önetmen Krzysztof Kieslowski’nin ‘Veronique’in İkili Yaşamı’ adlı eseri, bizleri coğrafyayı aşan bir bağın peşinde sürüklerken kendi dünyasının içine çeker, bizi bildiğimizin ötesinde bir mucizenin olabileceğine inandırır. Filmin ana temasının ‘daha dikkatli yaşamak’ üzerine olduğunu belirten Kieslowski, ‘başarı’ kavramını değerlendiriyor ve şöyle diyor: “Kendimi ona karşı her zaman tüm gücümle koruyorum.” Yönetmen Krzysztof Kieslowski’nin endişelerinden biridir hayatı boyunca filmlerinin Polonya’nın dışında tanınmaması. Ancak yönetmenin “Veronique’in İkili Yaşamı” adlı filmi, bu endişeye son noktayı koyar. Eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan film hürriyet, eşitlik ve kardeşlik temalarının işlendiği “Üç Renk” üçlemesine giden kapıyı da aralar. Film, dil ve coğrafyayı aşan gizemli bir bağın peşinde sürükler izleyiciyi. Irène Jacob tarafından canlandırılan iki kadının yaşamının anlatıldığı filmde iki hikaye anlatır: Bir kadın Polonya’dan, diğeri Fransa’dandır. İkisi de müzik konusunda yetenekli olmasının ötesinde aynı isme sahiptir. İkisi de ‘diğeri’nin var olduğuna dair belirsiz, muğlak bir hisse kapılmıştır. “Tüm hayatım boyunca” der kadınlardan biri, “aynı anda burada ve başka bir yerde hissettim kendimi.” Yönetmen, “Veronique’in İkili Yaşamı” adlı eseriyle erotizm ile melankoli arasında gidip gelen şiirsel bir seyir sunar izleyiciye.
Filmde parçalar birbirine uymaz, ancak ortada tamamlanması gereken bir yapboz da yoktur. Film ustaca olduğu kadar güçlü bir etki de uyandırır. Film, bizi kendi dünyasına çeker ve bunu yaparken de dünyamıza geri döndüğümüzde hatırladığımızdan daha zengin ve mucizevi bir manzarayla karşılaşacağımız beklentisi yaratır. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise yönetmen Krzysztof Kieslowski, filmin temasına değiniyor ve film kariyerini sonlandırma nedenini anlatıyor. Yönetmen, “Kieslowski Kieslowski’yi anlatıyor” adlı kitaptan Türkçeleştirdiğimiz pasajda ise ‘başarı’ kavramı ile insan doğasının kendisi için ne anlama geldiğini anlatıyor.
Filminizin konusunu nasıl anlatırsınız?
Bu filmin ana teması ‘daha dikkatli yaşamak’ üzerine. Çünkü eylemlerinizin sonuçlarının ne olabileceğini bilmiyorsunuz. Tanıdığınız veya tanımadığınız insanlara ne yapacağını bilmiyorsunuz. Eylemlerinizin onları nasıl etkileyebileceğini bilmiyorsunuz. Dikkatli yaşayın, çünkü canı ve esenliği sizin eylemlerine bağlı insanlar var etrafınızda. Bu hepimizi ilgilendirir, çünkü yollar – insanlar ve onların kaderi- farkına varsak da varmasak da her zaman birbiriyle karşılaşıyor. Benim için sorumluluk da bu anlama geliyor: Dikkatlice ve ihtiyatle yaşamak. Etrafımızdaki insanları, en çok da kendimizi gözlemlemeliyiz.
‘Veronique’nin İkili Yaşamı’ ve ‘Üç Renk’ triolojisinde somut bir şekilde yerinden edilmişlik veya sürgün durumundaki sanatçı hissi var. Bu, sizin Polonya’dan yabancılaşmanızdan mı ileri geliyor?
Ben Leh’im. Varşova’da yaşıyorum. Kim olduğuma dair bir soru işaretim yok. (Krzysztof Piesiewicz ve ben) O filmler için senaryoları peş peşe yazdık. İşe koyulduğumuzda her birinin konsepti aklımızdaydı. Fikirlerin günlük hayatta nasıl işlediğini inceleyebilmek için kişisel hikayeler kullandık. Bu fikirler herkesi ilgilendirir. Bunun benimle veya nereden geldiğimde hiçbir ilgisi yok.
