Burada anlatılanları sadece bir kitap tanıtımı olarak okumanız eksik olur. Bu yazı, 5 Ekim 2020 Pazartesi günü 80 yaşına basan İnci Özgüden ve halen Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutsak tutulan Gültan Kışanak’a bir selam…
Hüseyin Aykol
Türkiye’de solun tarihini -hasbelkader- yazmaya çalışan kişilerden biri olarak Doğan Özgüden’i uzun bir süredir tanırım. Belki de şöyle demek daha doğru: Tanıdığımı sanıyordum! Ancak ‘Vatansız’ Gazeteci kitabını okuduğumdan bu yana, artık çok daha iyi tanıdığımı söyleyebilirim. İki ciltlik ‘Vatansız’ Gazeteci’yi soluksuz okumuş ve kitapla ilgili duygularımı o zamanlar yazmıştım.
Doğan Özgüden, sürgündeki mücadelesini ve yazmayı sürdürüyor. Aslında hiç bırakmadı zaten. Israrlı ve istikrarlı mücadelede kendisine en büyük yardım ise eşinden yani yaşam ve mücadele arkadaşı İnci Tuğsavul’dan geliyor. ‘Vatansız’ Gazeteci’den sonra Doğan Özgüden, yazdığı yazıları “Sürgün Yazıları” kitabında toplamaya başladı. Sürgün Yazıları’nın ilk cildi, onun 1971-2016 yıllarında Ant, İnfo-Türk, Demokrat Türkiye, Özgür Bakış, Barış ve Sürgün başta olmak üzere çeşitli yayın organlarında yayınlanmış yazıları ve kendisiyle yapılmış söyleşileri ile ‘Vatansız’ Gazeteci kitabı üzerine tanınmış yazarların değerlendirmelerinden oluşmuştu.
Sürgün Yazıları’nın ikinci cildinde 2017-2019 yılları arasında Artı Gerçek internet sitesinde yayınlanmış olan yazıları içeriyordu. Şimdi Sürgün Yazıları’nın üçüncü cildine ulaşmış bulunuyoruz. Burada da Artı Gerçek’te kimisini dikkatlice okuduğumuz yazılar yer alıyor. Ancak günün harala gürelesinden okumayı atladığımız yazıları da böylesi kitaplarda görmek güzel oluyor. Yani internet sayfalarında araştırmayı bekleyen böylesi yazıları kağıda basılı olarak görmeyi -en azından ben- halen çok önemsiyorum. Basılı kağıt, yani kitap, dergi kokusu beni mest ediyor. Nitekim yayınlanana kadar verilen uğraşları çok iyi bilen biri olarak bir kitabın yayınlanmış olmasını bile tek başına büyük bir başarı olarak görmüşümdür ben.
Düşmanının aleti
Sürgün Yazıları’nın üçüncü cildinin önsözünü İnci Tuğsavul-Özgüden yazmış. Yani Doğan Özgüden’in yaşam ve mücadele arkadaşı! Hani 5 Ekim’de 80 yaşına basan İnci Abla. O’nun bu kitap için kaleme aldığı önsöz, beni çok uzun yıllar öncesine, 1970’li yıllara götürdü. Mumlu kağıtlara daktilo ile yazılan bildiriler, o bildirilerin teksir makinasıyla çoğaltılması-basılması; onların gizlice -mesela deterjan kutularının içinde- taşınması; birkaç bildiri ve yasaklanmış birkaç kitap bulundurduğunuz için yıllarca hapiste yatma ihtimaliniz. Elbette işkencenin en dik alasından geçtikten sonra…
Kitabı İnci Tuğsavul-Özgüden’in hatırlattığı “Sürgünde IBM küreleriyle direniş” başlıklı yazıdan başlayarak okudum. Dediğim gibi kimi yazıları zaten Artı Gerçek’te okumuştum ama okumayı atladığım yazıları da fark ederek, yepyeni sanki hepsi bu kitap için yazılmış gibi okudum. Yazıların çoğu, neredeyse 1950-1960’lardan bugüne sürdürülen mücadeleyi, deneyimleri içeriyor ve bugünkü kuşaklar için çok önemli dersler barındırıyor. Elbette anlayana ve ders almayı isteyene!
Bir mucize
Özgüdenlerin sürgünde yayın faaliyet için çektiklerini zorlukları okudukça ben de 1990’lı yılların başlarında Özgür Basın Geleneğimizin ilk yayınlarında yaşadığımız teknolojik zorluklar aklıma geldi. Bölgede çok az muhabirimiz var. Ama bize neredeyse her köyden haber yağıyor. Telefon ediyorlar. Gelen haberleri İstanbul’da not alıyoruz. Söz konusu yerden tanıdığımız kişilere söz konusu olayı sorup, teyit edebilirsek haberleştiriyoruz. Haber yazarken tek iletişim aracımız telefon. Cep telefonu değil, evdeki telefonlar. O da herkeste yoktu, hatırlanacaktır. Düşünebiliyor musunuz? Bazen mektupla ‘haber’ -haydi, istihbari not diyelim- geliyor.
Sonra bize bir yerden faks hediye edildi. Sanırım Avrupa’dan gelen heyetlerden biri getirmiş olmalı. Yani biz satın almadık. Türkiye’de satılmaya başlanmamış olabilir. Ya da çok pahalıydı. Şimdi tam hatırlayamıyorum ama satın almadık; hediye geldi. Yayın Yönetmeni olarak ayrı bir odam vardı. Ancak orada Musa Anter, Feqi Hüseyin, Abdurrahman Dürre ve hatta İstanbul’a geldiğinde İsmail Beşikçi hep benim odama dolar ve Mezopotamya Kültür Merkezi, Kürt Enstitüsü ile ilgili konuları konuşurlardı. Onların yoğunluğundan kaçabilmek için ben masamı oradan çıkarıp, yarı balkon bir yere taşıdım.
Hediye olarak bize gelen faks makinasını da hemen yanıma kurdurdum. Yahu resmen mucize! Diyarbakır’da yazılan haber, anında bana ulaşıyor. Ben de haberin önemine binaen hemen dizgici arkadaşa veriyorum falan. Bölgedeki bürolarımıza gündem gönderiyorum. Faks hemen yanımda ve benim kontrolümde. Kimsenin ellemesine falan izin vermiyorum. Bozulur diye müthiş korkuyorum. Çünkü gerçekten şahane işe yarıyor. Telefonla yazdırılan, posta ya da otobüsle gelen haber nerede, hemen-anında bize-bana ulaşan haber nerede?
Gültan’a selamlar…
Yayın Yönetmeni ‘odam’ yarı balkon bir yer olduğu için bol güneş alıyor. Ben pek aldırmıyorum ama ya faks makinamıza bir şey olursa, diye çok korktuğum için onu güneşten korumak için evden bir örtü getirmişim. Valla nasıl bir örtü olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama o günleri bilen tutsak belediye başkanımız Gültan Özer-Kışanak, halen o örtüyü hatırlayıp, benimle dalga geçmeye çalışır ama ben bunca yıldan sonra faksımızın başına bir şey gelmesin diye yaptığım tüm korumacı önlemlerin arkasındayım! Kimbilir kaç manşet, o fakstan ulaştı bizlere. Elbette canı pahasına haber toplayan kahraman muhabirlerimiz sayesinde…
——————
* Sürgün Yazıları’nın üç cildi de yurt dışında İnfo-Türk,Türkiye’de ise Pırgiç Yayınları tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Kitabı Türkiye’de edinmek isteyenler mirangultekin@gmail.com’a e-mail ile başvurabilirler.