Tutuklu yazar Sami Özbil’in son romanı “Elim Sende” Ceylan Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Özbil, romanında mücadele içinde olan bir grup gencin yaşamlarını güncel tarih arka planıyla ele alıyor. Özbil, son kitabına ve edebiyata ilişkin soruları tutuklu bulunduğu Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nden mektup yoluyla yanıtladı.
‘Elim Sende’ romanınızda sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşananlar, ihraçlar, baskı ortamı gibi yakıcı ve bir o kadar da güncel politik meseleleri de ele alıyorsunuz. Bu konuları ele almanızın nedeni neydi?
Faşizm yürürlükte olduğu zamanlarda akla gelebilecek her başlık politikleşir. Ayrıca tercihlerimiz kadar kalemimiz, sakındıklarımız da kim olduğunuzu anlatan işaretler taşır. Baskı veya bir başka nedenle bu yaşanılanlardan uzak durmayı kendime yakıştıramazdım. Romanı yakın döneme kurdum. Karakterlerin tamamı o atmosferde nefes alıp verdi. Ancak bunu kişisel olarak göze sokarcasına yapmayı kişisel üslup olarak yeğlemedim. Doğrudan politik bir metinle edebiyat arasında böylesi bir özerk ilişki olduğuna inanırım.
Romanda okuyucuyu mücadele içinde olan bir grup gencin hayatlarına, duygularına konuk ediyorsunuz. Bunu yaparken de aşktan savaşa, mücadeleden cinsel şiddete, insanların doğa ile ilişkisine kadar her biri başlı başına bir kitap konusu olabilecek konuları bir arada işliyorsunuz. Bu kadar farklı meseleyi bir arada işleyerek istenilen mesajları vermek mümkün mü?
Sanat ve edebiyatın arketipini oluşturan meseleler birkaç bin yıldır aynı. Antik Yunan’dan Shakespeare, Ehmedê Xanî ile Tolstoy’u bir araya getiren de bu. Aşk, savaş, şiddet gibi başlıklar hakkında iri cümleler kurmak, aforizmal ifadelere müracaat etmek bana uzak. Merak ediyor, yazarken bunları kurcalıyorum. Ancak çok bilmiş “tanrı anlatıcı” modeli yerine sahneler kuran ve okuru manipüle etmeden bir adam geride duran bir tutumla.
Romanda ele aldığınız bir diğer konu ise ‘Cinsel istismar’ ve buna karşı iki kadının yürüttüğü mücadele. Sizce cinsel istismar gibi hayati bir konu ne şekilde edebiyatın konusu yapılmalı?
Edebiyatın en belirleyici detayının başkası olma özelliği olduğuna inanıyorum. Çocuklukta edinilir veya bir ömür edinilemez. Bir başkası olabilmek çocukluğumdan itibaren ilgimi çekmiştir. Kast edilen sahneleri kurup yazarken acı çektim, canım yandı, bazı sahneleri romandan çıkardım. Dahil olduğum erkekler dünyası sırf kadınlar ve çocuklara yaşattıkları nedeniyle yok olmayı hak ediyor. Kadınların her araç ve biçimle bunun hesabını sormasını destekliyorum. Karşılığı verilmemiş, hesabı görülmemiş böylesi cinsel saldırı haberlerinin şiddeti kanıksama ya da dışarıda, uzakta sanma etkisi yarattığına inanıyorum. Elim Sende’de, Özge’nin dili travmatik hikayesi nedeniyle farklı üslubu buna işaret ediyor. Tek tek karakterlerin hareket ve söylem özgürlüğü vardır bence. Ancak roman anlatıcısı ile yazarın cinsiyetçi, dışlayıcı, milliyetçi gibi bir dil kullanma hakkı bulunmuyor. Karakter küfreder ama yazar etmemeli.
Cezaevinde eserlerini üreten bir yazar olarak, güncel tarihe dair bilgilere ve gerekli kaynaklara ulaşmakta zorluklar yaşadınız mı?
Edebiyatın gözlem ve bilgi ile üretilebileceği eksenli bir görüş var, hiç katılmadım. Roman kurgusu gereği seçilen mesleklere dair teknik bilgilere ise elbette gereksinim duyuyorum. Bu romanda İstanbul’daki tüm mezarlıklar ve çalışanları hakkında bilgi edinmem gerekti. Dışarıda oldukça kolay olan bu verilere ulaşmam hapiste olmam nedeniyle aylar aldı. Yazarken özgürüm, herhangi bir otosansür hissi yoklamaz beni. Roman kurgusu ne gerektiriyorsa onu yazıyorum ve kimin ne dediğine, diyeceğine de aldırmam.
