Metin Aktaş’ın tarihsel gerçekliklere yakından baktıran bir başka romanı Bozkır Gülü, bozkırdaki bir köye atanan bir imamın hayatı tarumar ettiğini bir kız çocuğunun gözünden çarpıcı bir şekilde anlatıyor
Ercan Kaplan
Fam Yayınları edisyonuyla yayımlanan Bozkır Gülü, yerküreyi çepeçevre kuşatıp yaşamı durduran sömürü mekanizmasının kâr hırsı sonucu ortaya çıkan, salgın döneminde yayımını gerçekleştirdi. Yazarı Metin Aktaş yazın dünyasındaki yolculuğunu sebatla, insan ruhuna nüfuzunu derinleştirerek görev bilinciyle sürdürüyor. Kendisinin 20’ye yakın yayımlanan roman çalışmasında sanatının merkezine aldığı evrensel normları ustalıkla işleyen, ilmek ilmek nakışlayan tasvirlerinde vücuda getiriyor. Metin Aktaş’ın yetkin bir yazar olmasına karşın değeri yeterince teslim edilmeyen gerçekliği hatırda tutulmalıdır. Karanlıkta olan hakikatlerin gün yüzüne çıkması, dünyada ışık selinde yol alması için değerli çalışmalara imza atan bir yazarın piyasa işi kaleme bulanmaması da anlaşılır bir gerçekliğin tecellisi. Yazın dünyasına kazandırdığı eserlerinde yazı yazmanın sadece bir eylem olmadığını, dünyayı güçlü kollarıyla sarıp sarmalayan bir fikriyatını, fonun hemen arkasında yetkin bir yaşama tutkusuyla insanlığa amade hazır ve nazır pozisyonda görüyoruz…
Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesiyle inşa edilen TC, ırkçı-İttihatçı bir damarla Türk-İslam dışındaki halklara köleliği bahşetmişti. TC’nin kuruluşuna önderlik eden İttihatçı kadro Hıristiyan halkları imhaya, Kürt halkını Türkleştirmeye, Alevileri ise Müslümanlaştırmayı devletin kuruluş felsefesi ilanıyla işe zaten daha önce koyulmuşlardı. Devletin kuruluş arefesinde Hıristiyan halklar topyekûn bir imha harekâtıyla da azınlık durumuna getirilecekti. Dağlı Türk’ten, kart kurttan nemasını alamayan İttihatçı damar artık Kürtlerin bir ulus olduğunu çaresiz kabul etmek zorunda kalacaktı. Halihazırda TC’nin kuruluş felsefesi olan Türkleştirme politikası Kürt halkına karşı bir tür soykırıma yönelecekti. Alevilerin ise periyodik katliamlarla sürekli şüpheli gözlerle bakılarak diken üstünde yaşam haline süreklilik kazandırılacaktı… İşte tam da bu tarihsel gerçekler ışığında Metin Aktaş’ın romanının tam ortasında diken üstünde yaşayan Alevilerin yaşam diline pelesenk olmuş, terane mahiyetinde eskimeyen sistemli devlet reaksiyonları baş gösterir. Birbirlerine köprü olmuş çoğul irade, tekil bir iradeye dönüşüp kendisine benzemeyene yönelir ve hayatla olan organik bağı kopartıp mekanik bir ruhsuzluğa mahkûm eder hayatı.
İmam Cihat’ın köye geldiği günü bugün gibi anımsıyorum. Bütün gece yağan yağmur, o sabah küçük bir mola vermiş, kör bir sis köyü, bozkırı örtmüştü. (S. 20)
Romana adını veren 14 yaşındaki Bozkır Gülü isimli kız çocuğu başkarakter olarak romandaki yerini alır. Ailenin dört çocuğundan biri olan Bozkır Gülü, romanın başından sonuna kadar köye atanan din bezirgânı bir imamın hayatı nasıl altüst ettiğinin bize anlatıcısıdır. Her ne kadar yaşamı bozkırdan şehre taşınsa da bozkırın iklimini yaşar benliğinde. Tıpkı bozkırdaki gibi pencere kenarında bozkırın uz, yakın uğultusunu, hayallerine, eski günlerin özlemine apak karın lapa lapa yağışını seyre dalar. Diyarı gurbet eylese de bozkırda eksilmez soluğu, hep oradadır dünü ve günü. Nereye gitse de bozkırdan şehre sürüklendiği olaylar, devletin zulüm özeniyle örülmüş paslı zincir halkasına takılıdır.
