Meselelerin Türkiye’den ve dünyadan algılanışları her zaman farklı olmuştur. İktidarıyla ve muhalefetiyle Türkiye siyasetini şekillendiren politik aklın söylemleri, zaman içinde tüm toplumun algılamasını da şekillendirerek ortak kanaatlerin oluşmasına yol açmıştır. İnsanlar sürekli tekrarlanan yalanları bir süre sonra benimserler. Bu anlatılardaki çarpıklıkları, çelişkileri, akıl dışılıkları kolayca görmezden gelirler. Düşünülerek değil, ezberletilerek oluşturulmuş bir değerler sistematiği neredeyse tüm toplumu teslim almıştır.
Hal böyle olunca, şoven bir milliyetçiliğin ‘biz’ üzerinden ürettiği bütün önermeleri de koşulsuz olarak benimsenir. Örneğin ‘herkes bize karşı’ tespiti duyulduğunda, sağlıklı bir aklın ilk soracağı ‘neden?’ sorusu asla sorulmaz. Öyle ya, herkesin bize karşı olması için ne yapmış olmalıyız? Herkes neden bir başkasına değil de bize karşı oluyor? Böyle bir soru yaygın olarak sorulmasa da, bu saptamayı öne sürenler duruma göre değişen gerekçeler de sunarlar zaman zaman. Bir dönem en yaygın gerekçe bizden korktukları üzerineydi. İlkokulda Türkçe öğretmenim gururla anlatırdı, “Avrupa’da anneler uyumayan veya yemek yemeye nazlanan çocuklarını ‘Türkler geliyor, seni onlara veririm’ diye korkuturlarmış”. Sonrasında din farkı önemli bir argüman haline getirildi. Bir zaman da ‘haçlılar’ söylemiyle, ‘batı kulübü’ laflarıyla oyalandık. Son keşif ise ‘Avrupalılar havalimanımızı, otoyollarımızı kıskanıyorlar’ oldu.
İlginç bir şekilde bu palavraların hepsi de yeterli miktara alıcı buldu. Halkımız kolayca, ‘neden’ sorusunu aklına bile getirmeden benimsedi bu safsataları. Son beş asır boyunca askeri anlamda elde ettikleri üstünlükleri, bilinçaltına işlemiş o dehşeti giderememiş olabilir. Ama bundan gurur duymak için nasıl bir ruh haline sahip olmalı? İslami cihad için savaştığını söyleyen IŞİD de bu dehşeti sistematik bir şekilde kullandı. İnsanların kafalarının canlı yayında kesilmesi veya diri diri yakılması görüntüleri tam da bu dehşet iklimini yaratmaya yönelik bir savaş taktiği olarak değerlendirildi. Azerbaycan’ın 27 Eylül sabahı Karabağ sınırı boyunca başlattığı askeri operasyon Türkiye medyası tarafından Ermenistan saldırısı olarak nitelendirildi. TRT spikeri bir saat sonra cephe hattından yayın yaptığını söylüyor ekranlarda. Demek ki malum olmuş, geceden beklemiş Ermenistan saldırısının başlamasını. Bir kez daha faşist iktidarıyla, faşist muhalefetiyle, faşist meclisiyle ve faşist STK’leriyle, İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’su, Eren Erdem’iyle ve niceleriyle tek sesli koro ‘Can Azerbaycan’a destek açıklamaları yapıyor. Hiç biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 Eylülde ‘Ermenistan bir kez daha saldırdı’ ifadesinin hemen ertesi günü ‘Artık hesap vakti geldi diyen Azerbaycan da nihayet kendi göbeğini kendi kesmek zorunda kalmıştır’ sözlerindeki itirafı görmek istemiyor.
Göbekten bağlı oldukları Amerikan emperyalizmini üzmemek, incitmemek için 70 yıl boyunca Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini görmezden gelenler şimdilerde ‘iki devlet bir millet’ türküsünü dillerinden düşürmüyorlar. Her iki ülkede de despotik yönetimler iktidarda olunca böyle teraneler kolay yutuluyor. Birinden biri azıcık demokrasiye doğru dümen kıracak olursa bu temelsiz kardeş muhabbeti derhal son bulur. O an Azerilerin Şii oldukları, rakı içip domuz eti yemekte beis görmedikleri, İslam anlayışlarının bizden ne denli farklı olduğu konuşulmaya başlanır. ..
Önceki benzer hamlelere bakarsak, 27 Eylül sabahı başlayan saldırının da birkaç gün içerisinde geri püskürtüleceğini tahmin edebiliriz. Olan her iki taraftan gencecik çocukların yaşamdan koparılmaları olur.
Tarihi boyunca kâh İran Şahına, kâh Rus Çarına boyun eğmeden bağımsızlığını korumuş olan Karabağlı Ermeniler Aliyev’in kabile devletine kolay kolay teslim olmazlar. Döneminin süper güçlerine direnen Karabağ Meliklerinin torunları, Stalin’in etnik temelli oluşturduğu coğrafi dağılımda dahi özerkliklerini, otonomilerini asla kaybetmediler.
Varlığı hiçbir ülke tarafından tanınmayan, ‘De facto’ Karabağ Cumhuriyetine karşı mağlubiyeti sindiremeyen Aliyev yönetimi, saldırganlığını Ermenistan’a yöneltmenin çabası içinde. Aynı şeyi Türkiye de yapıyor. Gerçeklik ise, saldırdıklarının Karabağ Cumhuriyetinin sınırları olduğu, Karabağ savunma ordusunun savunma hattını aşamadıkları.