‘Üç Renk: Kırmızı’nın son filminiz olacağına neden karar verdiniz?
Daha ne yapabilirdim bilmiyorum. Tüm bu filmleri yaptım ve sonrasında sürekli aynı filmi yapıyormuşum hissiyle baş başa kaldım. 1987’den bu yana on dört film yaptım. Payıma düşenden fazlasını gerçekleştirdim. Şimdi diğerlerinin ne yapabileceğini gösterme zamanı.
‘Benim hırsımın başarımla bir ilgisi yok’
‘Başarı’ kelimesini sevmiyorum ve kendimi ona karşı her zaman tüm gücümle koruyorum, çünkü o kelimenin ne anlama geldiğine dair hiçbir fikrim yok. Benim için başarı, gerçekten hoşlandığım bir şeyi elde etmek anlamına geliyor. Başarı budur. Ve muhtemelen benim hoşlandığım elde edilemeyendir, o yüzden olaylara bu kavramlarla bakmıyorum. Tabii ki kazandığım tanınırlık, -belli veya hatta büyük bir ölçüde- her sinemacının hırsını tatmin edecektir. Ben kesinlikle hırslıyım ve hiç şüphe yok ki hırs nedeniyle davrandığım gibi davranıyorum. Buna hiç şüphe yok. Ancak bunun başarıyla hiçbir ilgisi yok. Başarıdan çok uzak bir şey bu. Bir yandan hırsım tatmin edildi.
Yine de, öte yandan, tanınırlık yalnızca hırsın tatmininizi sağlamasına yardımcı oluyor, çünkü asla tamamıyla tatmin olmayacak. Bir hırsı alsa tamamıyla tatmin edemezsiniz. Ne kadar hırslıysanız, hırsınızı tatmin etmek o kadar imkansız olacaktır. Tanınırlık, belli şeyleri kolaylaştırır ki bu da günlük sorunların çözümü için çok iyidir. Kolayca para bulabilmeniz, onun için mücadele etmenizden tabii ki daha iyidir. Aynısı oyuncular veya aklınıza gelebilecek her şey için geçerlidir. Ancak aynı zamanda işlerin kolaylaşmasının kendi içinde iyi olduğundan emin değilim. İşler daha zor olduğunda daha mı iyidir ondan da emin değilim. Izdırap çekmek mi yoksa ızdırap çekmemek mi daha iyidir emin değilim. Bazen ızdırap çekmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Herkes bir kere onu çekmeli. Bizi yapan o. İnsan doğasını yapan o. Kolay bir yaşama sahipseniz başka bir kişiyi önemsemeniz için bir neden yoktur. Kendinizi ve özellikle de başka birini önemseyebilmeniz için ızdırabı yaşayıp, ne anlama geldiğini anlamanız gerektiğini düşünüyorum.
Böylece canınız acıyacak ve canı acımanın ne demek olduğunu anlayacaksınız. Çünkü acının ne olduğunu anlamıyorsanız, acı içinde olmamanın ne olduğunu da anlamayacak ve acı eksikliğini takdir etmeyeceksiniz. En çok ızdırap çektiğim zamandan size asla bahsetmeyeceğim veya kimseye anlatmayacağım. O, en acılısı ve en saklısı. O yüzden, ilk olarak, hakkında konuşmayacağım, ve ikinci olarak, muhtemelen bir yerde gün yüzüne çıkmasına rağmen kendime çok ender itiraf ederim. Bir yerde dışarı çıktığına ve gerçekten istediğinizde onu bulabileceğinize şüphe yok.
*Bu yazıda, Patrick McGavin ve Zbigniew Banas’ın yönetmen Kieslowski ile yaptığı röportajın bir bölümü Türkçeleştirilmiş, “Kieslowski on Kieslowski” kitabından bir pasaj Türkçeleştirilerek alınmıştır.