Dev Yapı İş Genel Sekreteri Nihat Demir, gözaltında ve cezaevinde yaşadıklarını gazetemize anlattı: Annem zihinsel engelli olduğu için o anda şok oldu. Kürtçe bağırmaya başladı. Annemi iteklediler… Toroslardan bahsettiler…
Yadigar Aygün
2018 yılında gerçekleşen 3. Havalimanı direnişine katıldığı ve sendikal faaliyette bulunduğu gerekçesi ile yargılandığı davada tutuklanmıştı. Havaalanı inşaatında yaşanan kölelik düzenini duyuran isimlerden biriydi. Geçtiğimiz günlerde serbest bırakılan Dev Yapı İş Genel Sekreteri Nihat Demir ile tutuklanma sürecini ve cezaevinde yaşadıklarını konuştuk. Demir, ırkçı yaklaşımlara ve beyaz Toros tehditlerine maruz kaldığını söylüyor.
‘Irkçılığa maruz kaldım’
Sendikacı Demir, gözaltı sırada esnada ve sonrasında yaşadığı şiddet, darp ve işkenceleri anlattı. Demir, kolluk güçlerinin, Kürt halkına, Kürtçe’ye, Kürt halkının değerlerine karşı ırkçı saldırılarda bulunduğuna dikkat çekti. Demir, “Gece saat 01:30 da annemle Bitlis’te kaldığımız evi bastılar. Kapıyı açtığım gibi bir ordu karşımdaydı. Evin etrafı sarılmıştı. Zaten konuşmama bile izin vermeden beni yere yatırdılar. Annem zihinsel engelli olduğu için o anda şok geçirdi. Ne olduğunu çözmeye çalışıyordu bırakmadılar anneme ne olduğunu izah edeyim. Annem ne olduğunu bilmediği için Kürtçe bağırmaya başladı. Annemi iteklediler, dövmeye kalktılar. Annemin Kürtçe konuşması onları biraz daha saldırganlaştı. Kürtçe’ye karşı, Kürt halkına karşı bir nefret duygusunu orada kustuklarına bizzat şahit oldum. Bir iki saat kadar evde arama yaptılar. Evde telefon, teknolojik cihaz varsa topladılar, bana ait olmayan telefonu da el koydular. Yolda da hakaret ve küfürlere maruz kaldım. HDP’ye, Kürt halkına, değerlerimize, inancımıza küfür ediyorlardı. Toroslardan bahsedildi. ‘Daha özel araçlarımız var, son süreçlerde şaşırmışsınız, eskilere dönmek lazım; sizi kuytu şantiyelerde katletmek lazım, yaylalara, derelere götürüp katletmek lazım, siz bunları istiyorsunuz.’ Beni bu tarz diyaloglarla tehdit ettiler. Mutki karakolunda tuvalet gibi bir yerde, ciddi bir soğukta betonun üzerinde saatlerce kaldım. Pislik, çöp içerisindeydi. Hakaret ve küfür devam ediyordu. ‘Terörist’ diyorlardı. Hastaneye gittiğimizde darp izimi söyledim. Doktor röntgen çekmek istedi fakat sağlık çalışanlarını engellediler. Daha sonra götürüldüğüm Bitlis karakolunda da tehdit ve hakaretler devam etti” dedi.
