Türkiye’nin ekonomi, siyasi ve sosyal politikaları arasından tarım çıka(rıl)mış; çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketlerine doğrudan monte edilmiş durumda. Küresel şirketlerin dişlilerinin yapısına, dönme biçimine, isteğine ve hızına göre Türkiye tarımı dönüyor, döndürülüyor. O nedenle, ne iktidar ne ana muhalefet ve diğer muhalefet partilerinin ilgisine yeterince mazhar olmuyor, olamıyor tarım.
İktidar
İktidar 18 yıldır aralıksız, molasız ve tek başına hükümetliğini sürdürüyor. Yani “ayak bağı” denecek bir engeli yok. Ancak iktidar “milli tarım” diye diye tarımı çokuluslu şirketlere daha fazla entegre etti, bu istikamette de ilerliyor.
Muhalefet
Muhalefet, iktidarın her alanda olduğu gibi tarımdaki keyfi yönetim tarzı karşısında bir varlık gösteremiyor. Ayrıca tarımı yeterince önemsemiyor olacak ki, ciddi ve gerçekçi biçimde gündem yapmıyor. Bu yüzden muhalefet, çiftçilerle ortak duygularda buluşamıyor. Dolayısıyla çiftçilerin desteğini alamıyor, çiftçilerin oyunu toplayamıyor. “Nereden çıkarıyorsun bütün bunları” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Görünen köy kılavuz istemez. Gerçekler orta yerde duruyor. Daha açık ve net söyleyeyim: İktidar tarımda çokuluslu tarım, gıda ve ecza şirketlerini tahkim ederken, muhalefetin tarımı önemsemeyişinden kaynaklı dirençsizliği, Türkiye tarımının şirketlerin kontrolüne geçmesini sağladı.
Genel durum
Türkiye birçok üründe dünya birincisi; fındık, incir, kayısı gibi. Üzüm üretiminde dünya ikincisi, zeytinde dünya üçüncüsü, karpuzda dünya dördüncüsü. Birçok üründe ise dünya üretim sıralamasında ilk beş ve ona giren ürünleri üretebilme potansiyeline sahip. Ayrıca bazı ürünlerde kendine yetebilecek iken dışarıdan ithal ediyor; örneğin buğday, pamuk, nohut, fasulye mercimek.
Katma değer çabası yok
Bir de üretilen ürünlerde katma değere ulaşma politikası yok denecek düzeyde. Bu konuda hükümetin örgütleme gayreti ve arzusu da bulunmuyor. Kamu dışındaki örgütlenme çabalarına destek ise hak getire. Bütün bu nedenlerden ötürü tarım, elde etmesi gereken gelire içeriden ve dışarıdan erişemiyor. Çiftçiler, tarımın iç ekonomi dişlilerinin dışında tutuluyor olmasından dolayı iç piyasada kazanamıyor. Ürün ihracat fiyatlarını çokuluslu şirketler belirler durumda olduğundan tarımsal ihracat gelirinden eline bir şey geçmiyor. Türkiye tarımının gerileme konusunda istikrarı (!) sürüyor.
İhracat
Üretme konusunda çiftçilerin güçlüğü çok. Zar zor üretebildiklerinin ihracat fiyatlarını ne çiftçi ne hükümet belirleyemiyor. Bunu Mısır’daki Sağır Sultan da duydu biliyor. Bu yüzden binbir güçlükle elde edilen ürünler her yıl daha ucuza satılıyor. İrfan Donat, “Türkiye bugün 110 ülkeye yaş, kuru ve işlenmiş şekilde kayısı ihracatı gerçekleştiriyor. Ancak son beş yılda kayısı ihracatımızın stabil olmasına karşın her geçen yıl daha ucuza ihraç ediyoruz” diyor.
Donat:
“- 2015 yılında 1 kilogram kuru kayısıyı 4,64 dolara ihraç etmişiz.
– 2016’da 1 kilogram kuru kayısıyı 3,67 dolara ihraç edebilmişiz.
– 2017 yılına geldiğimizde söz konusu ihracat değeri 3 doların da altına inmiş ve 1 kilogram kuru kayısıyı 2,81 dolardan ihraç etmişiz.
– 2018’de 2,7 dolara ihraç ettiğimiz 1 kilogram kuru kayısıyı
– 2019’da 2,5 dolardan satabilmişiz.”
Bu veriler, beş yılda kayısı ihracatında kg başına yüzde 46 gerilediğimizi gösteriyor. Peki, fındıkta, üzümde ve diğer ürünlerin ihracatında durum farklı mı? Sayılmaz, benzer. İhracat politikamız daha doğrusu politikasızlığımız bu. Bütün olup bitenler sanki bizi ilgilendirmiyormuş gibi iktidar, muhalefet ve halk olarak birlikte locadan seyrediyoruz.
Neyi? Tarımın çokuluslu tarım, gıda ve ecza tekelleri eliyle çöküşünü, küçük aile çiftçiliğinin yok oluşunu… İyi seyirler Türkiye!