Romanda asıl mekan İstanbul. Aynı zamanda kıyı Ege’de bazı kent ve mekanlar da bahsi geçenlerden. Eserlerinizde mekanı neye göre belirliyorsunuz?
Romanın ana hikayesini en çok öne çıkaracak şehirleri seçiyorum. Önceki romanlarda Ankara, Mekke, Medine gibi mekanlar bu nedenle seçilmişti. Birinde de hayali bir “Körya” kenti uydurdum. Bu romanda Bora vesilesiyle kıyı Ege’den bahsettim. Çocukluğumun Egesi’ni özlediğimden olsa gerek oraya daha fazla atıf yapabiliyorum bazen. Çocukluğumun şehirlerine el sallamak hoşuma gidiyor doğrusu.
Gerçeküstü öğeler, ölü bir annenin sözleri, rüyalar ve doğayla konuşan Arya, kimi şair ve yazarlara da romanda göndermeler var? Bunu tercih nedeni nedir?
Siyasette Sovyet mekanik akılcılığı solu kurttu. Latin Amerika siyasetini, dilini ve edebiyatını öteden beri diğerlerine yeğlemişimdir. Daha neşeli, iyimser, tutkulu ve doğal zira. Açık ve örtük göndermeler metni katmanlandırmak için değil aynı zamanda okuru olduğum isimleri selamlayarak yazarlıktan önce okur olduğumu hatırlatıyorum kendime.
Bir okuyucu olarak romanın sonuna geldiğimde yarım kalmış bir eser olduğu hissine kapıldım. Neden böyle bir son tercih ettiniz? Romanın devamı gelecek mi?
Tamamlanmış edebiyat eseri var mıdır? Şimdilik mutlak bir sona bağlanmayan, ucu açık romanları tercih ediyorum. Edebiyatçının üretirken gördüğü metin ile okurun anladığı metin kesinlikle birbirine benzemiyor ki. Bunu hararetle destekliyorum. “Elim Sende” istenirse ilk kitabım olan “Soluk soluğa”nın devamı sayılabilir ancak aynı zamanda iki bağımsız roman bunlar.
Kimi zaman okur romanın ana karakteriyle özdeşleşir. Yazdıklarınız bakımında da geçerli mi bu?
Lâl’de kendini görenler, Tezer ile Özge’nin maruz kaldıklarına benzer şiddete maruz kaldıklarını belirtenler, Cevat’a bayılanlar oldu. Gerçekten yaşayan insanlarmış gibi tartışılmalarını ilginç buluyorum. Bende bir karakterle özdeşleşme olmaz. Hangilerini daha çok beğendiğim soruluyorsa Lâl, Tezer, Arya ve Cevat derim. Romanlarda “ideal tip” yazamıyorum ve bundan da gayet memnunum.
Şu anda ilgilendiğiniz bir proje var mı? Neler ile uğraşıyorsunuz?
Yazı mesaisinin o ağırlığını edebiyat dışı alanlar kaplıyor. Tam zamanlı edebiyat çalışmak, sanırım bir rüya olarak kalacak. “Narı çalsam gölgene” adlı şiir dosyası ve Çerkes soykırımı yıllarında akan bir roman çalışması var elimde.
Siyasi gerekçelerle yıllardır cezaevinde olan bir yazar olarak edebiyat sizin hayatınızın neresinde duruyor?
Kapitalizmin ve bütün sömürü ilişkilerinin aşılacağına iman ettim ve edebiyatın en estetik itiraz olduğuna inanıyorum. Okuduklarım ve yazdıklarım beni biraz yumuşattı sanırım. Norm koyucu yargılar üretmek yerine insanı anlamam gerektiğini edebiyat sayesinde anladım.
Memleketin siyasal atmosferine dair neler söylersiniz?
Dönemin zorluklarını abartmamaktan ve basıncına aldırmamaktan yanayım. Toplumsal özgürlük, varoluş gerekçemiz. Sistem bir şekilde tıkanıp kilitlendi, bir biçimde aşılacaktır. Güvenle tekrarlayabilirim o vecizeyi: “Sonu muhteşem olacak.”
Dicle Müftüoğlu-Diyarbakır-MA