İşçiye mezar oldu
3. Havalimanı’nın yapımında yüzlerce işçinin iş cinayetinde öldürüldüğünü belirten Demir, 3. Havalimanı’nın işçilere mezar olduğunu söyledi. Demir, insanların, hayvanların yaşam alanlarının AKP tarafından sermayeye peşkeş çekildiğini vurguladı. 3. Havalimanı eylemlerinde işçilerin yaşadıkları şiddet, darp ve ırkçı saldırılara dikkat çeken Demir, “Beni Bitlis Karakolu’nun ardından uçakla İstanbul 3. Havalimanı’na getirdiler. 3. Havalimanı’nın Nazi kampından beter olduğuna gözümle şahit oldum. Zır zır kamyonlar gidip geliyordu, doğaya zarar verdiğini yüksekten gördüm. 3. Havalimanı’na geldiğimde eski günleri hatırladım. Sürekli bir iş cinayeti, iş kazası, yaralanma oluyordu. Bunu açığa çıkarmak, ölen işçinin ailesine ulaşmak, cenazesine ulaşmak mümkün değildi. Etle duvar örülmüş gibiydi. Herhangi bir fotoğraf üyelerimiz tarafından çekildiğinde telefonlarına bile el konulup, soruşturma açılıp işten atılıyordu. Sürekli iş cinayeti, iş kazası haberleri geliyordu. Devlet tarafından, kolluk güçleri tarafından şirketler korunuyordu. Yemek sırasında 1 saat molada sıra tam geldiğinde iş başı yapan yemek yiyemeyen işçiler oluyordu. Zaman zaman yataklarını yağmurdan su basıyordu. İş sağlığı ve iş güvenliğine aykırı, normal standartlarda orası mühürlenirdi. Sivil polisler işçilerle çalışıyordu. Kürtçe konuşanlar şikayet ediliyordu. Ajanlık teklifi edilen işçiler oluyordu bu duyumları alıyorduk. 17 kişinin yaralanmasından sonra işçiler ayaklandı. Sendikalar tarafından birliktelik oldu. İşçilerin yıllardır şantiye köşelerinde, barakalarda, çadırlarda biriken öfkesi asansör boşluğunda düşüp ölen, iş cinayetinde ölen işçilerin sayısının artmasıyla patladı. Bir gece koçbaşlarla işçilerin koğuşları basılarak yaka paça karakola alındı. 600’den fazla işçi karakolda üst üste atıldı. İşçilere kemerle dayak atıldı. Su veriyorlardı, küfür ediyorlardı. O süreçten sonra bazılarımız tutuklandı. Serbest bırakılanlar oldu. Kürtçe müzik açtılar diye tutuklandılar. Kürt işçiler ve siyasi işçilere işkencenin işkencesi yapıldı diyebiliriz. Kürtsen, Kürt özgürlüğünü, Kürt anadilini savunuyorsan daha fazla ayrımcılığa maruz kalıyorsun” diye konuştu.
‘Kürtçe konuşunca 10 ay’
Mahkemelerin adil ve eşit davranmadığını söyleyen Nihat Demir, mahkemelerin bağımsız olmadığını vurguladı. “Öyle bir durum ki 10 aydır tutuklusun 10 ayın bedeli seni 2 dakika bile dinlemiyor, siyasi erkin resmen faaliyetli çalışması haline gelmiş durumda. Hakikatler karşısında sesimiz mahkemelerde susturulmaya çalışıldı. Adalet , hak, hukuk istediğinde hunharca gözaltına alıp tutuklanıyorsun. Bedenini tecrit altına alıyor, gerçeklerleri söylediğinde ise 2 dakika konuşmana izin vermiyor. İlk davada belki ben de serbest bırakılabilirdim ama mahkemedeki tutumdan dolayı, Kürtçe savunma yapmamdan, işçi haklarını savunmamdan kaynaklı olarak tutukluluk süresini uzattılar” diye belirtti.
Kriz derinleşiyor
Demir, ekonomik krizin derinleştiğine dikkat çekerek işçi ve emekçilerin açlık ve yoksulluk sınırında yaşamaya mahkum edildiğini söyledi. Sermayenin en basit önlemleri almadığı için işçilerin ve emekçilerin iş cinayetlerinde öldürüldüğünün altını çizen Demir, “Gece ışıklandırma yapılmadığı için, iskelenin sağlam olmaması, en küçük alınması gereken önlemler alınmadığı için işçiler şantiyelerde yaşamlarını yitiriyor. Bir emniyet şeridi çekmeyi israf olarak gören sermaye güçleri devlet tarafından gelenlere verdiği yemeklere tonlarca para veriyor. Yüzlerce işçinin maaşı 2-3 kişiye veriliyor ama bakıldığında işçinin maaşları zamanında yatırılmaz. SSK’sı yapılmaz. İşçiler, eve eli boş gidiyor. Çocuğuna oyuncak almayı oyuncağı geçtim bir ekmek, bir kalem alamıyor. İşçiler, yoksulluk, açlık sınırında yaşamaya mahkum edildi. Eve ekmek götürememek zor. Ekonomik kriz derinleşti. Kendini açlıktan yakarak intihar edenler oldu” dedi.
