Gözlerimizi kırpmadan, bütün dikkatimizle bakıyoruz. Geniş zamanların dikkati, onun sabit bakışları. Uzun, o kadar uzun sürdü ki bu, şimdi ne zaman ve nasıl başladığını bile hatırlamıyoruz. Değiştiğimiz bir an vardı, başka bir şeye dönüştüğümüz bir olay. Geçmişi didikleyip duruyoruz, mazinin karanlık kuytularında bulup çıkardığımız ve gururla sunduğumuz şeyler yok değil, ama bunların neye denk düştüğünü, hangi iddiaya kanıt oluşturduğunu bilmiyoruz. Sadece bakıp durduğumuz ve sunduklarımız var ve bunların ne olduğuna dair bir fikrimizin bulunmaması bize öyle pek garip de gelmiyor.
Başkalarının her zaman çok rahat yapabileceğinin, bizim için imkânsız olmasının sebeplerini kurcalayacak mecalimiz yok. Olayımız şuydu; günün birinde, gecelerden bir gece öylece terk ediverdik. Ama öyle hızlı terk ettik ki kendimizi, yanımıza neyi alıp neyi bırakacağımıza, neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna karar veremedik. Şimdi olduğumuz ve bıkmadan bakıp durduğumuz bu yeni şeyi seviyoruz, ama o ilk andan şimdiye bizi hep yüzeyde bırakan bu hafifletici bağımlılığımızın niteliği üzerine etraflıca düşündüğümüzü gösteren kayda değer bir tek olayımız da bulunmuyor. Bir düşünce eğitiminden geçmediğimiz için bu yeni varlık hakkında doğrulatabildiğimiz yıkıcı yanlışlar, bize her zaman en yalın doğrularmış gibi geliyor. Boş olan belleğimizin çarpıcı tanıklıklarla, olağandışı olaylarla, benzersiz deneyimlerle dolu olduğuna inanmamak için bir sebep de göremiyoruz.
Öyleyken çok yakından bakıyoruz. Çünkü “kendimiz” sandığımız şeyden başka görülmeye layık bir gerçek bulunduğunu sanmıyoruz. Çok yakından baktığımız için bunun görme gücümüzü azaltabileceğine ihtimal bile vermiyoruz. Odaklanırken kazara fark ettiğimiz kendimize ait güçsüz bir detay, zayıf bir görüngü alışılmadık bir netlikte belirdiğinde meseleyi bütünen gördüğümüzü, ufkumuzun fazlasıyla genişlediği, aydınlanma kapasitemizin durmaksızın geliştiği duygusuna kapılıyoruz. Güçsüz ve zayıf olan, artık başka bir büyüklük, başat bir sağlamlık olarak duruyor üstümüzde. Ondandır ki, eskiyi anarken tatsız bir hüznün eşlik ettiği yersiz bir neşeyle gülüyor, sıcaklığın sinmediği bir hazla övünüyor ve tüm bunlar hep kendimizle ilgiliyken göğsümüzde herkese doğru açılmış pencereler olduğunu söyleyip duruyoruz. Sadece bizim bildiğimiz geçmişimize ait sırları yutkunurken, hiç değişmediğimizin dolaysız ve en şaşırtıcı delillerini alışkanlıkla sıralarken, tavırlarımızdaki soğukluğun, ifadesiz bakan gözlerimizdeki ürkütücü donukluğun bize ait olmadığından şüphe duymuyoruz.
Önceki kişiye veda ettiğimiz o önemli gün veya gecede ne olup bittiğini gözümüzde canlandıramıyoruz. Vazgeçtiklerimiz veya aldıklarımız, hem şimdiki gevşek rahatlığımız hem de geçmek bilmez huzursuzluğumuz. Yine de bir şeyleri anımsayacak durumda değiliz. Sinirliliği andıran bir yumuşama, tedirginliği dürten bir mayışma. Heyecana kapılmış veya kafa karışıklığına yakalanmış olabiliriz. Sadece boş gözlerle uzun uzun incelediğimiz şimdiki halimiz, o zamandan kalma bir tedbirlilikle bize yalnızca önemli şeylere odaklanmak gerektiğini buyuruyor. Bu yüzden hayatımızda artık gereksiz olan hiçbir şey yok. İhtiyacımız kalmadığı anda nesneler gibi düşünceleri ve inançları, düşleri ve hatıraları da hemen bir çırpıda yok ediyoruz. İlgi alanlarımızın çeşitliliği, hayal gücümüzün coşku ve diriliği, ruhumuzu tutuşturan isteklerimizin genişliği, yani öyle sandığımız her şey, aslında yalnızca sesten ibaret. Tonundaki duyu yoksunu bir dolgunluktan, telaffuzdaki anlam noksanı ölçülü bir açıklıktan, vurgulardaki eyleme ve hakikate kapalı anlaşılır bir aşırılıktan; şimdi önemsiz diye her an yok ettiklerimizden, bizi yükümlülüğe zorlamadan dönüp vuran tüm bu ölü yankılardan.
Normalde geçmişinin seni bulamayacağı bir yer yok, her hikâye böyle son bulur, ama öyle olmuyor, bizim hikâye böyle bitmiyor. Geçmişin gelip bulacağı falan da yok, onu sildik, onu tümden imha ettik. Şimdi çok düşünceli, her acımasızlığa ve her iyiliğe fazla duyarlı gibiyiz, oysa kendimizden başka bir ilgi alanımız bulunmayalı uzun zaman oluyor. Çok yakından bomboş gözlerle, hissedemediğimiz bir zevkle ona bakıyoruz, büyük olaya, saf gerçeğe, bakışlarımıza layık bulduğumuz yeryüzündeki o ilk ve tek mucizeye!