Türkiye gibi ülkelerde iktidarların sanatla kurduğu ilişki son derece marazi bir ilişkidir. Sanat, doğası gereği tutuculuk karşısı bir pozisyon anlamında ilericidir. Verili kalıpları, değerleri, yaşayış biçimlerini sorgular, itiraz eder, deforme eder. Bu anlamda bir toplumsal yarar sağlamak üzere ortaya çıkmış fakat zaman içerisinde bu fonksiyonunu yitirerek toplumun aleyhine iktidarı elinde tutan bir zümrenin, grubun çıkarlarına hizmet eder hale gelen geleneği, ahlaki ölçüyü, yasayı ancak yahut en çok sanat eleştirir, itiraz eder, değiştirme talebini dillendirir. Bütün iktidarların, hele Türkiye gibi ülkelerdeki iktidarların toplumu yönetmede, denetim altında tutmada, maniple etmede geleneklerden, yerleşik kalıplardan, iktidarı kutsayan ahlaki ölçütlerden ne kadar faydalandığı düşünülürse sanat karşısında aldığı pozisyonun ne olduğu ve ne olacağı da anlaşılır.
Ve bu durumda elbette ki itiraz eden sanatçı, değişimi dillendiren sanat, iktidar için en büyük düşmandır. Yüz yıllık Türkiye tarihi aynı zamanda bu ülkenin sanatçılarını itiraz edemez hale getirme savaşının tarihidir. Ve elbette diğer taraftan okursak tarihi, yüz yıllık Türkiye tarihi sanatçılar için çetin ve amansız bir direnme, itiraz etme ve değişimi yaratma mücadelesinin tarihidir. Bu yüz yıllık tarih içerisinde bu ülkede hüküm sürenlerin tonu, rengi değişse de bu gerçek hep aynı kalmıştır. İktidarlar sanatla üç türlü ilişki kurarlar. İlk kurdukları ilişki itiraz eden sanatçılarla ilgilidir. Ki burada “itirazı, yeniyi ve değişimi dillendirmeyen, içermeyen bir eylem, bir söylem, bir yaratım sanat mıdır” parantezini açmak gerekir. İtiraz eden sanatçının burnundan hayat fitil fitil getirilir. Türk edebiyatı dendiğinde ilk önce akla gelebilecek yazarlar hapislerde çürütülmüş, sürgünlerde ölmüştür. Ya da Sabahattin Ali gibi hapse düşmemek için kaçarken ibret olsun diye dövüle dövüle öldürülmüştür. Türkiye tarihinin en azılı düşmanları, en büyük vatan hainleri olarak hep sanatçılar görülmüştür. Kemalist ilerlemecisinden selefist dinci iktidarına yüz yıldır bu anlamda hiçbir şey değişmedi. Nâzım Hikmet’in “vatan haini” şiiri, Türkiye’deki iktidarlarla muhalif sanatçı ilişkisini bu anlamda çok iyi özetleyen bir şiirdir.
İktidarın sanatla kurduğu ikinci ilişki biçimi sanatın içini boşaltmak, muhalif nitelikten arındırmaktır. En sıradan, pespaye, sözün, eylemin sanat olarak lanse edilmesi, sanatın sırf bir eğlence aracı olarak algılanmasının sağlanması, bu tür üretimler içinde olan insanların sanatçı olarak allandırılıp pullandırılıp topluma pazarlanması iktidarların sanata dönük en büyük stratejik saldırı konseptidir. Bu ilişki içinde şekillendirilen sanat, adeta toplumu muhalefet etme gücünden, ihtiyacından ve bilincinden uzaklaştırmada kullanılan bir uyuşturucu gibidir. Bugün Türkiye’de sanatçı dendiğinde ilk akla gelen isimler bu tür isimlerdir. İktidarın sanatla kurduğu üçüncü ilişki biçimi ise kendisini destekleyen sanatı ve sanatçıyı yaratmaktır. İktidarların, kendileri için yandaş kılmakta en az zorlandıkları kişiler sanatçı adı altında topluma pazarlanan sözü ve eylemi bir boş tenekeden farksız kişilerdir. Bu kişiler her dönemin sanatçısıdırlar. İktidarın selefist ya da seküler olması hiç fark etmez, onlar her daim iktidarın sanatçılarıdırlar ve iktidarın tüm nimetlerinden gördükleri hizmet oranında istifade ederler. Elbette iktidarlar sırf bu yalaka ve boş teneke sanatçılarla iktidarlarını ikame edecek, kendilerini kitlelerin gözünde şirin gösterecek, meşrulaştıracak bir zemin yaratamazlar. Bu yüzden az çok sanatsal niteliğe sahip sanatçıların sağlanan türlü imkânlarla devşirilmesi ve iktidarın yedeğine alınması gerekir. Türkiye’de kurulmuş tüm iktidarların ötesinde en çok bugünkü iktidar böyle bir hamleye ihtiyaç duymuş ve yaygın bir şekilde bunu gerçekleştirmiştir. Selefist dinci referansları olan muhafazakâr bir hükümet, tabiatı gereği sanata karşı olduğundan, kendi periferisi içinden dünya ölçeğini bırakalım Türkiye ölçeğinde bir sanatsal üretim ve sanatçı çıkarabilme potansiyeli taşımamasından ötürü karşı mahalleden sanatçı devşirmekten başka çaresi yoktur. (En son Kemalist mahalleden devşirdiği sanatçı da Mazhar Alanson) Hele uzun yıllardır hükümet etmekten kaynaklı tüm argümanlarını tükenmiş olan bir iktidarın kendini yeniden üretmek ve toplum nezdinde meşrulaştırmak için paradoksal olarak sanattan bu kadar medet umar hale gelmesi iktidarın karnının en yumuşak yerlerinden birisidir.