Marmara depreminin 19’uncu yıl dönümüne ilişkin açıklama yapan HDK, yeni depremlerin kapıda olduğunu, iktidarın ise “imar affı”yla rant peşinde olduğunu kaydetti.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 17 Ağustos 1999’da Marmara’da yaşanan depremin 19’uncu yıl dönümüne ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Depremde binlerce insanın toprak altında kaldığı ve binlerce insanın yaralandığının hatırlatıldığı açıklamada, “Yapıların yüzde 6’sı yerle bir oldu, yüzde 7’si ağır hasar aldı, yüzde 12’si de orta ölçekte hasar gördü. Yani yapılarımızın yüzde 25’i kullanılamaz hale geldi. 16 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıkmasının yanında birçok insan yaşadığı, ürettiği, paylaştığı ortamlardan göç etmek zorunda kalmıştır” denildi.
Dünyanın sismik yönden en aktif deprem kuşağında bulunan Türkiye topraklarının yüzde 93’ünün, nüfusunun ve sanayi kuruluşlarının yüzde 98’inin, barajlarının yüzde 95’inin tehlikeli kuşak üzerinde bulunduğunun belirtildiği açıklamada, “Jeolojik yapısı nedeniyle, her zaman yıkıcı depremlerin yaşanabileceği ülkemizde; çarpık kentleşmenin sonucu oluşan yapı stoğunun, başta büyük bir deprem bekleyen Kocaeli, Yalova, İstanbul ve Tekirdağ illerinde olmak üzere, nelere yol açacağı bilinmemekte, kestirilememektedir” diye ifade edildi.
‘Projeler rantsal dönüşüme hizmet etti’
2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun ile sözde deprem zararlarını azaltmaya çare olarak sunulan kentsel dönüşüm projelerinin asıl olarak “rantsal dönüşüme” hizmet ettiğine dikkat çekilen açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi: “Riskli alanlar ve yapılar için sonuç alıcı uygulamaların gerçekleştirilmediği, hatta imara esas jeolojik-jeoteknik etütler sonucunda uygun olmayan alan olarak ilan edilmiş bölgelerin kentsel dönüşüm adı altında yapılaşmaya açılmasıyla bu bölgeler daha da tehlikeli hale getirilmiştir.
Bütün bu olumsuz gelişmeler ortadayken, gündeme getirilen ‘imar affı’ ile; kıyı alanları, tarım arazileri, meralar, orman alanları, dere yatakları, içme suyu havzaları ile tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen kaçak ve mevzuata uygun olmayan bina ve tesisler dâhil olmak üzere, ayrıcalıklı imar hakları verilerek her biri bir ‘kent ve çevre suçu’ niteliğinde olan yapılar, yasallaştırılmak istenmektedir.
‘İmar Barışı’ adı altında topluma sunulan bu kaçak yapılaşma affı ile, denetimsiz, mühendislik hizmeti almamış yapılar yasal hale getirilmiş, bugüne kadar sınırlı da olsa deprem güvenliği için atılmış olan tüm adımlar boşa çıkarılmıştır. Bu yasal kılıf, ülkede inşa edilmiş yapıları depreme karşı güvenlikli hale getirmeyecek, aksine kuvvetle muhtemel bir depremin afete dönüşmesiyle pek çok insanın hayatını kaybetmesinin zemini hazırlanmış olacaktır.
Toplumun afet güvenliği yok edilmiştir
Yeterli mühendislik hizmeti almamış on binlerce yapının, imar barışı adı altında sadece bina sahiplerinin beyanıyla tescilleneceği düşünüldüğünde, durumun vahameti daha da artmaktadır. Yapının depreme dayanıklılığı hususunu malikin sorumluluğuna bırakan İmar Barışı ile toplumun ‘afet güvenliği’ oy + kazanç uğruna tümü ile yok edilmiştir.
Mevcut siyasi iktidar bir yandan Gemlik gibi bölgeleri aktif fay hatları üzerinde olmasını gerekçe göstererek Bakanlar Kurulu Kararı ile yer değişikliğine zorlarken, diğer taraftan aktif fay hatları veya zonları üzerine inşa edilmiş çok sayıdaki yerleşim biriminde bulunan yapıları imar affından yararlandırarak yasal hale getirmektedir.
İmar affı ağır bedeller ödettirecek
1984 yılında çıkarılan ‘imar affı yasası’nın bedelinin, 1999 yılında meydana gelen Marmara Depremleri ile toplum olarak ödendiği unutulmamalıdır. Bugün de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı ve krizsel süreci finanse etmek için başvurulan imar affının bedeli, ilk depremde ne yazık ki ağır can ve mal kayıpları ile ödenecektir.
Doğa, kendi içinde bir dengeye göre varlığını sürdürmektedir. Bu dengeyi yalnızca bireysel, kurumsal çıkarlar, kâr ve rant uğruna bozacak her tür adım, doğanın vereceği yıkıcı tepkilere yol açar. Bu tepkilerden biri olan depremlerin yıkıcı bir hal almaması, zararlarının en aza indirilmesi için, doğanın işleyişini anlamak ve yapıları bu işleyişe bilimsel açıdan uygun mühendislik anlayışlarla inşa etmek ve inşa edilen yapıları da uygun bilimsel, teknolojik gereklilikleri sağlayacak biçimde denetlemek gerekir. Yeni yapılar; deprem gibi doğa olaylarının afete dönüşmesini önleyecek biçimde tasarlanmalı ve var olan yapılar da depreme dayanıklı hale getirilmeli; gerekirse kent, doğa ve toplumun sosyolojik dokusuna uygun biçimde yeniden inşa edilmelidir.”
HABER MERKEZİ