Son bir haftadır, Dolarla yatıp Euro ile kalkıyoruz. Elinde hesap makinesi olmadan dolaşan yok. Doların yukarı çıkışı, kriz beklentisi ve gerçekleşmesine dair bir çok yorum ve değerlendirme var. Bu yorum ve değerlendirmelere bir de benimkini eklemek okuyucu açısından bıktırıcı olacağını tahmin ediyorum. Bu hafta döviz fiyatındaki artışın nedenleri üzerine değil de sonuçları üzerine kısa bir giriş yapmak istiyorum. Bir yabancı paranın yerli para karşısında değerlenmesinin en tipik sonucu başlangıçta ithal mallarda veya ithal malları girdi olarak kullanan malların fiyatlarının artışıdır.
Artış oranı değişmekle birlikte fiyat artışının olmaması ancak kamu tarafından desteklenen mallarda olabilir. Fiyat artışı ise halkın elindeki para ile daha az mal satın alınması durumunu ortaya çıkartır. Tersine ihracat yapılan malların ise fiyatı yabancı para cinsinden daha ucuzlamış olacağı için bu mallara olan dış talep artacaktır. Bu da dış ülkelerde ihraç mallarına olan talebin artışı olarak karşımıza çıkar. Döviz fiyatının artışı karşısında iç piyasada bu girdileri kullanan mallara talep azalırken ,bazı üreticiler de o mallardan daha az üretmeye ve stoklarının şişmesine karşı önlem almaya başlarlar, bundan sonraki aşama ise küçülme , daralma ve bunun gereği olarak maliyetleri düşürme gelir. Türkiye gibi ülkelerde işgücü önemli ölçüde kalifiye olmadığı için (işgücünün önemli bir oranı lise ve altı eğitim düzeyindedir.) istihdamı daraltmak maliyeti düşürmek için ilk aşamada patronlar tarafından alınan önlemler arasındadır.
Bu aşamada yüzde 10 civarındaki olan kaba işsizlik oranının önümüzdeki dönemde bir-iki puan artış gösterme ihtimali yüksek olacaktır. (İşsizliğin Türkiye’deki genel seyrine bakılınca son yedi senenin ortalaması yüzde 10.2 olmuştur.) Bu artışın özellikle 2018 son çeyreğinden sonra yükselme eğilimine girmesini bekleyebiliriz. Ülkelerin ekonomisini hızla ilerleyen bir trene benzetirsek , duraklamasının veya kalkmasının bir zamana ihtiyacı vardır. Maliyetlerini döviz kuru üzerinden hesaplayan özel sektörün işçilik maliyetlerinin düşmesi ihracat yapan sektörler açısından uygun bir durumu yansıtacaktır.
Başta Tekstil ve dokuma sanayi ve özellikle dış piyasaya çalışan kuruluşların işçilik maliyetlerinde ciddi azalma olmuştur. Asgari net ücretin 341 dolardan 250 dolara düşmesi bu sektörleri daha karlı hale getirirken bu fiyatlar üzerinden alım yapacak olan emekçilerin sofrası biraz daha küçülmüş olacaktır. Döviz fiyatlarındaki oynaklığın bir diğer sonucu da spekülatif amaçla döviz alım satımını arttırmasıdır. Dövizin yerli paraya oranla fiyatı yüksek iken satıp düşük iken alım yapanların elinde biriken fonların gelir dağılımını bozucu etkisi olacaktır. Elindeki küçük tasarrufları ile döviz alma olanağı olmayan emekçinin bu spekülasyondan kazançlı çıkma olasılığı elbette yoktur. Nihayet döviz kurlarında artış ve yerli paranın değer kaybetmesi fiyatlar genel seviyesinin yükselmesine yani enflasyon artışına neden olacaktır.
Bu artışın sadece ithal girdi kullanan mallarda ve hizmetlerde değil , piyasada alım satım yapılan bütün mal ve hizmetlere yayılacağı ve bu gün için gerçekleşen oranın üzerine çıkacağını tahmin edebiliriz. Bu noktadan itibaren sabit gelirle çalışanların yani bizlerin harcamalarını kısması en uygun çözüm olacaktır. Kısılan harcamaların güvenli olarak gidebileceği bir alan bulunmadığı için piyasalarda genel bir durgunluk beklentisinin ortaya çıkması ihtimal içindedir. Sonuç olarak kapitalist bir düzen içinde yaşamını sürdürmek zorunda olan emekçilerin kendilerine dayatılan reçeteleri red etmeleri ancak örgütlü bir mücadele ile başarıya ulaşabilir. Tekil talepleri dikkate alacak ne bir patron ne de hükümet vardır. Sendikaların önümüzdeki sonbahar aylarında kendi örgütlü kitlesi dışında kalanları da kavrayacak bir eylem planı ortaya çıkartırsa , muhtemelen kendi gelecekleri açısından önemli bir fırsat yaratmış olacaklardır.