seyirci kalamayacağını söyleyerek NATO ile birlikte müdahale gerçekleştirdi. Olayların büyümesi üzerine memleketi Sirte’ye kaçan Kaddafi, burada yakalanarak 20 Ekim 2011’de linç edilerek öldürüldü. Böylece yönetim Ulusal Geçiş Konseyi’ne devredildi.
Önce böl, sonra çatıştır
Trablus ve Tobruk merkezli ikili yönetim yapısının oluştuğu ülkede, küresel ve bölgesel güçler çıkarları gereği bazen çatışmaları derinleştirirken, bazen de ateşkesler ilan ederek devrimi halklara zehir etmeyi başardı. Kaddafi’nin devrilmesi sonrası dış müdahaleler ve iç çekilmelerle kaosa sürüklenen ülke, 2014 yılından bu yana iki ayrı hükümetin kontrolündeki bölgelere bölünmüş durumda. Türkiye’nin siyasi ve askeri destek verdiği Fayiz es-Serrac liderliğindeki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Tobruk merkezli hükümetin desteklediği General Halife Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordu (LUO) güçleri arasındaki çatışmalar 22 Ağustos’ta ilan edilen ateşkes ile sonlansa da uzmanlar bu durumun uzun süreli olmayacağı görüşünde.
Türkiye’nin hesabı tutmadı
Rusya, ABD, Fransa, Almanya, İtalya, Türkiye, Suudi Arabistan, BAE, Mısır gibi pek çok ülkenin müdahil olduğu pay kapma yarışında en ileri giden ülke ise Türkiye oldu. Öyle ki 2019 yılının sonlarına doğru UMH ile yapılan bazı anlaşmaların ardından Türkiye, SOHR’un verilerine göre; 18 bin civarında paramiliter gücü Suriye’den Libya’ya taşıdı. TSK de hem kara hem hava gücüyle ülkedeki savaşa müdahil oldu. Türkiye ve kontrolündeki paramiliter güçlerinin desteğiyle Trablus’a sıkışmış olan UMH, bazı alanlarda kazanımlar elde etti. Ancak 22 Ağustos’ta gerçekleşen ateşkes Erdoğan için Müslüman Kardeşler örgütü yöneticisi Muhammet Mursi’nin iktidardan indirildiği Mısır’dan sonra yeni bir hayal kırıklığı oldu. Çünkü petrol hilali Halife Hafter’in kontrolünde kalmıştı.
Suriye: Bilanço ağır
Domino etkisi yaratan isyanlar silsilesinin en ağır etkilediği ülke ise Suriye oldu. Babası Hafız Esad’ın ölümü üzerine 2000’de koltuğu devralan Beşşar Esad yönetimine karşı 2011’de Dera’da başlayan protestolara sert müdahale edilmesi tepkileri çığ gibi büyüttü. Sonraki süreçte protestolar tüm ülkeye yayılarak, silahlı çatışmalara dönüştü. Bu isyan da küresel ve bölgesel güçlerin kirli hesaplarının kıskacına alındı. Kısa süre içerisinde kendi içinde çok parçalı Özgür Suriye Ordusu’nun yanı sıra El Nusra, IŞİD gibi sayısız örgüt ortaya çıktı. Bu güçler aracılığı ile vekalet savaşı yürüten Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Çin, ABD, Rusya ve İran’a kadar pek çok ülke pay kapmak için sahaya indi. Böylece demokratik taleplerle başlayan isyan, bir kez daha kapitalist müdahaleciliğin rant sahasına dönüşmüş oldu. Ülkede süren savaş nedeniyle şimdiye değin 500 bin kişinin yaşamını yitirdiği, 5 milyonu aşkın kişinin farklı ülkelere gitmek zorunda kaldığı, 7 milyona yakın kişinin de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldığı ifade ediliyor.
Halkların umudu: Kuzey Suriye
Diğer ülkelere göre Suriye’de halkların “umut ışığı” olarak adlandırdığı gelişmeler de yaşandı. Kapitalist moderniteyi temsil eden küresel güçlerin tüm saldırılarına rağmen demokratik moderniteyi kendilerine rehber edinen Kürtler, 2011’de devrim için ayaklandı. Tüm dünya için tehlike haline gelen IŞİD’i yenilgiye uğratan Kürtler, kurdukları Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile halklara umut olsa da Türkiye’nin saldırılarına maruz kalındı. Türkiye bu kapsamda Kürtlere karşı aralarında IŞİD, El Nusra, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve son olarak dönüştüğü Suriye Milli Ordusu (SMO) olmak üzere çok sayıda örgüte her türlü desteği sundu. Bugün İdlib, Efrîn, Serêkanîyê, Girê Spî, El Bab ve Azez gibi yerlerde bu ortaklık devam etmekte. Yine insanlık düşmanı IŞİD’in Kobanê’yi saldırdığı dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” söylemi, bu ortaklığın önemli kanıtı olarak gösterildi. Keza bu söylemin mevcut tepkileri büyüttüğü 6-8 Ekim Kobanê protestoları, üzerinden 6 yıl geçtikten sonra HDP’ye yönelik operasyona gerekçe yapıldı.
Kim kazanacak?
Gılgamış Destanı’na konu olan sedir ormanlarını koruyan Humbaba’dan peygamberlik geleneğine, Karmatilerden Qazi Muhammedlere Ömer Muhtarlara, filozoflardan dervişlere varana dek tarihin en görkemli direnişlerinin yaşandığı bölgede kapitalist modernite ve demokratik modernite güçlerinin çatışmaları ise halen devam ediyor. Kimin başarılı olup olamayacağını ise bölge halklarının mücadele dinamiği belirleyecek.
Kaynak: İdris Sayılğan-Ferhat Çelik/İstanbul-MA