Modern toplumda hareketin sonsuz karmaşası temsil yoluyla durduruluyor veya temsile bağlanıyor. Toplumsal hareket, temsile baktığında duraksıyor, bekliyor, “temsil konuşsun, kendisini temsil etsin” istiyor. Bir yanda temsiller, bir yanda sonsuz akış ve oluş içerisindeki ifadeler, karşılaşmalar, etkileşimler, dalgalanmalar, kımıldanmalar, kaynamalar… Burjuva demokrasisi, temsil yapısına dönük eleştirileri henüz göğüsleyememişken Türkiye’nin can çekişen demokrasisinde iktidar bloğu temsil konumlarına saldırıyor.
AKP-MHP iktidarı, temsili aşırı biçimde kendinde cisimleştirerek bireyleşmelerin evrensel ifadesini baskılarla susturuyor. Ne var ki artık yasal muhalif temsillere de katlanamıyor. Beş-altı milyon seçmenin temsilcisi olan eski ve yeni HDP’li siyasetçiler, seçilmiş belediye eşbaşkanları tutuklanıyor ve yerlerine kayyumlar atanıyor. Atanmış bakanlar siyasete müdahil olurken seçilmiş siyasetçiler temsil konumlarından düşürülüyorlar.
İktidar bloğuna göre, muhalif yapı ve kişilerin talep ve şikâyet içeren protestoları adeta terörle özdeş. Baskılar nedeniyle gücül siyasetteki bolluğa rağmen aktüel siyasetin sefaleti dikkati çekecek düzeyde! Kurumlar işlevsizleştirildiğinde hareketlerin, kimlikler daraldığında sapmaların, makro olguların değil mikro olguların önem kazandığı yeni düşünce ve eylem çerçevelerine yönelmemiz gerekiyor (1)
Sefalet içindeki siyasal alana yeni bir işlev ve üslup getirilmesi, tartışmaların “bireysel” ve “kolektif” eylemlerin faaliyet alanına genişletilmesiyle mümkündür. Bu durumda tartışmak, konuşmak ve “doğruyu söylemek” hem felsefi hem de politik olarak yeni bir anlam kazanıyor, tüm tehlikelerine rağmen. Öyle ya, doğruyu söylemek en hafifinden para cezaları, işten atılmak, terörist ilan edilmek, gözaltılar, şahsa ya da devlete hakaretten davaların açılması, kuytu bir sokakta dövülmek, işten atılmak, ‘içeri atılmak’, en kötüsü de helikopterden atılmak gibi tehdit ve cezalarla karşılaşılması olasılığı anlamına geliyor.
Her şeye rağmen doğrular söylenebiliyor, peşi sıra yalanlar da! Hasta ve vaka aynı şeydir diyen milyonlar ile hasta ve vakayı ayrı ayrı tanımlayarak Covid-19 hasta/vaka sayılarını olduğundan çok düşük gösteren ve bunu ulusal çıkarlar ile meşrulaştırmaya çalışan Sağlık Bakanlığı. Gerekli hijyen ve altyapı koşulları sağlanmadığı için uzaktan eğitim işlemiyor diyen milyonlar ile eğitimde her şeyin yolunda olduğu algısını yaratmaya çalışan Milli Eğitim Bakanlığı. Döviz kurundaki artışı ve bütçe açıklarını hayat pahalılığı ve vergi yükü ile karşılayan, işsizlik ve yoksulluğu iliklerine dek hisseden milyonlar ile ekonomide hiçbir sorun yokmuş gibi ciddiye bile alınmayacak Yeni Ekonomi Belgesi’ni açıklayan Hazine ve Maliye Bakanlığı.
Özgür düşünme ve konuşmanın ağır biçimde baskılandığı bir coğrafyada yaşıyoruz. En kaba ve hoyrat biçimleriyle dilsel ve iletişimsel üretim rejimleri bozulmanın ve sömürünün tüm öğelerini bize dayatıyor. Bu durumda baskıcı sözcükleri yok etmek, baskıcı eylemleri yok etmek kadar ivedi bir görev olarak karşımızda duruyor. Düşünmek, hissetmek ve her alanı konuşma edimi için kullanmak! Bulunduğumuz konumdan doğrularımızı söylemek, hileli yönlendirmeleri kırmak ve yalan sözcüklerle uğraşmak.
Sömürü, baskı ve şiddetten kaçınmak ve “doğruyu söylemek.” Filozofa göre (2), Parrhesia, özgür konuşma edimi, öylesine bir boşboğazlık değil! Açık sözlülük, yani hiçbir şeyi saklamayan, kalbini ve zihnini konuşma yoluyla başkalarına açan insan olmak. Parrhesia, hakikatin söylenmesi, yani kişinin doğru olduğunu bildiği şeyi söylemesidir. İnanç ile hakikat her zaman tam bir örtüşme halinde olmalıdır. Hakikati söylemenin risk ya da tehlike arz ettiği durumlarda parrhesia kullanılıyor. “Yani bir filozof bir hükümdara, bir tirana hitap etse ve ona tiranlığının rahatsız edici ve nahoş olduğunu, zira tiranlığın adaletle bağdaşmadığını söylerse, filozof hakikati söylemiş olur, hakikati söylediğine inanır, buna ilaveten bir de risk alır (çünkü tiran ona karşı öfkelenebilir, onu cezalandırabilir, onu sürgüne gönderebilir, onu öldürebilir).” Doğruyu söylemek eleştiri içerir. Parrhesia’da tehlike daima söylenen hakikatin dinleyiciyi incitebilecek ya da öfkelendirebilecek nitelikte olmasından kaynaklanır. Parrhesia’da hakikati söylemek bir ödev olarak görülür.
Toplumun üyeleri olarak bizler, devletin, sermayenin, bunlarla iltisaklı medya güçlerinin etkilerine maruz kalıyoruz kuşkusuz. Evet, kimileri devlet kodlarınca kapılır, bu bedenler molarlaşır, türcü, ataerkil, ırkçı, dinci katı bedenler haline dönüşür. Ama hala bu katılığı kırmanın yolları vardır. Ama bu edilgin, dışarıdan gelen etkilere göre olumsallıklarımız ve yapabilirliklerimiz de çok çeşitli. Buna göre kimileri ise piyasa aksiyomatiği ve devlet kodlarından kaçabilir, kendi öznellik üretimlerini sonsuzca çoğaltabilir. Biyo-politik toplumdaki kapitalist ölçü birimlerini aşan çok boyutlu üretimin gerçek kolektif dinamiklerini keşfedebilir.
“Doğruyu söylemek gerekirse” diye başlamayan ve “hakikati söylemek benim etik bir ödevimdir” diyen bireyleşmeler ve kolektifleşmeler inşa edebiliriz! Üstelik şimdi ve burada!
Dipnotlar:
- Ulus Baker, Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme, Kendi Yayınları, 2005.
- Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2014