Victoria dönemi İngilteresi’nde geçen filmin anne kız sahneleri, feminist kitabın kadraja alınması özenle ve bilinçlice seçilmiş filmin sonraki dönemlerine bir alt metin niteliğinde
Hüseyin Bul
Enola Holmes filmi polisiyeye merak saranlar için ilk etapta tanıdık gelebilir. Zira Holmes bildiğiniz üzere neredeyse en çok, en sık kullanılan beynelmilel bir isim ya da soy isim. Hele bu entrikalı, gizemli, dedektifli filmlerde açık ara öndedir diyebiliriz. Kitapları Türkçe’ye de çevrilen Nancy Springer’ın Enola Holmes serisinin ilkinden sinemaya uyarlanmış.
Filmin başrol oyuncusunun yaşına binaen filmin açılışına ergenlerin (teen age) hoşlanacağı, meraklanacağı bir üslup, hareket, enerji hâkim olması filmin seyircisini kategorize etmiyor. Enola Holmes bir sabah uyandığında annesinin kaybolduğunu anlar. Bunun bir kayboluş olmadığını, aslında terk ediş olduğuna inanır ve asıl merak ettiği de budur; neden? Annesi gitmeden, evden uzun süre önce ayrılan büyük oğlu Mycroft’u Enola’nın vasisi olarak tayin eder. Kaybolan bir anneyi bulmaktan çok Enola’yı yatılı bir hanımefendi okuluna kayıt etmek için gelen Sherlock ve Mycroft biraderlerin tavrı Enola’nın ilk şaşkınlığıdır.
Feminist anne
Victoria dönemi İngilteresi’nde geçen filmin anne kız sahneleri, feminist kitabın kadraja alınması özenle ve bilinçlice seçilmiş filmin sonraki dönemlerine bir alt metin niteliğinde. Neredeyse erkeklerden arındırılmış bir mekânda mutlu bir anne kız profilini erkek egemen kültürüne bir itiraz, bir başkaldırı, yeni bir yol, taze bir nefes gibi sunan yönetmenin bu konudaki en büyük başarısı ataerkil kalıplara uymayacağının işaretlerini veren Enola karakteridir. Biraz önce bahsettiğim ilk şaşkınlığının altında yatan da annenin bu kalıplara sığmayacak şekilde yetiştirdiği Enola’nın zıpır halleri. Enola’ya her türlü beceriyi veren annenin, satrançtan yakın dövüş tekniklerine kadar kızına öğrettiklerini düşünürsek adeta bir “İsviçre çakısına” dönüşen Shalock Holmes’ın beslendiği kaynağı da öğrenmiş oluyoruz.
Zarafet okuluna gitmekten kaçan Enola (Millie Bobby Brown) annesini aramak için Londra’ya giderken farkında olmadan kendini başka bir maceranın içinde bulur. O saate kadar önüne çıkan her zorlukta annesinin kulağına fısıldadıklarını rehber edinen Enola, bir anda vicdanın sesini dinlemesiyle Holmes genlerinin esiri oluyor; annesini ararken artık başka bir gizemi, cinayeti de çözmesi gerekecektir. Film bundan sonra üç kola ayrılıyor. Annesini arayan genç bir kız, genç kızı arayan büyük abi Mycroft (Sam Claflin) genç kızın olaya dâhil olduğu genç Tewkesbury’nin (Louis Partridge) peşindeki katil ruhlu adam. Hatta film bir ara evden kaçan çocuğu arayan başka bir çocuğun hikâyesine evriliyor.
Sharlock’un bir adım önünde
Filmin ilginç yanlarından biri de bir anlatıcının olması bunu da özellikle kameraya bakarak yapması. Seyirciyle sohbet eder gibi içeriye çekmesi, yanına alması. Filmin Sharlock Holmes hayranlarının beklentilerini nispeten karşıladığını söyleyebiliriz. Bu da cinayetlerin, gizemlerin çözme şekli ve yöntemiyle alakalı olduğundandır. Yoksa karşımızda ne pipo içen biri vardır ne de her türlü aleti kullanan “havada uçan karada kaçan” bıyıklı biri. İşin aslı bunun da bir sebebi vardır; bu Sharlock Holmes’in hikâyesi değildir, bu erkeklerden geçilmeyen bir dönemde İngiltere’de kendine yeni bir yol çizmeye çalışan Shalock Holmes’in tahtını sallayan genç bir kızın, genç yeni bir dedektifin hikâyesidir de ondan. Aslında filmin merkezini oluşturan eskiyle yeninin çatışmasından başka bir şey değildir. Mycroft’un küçük kız kardeşine biçtiği rol, annesinin o sırada lordlar kamarasında onaylanacak olan reform paketine verdiği destekle kadınlara tanınacak haklar için gizliden gizliye mücadele etmesi, örgütlenmesi, oylamanın kaderini değiştirmek için oynanan kirli politik oyunlar, büyük annenin hırsı, hepsi her mecradaki yeniye, yeniliğe olan direnci anlatıyor.
Enola’nın sinestetik algısı uyarlandığı kitaba selam çakarken, feminist jargonu kullanmayı da ihmal etmiyor. “Seçebileceğin iki yol var; seninki ve diğerlerin senin için seçtiği yol. Geleceğimiz bize bağlı.” Annenin (Helena Bonham Carter) kızına öğütlediği ve bir çıkış yolu gösterdiği bu replik filmin omurgasını çiziyor. Ne istediğini bileceksin, kararlı olacaksın ve dayatılanı kabul etmeyeceksin, bu çeperi yırtmanın başka yolu yok demeye getiriyor bir manada.
Gelelim oyunculuklara: Victoria dönemini geniş, uçsuz bucaksız bakir ovalar, çayırlar, hayran bırakan dev mimari yapılar, tren istasyonu ve kostümlere o kadar özenmiş ki yönetmen, başrol bunların diyebiliriz. Enola Holmes karakterine can veren Millie Bobby Brown oldukça enerjik ve pozitif, çok başarılı, adeta Natalie Portman’ın gençliğini izlediğinizi sanırsınız. Sharlock Holmes (Henry Cavill) duygusal ve empati kurmayı beceriyor, Guy Ritchie’nin sihirli ellerinin değdiği Kod Adı U.N.C.L.E’deki (2015) karizmasının üzerine çok bir şey koymuyor. Eudoria Holmes (Helena Bonham Carter) bildiğimiz, haşarı, şaşırtıcı, zıpır rollerine yakın aykırı rolünde ve yakışmış. Mycorft (Sam Claflin) kötü, bağnaz, sert ve tutucu rolünün hakkını veriyor.