1920’lerin sonunda Kürt sorunu üzerine yazdıkları ve anti-sömürgeci mücadelenin Türkiye devriminin gelişimi açısından önemini çok erken fark etmesi de Kıvılcımlı’yı ayrıksı bir konuma yerleştirir
M. Sinan MERT
Türkiye komünist hareketinin bir yol açmış, açtığı yolda hiç durmadan yürümüş, arkasından devasa bir gelenek bırakmış, merak ve hayranlık uyandıran isimlerinin en başta geleni Hikmet Kıvılcımlı’dır. Ölümünün üzerinden tam 49 yıl geçti ve mirası hâlâ birçok konuda ışıl ışıl parlıyor. İçinden geçilen faşizm koşularında morali bozulan, yılgınlığa kapılan kim varsa hepsi için bir Çoban Yıldızı’dır o. Büyük insanlığın kurtuluşu davasına olan sadakatini ne zindanlar ne de ihanetler tüketmiştir. En zor günlerde ayakta kalmanın, devran döndüğünde en önde koşmanın, ölümüne kadar tükenmez bir enerjiyle üretmenin adıdır.
Kıvılcımlı’nın projesi neydi? Kitlesel bir karşılığı olan bir proletarya partisi aracılığıyla bir hegemonya inşa etmek. Türkiye toplumunun içinde barındırdığı kültürel fay hatlarının belirlediği bir siyaseti aşmak, sınıf çelişkisini toplumsal başat çelişkisi haline getirmek, sınıf çelişkisini yaşamın her alanında görünür hale getirmek (tarih, edebiyatı Cedide’nin otopsisi, felsefe, metafizik sosyolojiler vs.) dolayısıyla sınıf adına kapsamlı bir hegemonya projesi geliştirmek, bu davanın organik aydını ve savaşçısı olmak, kitleleri kazanmak, kitleleri kendi davasının sahibi kılmak. Üretkenliği, yaratıcılığı, gerçekleşmemiş bir devrimin izini sürme ve üzerine düşünme kararlılıkları düşünüldüğünde Kıvılcımlı bu toprakların Gramsci’sidir diyebiliriz rahatlıkla.
Kıvılcımlı zaman zaman Kemalist olmakla zaman zaman da İslami olmakla damgalandı. Bunların ikisi de yanlıştır. Kıvılcımlı Kemalizmin burjuva devrimi olduğu noktasından bir milim geri kıpırdamadı. İslam’a yaklaşımının da Aydınlanma eleştirisi ile bir alakası yoktur. Kıvılcımlı tarihte determinizmin var olduğuna inanan, doğa kanunları benzeri toplum kanunları olduğunu düşünen oldukça Newtoncu bir bakış açısına sahiptir. Frankfurt Okulu gibi bir aydınlanma eleştirisinin yanından bile geçmez. Onun İslami bir devrim olarak alımlama çabası bilimsel bilgiyle desteklenmiş bir politik müdahaledir. Kemalizm içinden konuşmasına da böyle bakmak lazım. Kıvılcımlı bu ideolojileri içeriden çözerek, toplumun içine hapsedildiği kültürel fay hatlarını aşmaya çalışmıştır. Bunda başarılı olamamıştır ama bu yapılmaya çalışılanın yanlış olduğu anlamına gelmez. Hatta tam tersine bugünün en önemli görevlerinden bir tanesi Doktorcu projeyi başarılı bir biçimde hayata geçirmeye çalışmaktır. Cumhuriyetin krizi aslında Doktorcu projeyi yeniden işbaşına çağırmaktadır. İslamcı ve Kemalist projelerin çöküşü karşısında solun yeniden hegemonik bir seçenek haline gelebilmesi sınıf hareketinin içine kilitlendiği kültürel fay hatlarının çözülebilmesine bağlıdır.
Kıvılcımlı ordu meselesinde ne yapmıştır? 60’ların sonunda ortaya çıkan konjonktürde eğer Talat Aydemir vakası, Fethi Gürcan’ın mahkemelerde toprak reformunu savunması, 9 Martçılar gibi vakalar olmasaydı 60’lardaki söylemler mahkum edilebilirdi. Ancak bunlar birer vakadır. “Zaten hor görene metelik vermez. Pratikte vardır. Teoride yerini ister istemez alır.”15-16 Haziran işçi hareketindeki potansiyeli ortaya koymuş, gençlik hareketi sınıf hareketine akın akın kadro üretiyor ve devletin zor aygıtı içerisinde bir çatlak oluşturma olasılığı var. 60’ların devrim olanağını ciddiye alan tüm devrimci odakları bu ihtimali göz önünde bulundurmuştur. Sorun Kıvılcımlı’nın devrimin olanaklarını bir araya getirme çabasında değil hegemonyanın kaynağı olacak sınıf hareketinin inşasında yeterli yolun alınamamasıdır. 15-16 Haziran gibi bir büyük kabarış nasıl olur da arkasında hiçbir örgütlülük bırakmadan çekilir? Çünkü dönemin devrimci hareketi açısından temel mevzilenme noktası kentler değil kırlar olagelmiştir. Dönemin temel kadro kaynağı içerisinde fokocu ve acilci bakış açısı hakim olmuştur, Kıvılcımlı’nın 1971 devrimciliği ile temel meselesi budur. Onun meselesi devrimcilikle değil devrimin güncel görevlerinin tespiti ile ilgilidir. Ona göre eldeki imkanlarla sınıf partisi inşa edilmeli ve partili, kentli, sınıfı temel eksene alan bir devrimci mücadele geliştirilmeliydi. 1971 devrimciliği ile polemik yaptığı önemli yazı “Yeter Be” de örneğin kafasındaki seçeneğin Allende tarzı bir blok olduğunu hissettirir.
1920’lerin sonunda Kürt sorunu üzerine yazdıkları ve anti-sömürgeci mücadelenin Türkiye devriminin gelişimi açısından önemini çok erken fark etmesi de Kıvılcımlı’yı ayrıksı bir konuma yerleştirir. 1960’larda ilişkilendiği kitle hareketiyle bağ kurarken bu birikimini çok değerlendiremese de 1970’lerin sonunda Kürt Direnişi yükselirken doktorcuların ana gövdesinin ezilen halkın direnişini sahiplenme noktasındaki kararlılığında bu ayrıksı konum belirleyici olmuştur.
Kıvılcımlı gibi bir ömür ve miras üzerine ne yazsak, ne yapsak, ne konuşsak az. Onun yoldaşlığına layık olabilmek ise onurlu olduğu kadar zor ve meşakkatli…