Tren gittikçe, şiddetlenen yağmurun altında, karanlık gecede demir rayların üzerinde akıp gittikçe anladım ki ben, dünyanın sonuna da gitsem geçmişimden uzaklaşamayacak, geçmişim benimle birlikte gelecekti. (S. 129)
Bozkır Gülü romanı konusu itibarıyla gündelik telaşede sürekli tezahür eden sorunları etraflıca ele alıyor. Eser, kurgu olarak okuru karşılasa da yaşam ırmağından besleniyor, yaşandığı ise kuvvetle muhtemel. Devletin tipik bir refleksi olan, Alevi köylerine cami inşası, yaşamın doğal seyrini, birlikte yaşama iradesini dinamitler, yerle bir eder. Köye atanan Cihat isimli imam, adına uyumlu bir şekilde insani değerlerden uzak, fanatik bir tarzla yaşamı tuzaklar. İnsana, insani değerlere diş biler. Yalnızca insani değerlere değil, doğaya karşı da kara suratını gösterir.
Dinci gericiliğin paslı hançerini öncelikle köyün ortak dokusuna saplar. Çünkü miskal insaniyet taşımaz İmam Cihat. Özgür birey yerine, biat eden kin ile din ile bütünleşmiş bir insan tipini modelleme amacındadır. Öncelikle düşmanlık tohumlarını ekerek başlar zulme, ‘dini hassasiyetleri’ de bir zırh olarak kullanıp maddi, manevi sömürü çarkını döndürmeye başlar. Köylüler arasındaki dostluk köprüleri şiddet içeren dini telkinlerle bir bir çatırdamaya başlar. Şenlik yeri bozkırda cansız bir hayat peyda olur. Farklı inanç ve kültür ögeleri aleyhte kullanılarak devletin atadığı imamın softalık duvarına harç olur.
Koçgiri isyanından önce Kürt Alevilerinden oluşan köyün Koçgiri isyanından sonra demografisi değişime uğrar. Köye Müslüman ahali yerleştirilir. Sonrasında ise devlet, köye gönderdiği imam ile asimilasyonu, göçertmelerle, varoşlara sürgünlerle varlığını devam ettirecektir. Ateşe benzinle koşanların yarattığı etnik, inançsal baskıların yanında sınıf sorunuyla Kürt sorunu bir anlamıyla iç içe geçerek Kürt sorunu sınıfsal bir sorun olarak tecelli ediyor romanın satırlarında.
Bütün gün inşaatta çalışan insanların üzerlerinde duracak halleri yoktu. Yüzlerini, ellerini çimento, kireç yakmış bu insanların çoğu otuz yıldır süren iç savaşta evleri, köyleri yakılıp zorla topraklarından sürülmüş Kürtlerdi. S. 147
Köye atanan bir imamla hayatı darmadağın olan 14 yaşındaki romanın başkarakteri Bozkır Gülü’nün hayatı şehirde başka mecralarda akar. Yeni geldiği bu şehirde yurt basamaklarını adımlar, kaldığı yurdun penceresinden başka bir hayata bakar bir süre. Yurtsuz mutsuzluğu görür benizlerde. Sırtlarında bir bütün yaşamın ağırlığıyla bükülen bedenleri, köyleri yakılan, diline kilit vurulan bağrı yanık Kürtleri görür. Her adımıyla cehennemi taşır yolunda. Bileklerinde kelepçeler, ayaklarında prangalar, boyunlarında kulluk halkası gibidir hayat, şehirde hemhal olduğu, ortaklaştığı soluklarda…