Örgütlülük ve direniş şart
AKP’nin toplumu susturmaya ve baskı altına almaya çalıştığını belirten Demir, topluma mücadele çağrısı yaptı. Toplumun özgürleşmesi için örgütlü bir mücadele yürütülmesi gerektiğini söyleyen Demir, “Siyasi erk toplum susturmak ve umutsuzluğu dayatmak istiyor. Toplum kendini sahipsiz hissetmesin. Kadın örgütleri, sendikalar, üniversite öğrencileri, siyasi partiler var. Buralarda örgütlenmek şarttır. Çağrım sürekli direnmeyi ve mücadele etmeyi bırakmasınlar. Ben mücadeleye devam edeceğim. Varlığımızı-yokluğumuzu direniş belirliyor. Bizi yok eden direnişsizlik ve örgütsüzlüktür. Kadın mücadelesi, emek mücadelesi ve dünyanın dört bir yanına yayılan Kürt mücadelesi bir araya geldiğinde birleştiğinde dünyaya özgürlük getireceğine, devrim olacağına ben eminim. Bu üç saç ayağı devrimi getirebilir” dedi.
Silivri’de işkence var
Demir, Silivri’de tutukluların yaşadığı sorunlara da dikkat çekti. Demir, 10 ay tutuklu kaldığı Silivri Cezaevi’nde tutukluların işkence seslerini duyduğunu söyledi. Siyasi tutukluların tecrit politikalarına maruz kaldığının altını çizen Demir, “Tecrit içeride tecrit yaşanıyor. Oradaki umut, mücadele bambaşka. Devrimciler gösterdikleri irade ve yaşam tarzı ile büyük direniyorlar. Silivri’de duruşları onurlu bir duruş, çok moralli, hiçbir baskıya karşı boyun eğmiyor, diz çökmüyorlar. İşkencelerin olduğunu, bağırışları, sloganları duyuyorduk. İnsanlık onuru işkenceyi yenecek. Benzeri sloganlar sürekli atılıyordu, 10 ayda buna şahit oldum. Cezaevi reviri, hastane hizmeti salgın koşulları bahane edilerek tek kişi götürülmemeştir. Bu sorun hala devam ediyor. Revir 3 ay boyunca hasta kabul etmedi, 3 aydan sonra onca dilekçe ve görüşmeler sonucunda en acil birkaç kişiyi kabul etti. Revirde müdahale edilmeyecek kadar ağır hastalar olduğu için kimine ilaç yazar yollarlar, kimine de hiçbir müdahale etmeden koğuşa gönderiyorlar. 7 kişilik koğuşlarda hala 25 ile 40 kişi arasında inişli çıkışlı kalıyorlar. Gerek yaşça, gerek kronik hastalık, gerek salgın süreci zaten yaşamı sürdürebilecek bir yer olmaması daha da ağırlaştırıyor sorunları. Hiçbir canlı bu yaşamı hak etmiyor, hele ki ülkesi ve halkı için mücadele eden siyasi tutsaklar hiç hak etmiyor. Bir görüşçü Silivri yollarına düştü mü bütün günü cehenneme dönüşüyor. Zaman zaman görüşe gelen insanlara gözlerle, bakışlarla taciz ediyorlar. Bu onur kırıcı yaklaşımların sebebinin cezaevindeki tutsakları yalnızlaştırmak olduğu herkesçe biliniyor. Bütün bu insan dışı yaklaşımlara rağmen siyasi tutsakların aileleri ve avukatları görüş günü coşku ve heyecanla görüşe geliyorlardı. Bu yalnızlaştırma politikalarına karşı ne yapılmalıdır herkes tarafından biliniyor, içerinin sesi olmak dışarının sesini duyurmaktır. Bu siyasi tutsakların çağrısıdır; içeriye ses vermek içeriden ses çıkartmak” dedi.