7 gün boyunca işkence edilmiş iki kişiyle ilgili servis edilen görüntüler haber değeri taşımadı. Ne zamanki saklanacak, kapatacak bir şey kalmayınca ancak “çelişkili ifadeler ve iddia” olarak kısık bir sesle işlenmeye başlandı
Van’da Osman Şiban ve Servet Turgut, çalıştıkları tarlalarından 11 Eylül’de askerlerce helikopterle alındı, işkence edildi ve daha sonra helikopterden atıldıkları ortaya çıktı. 13-25 Eylül arasında Mezopotamya Ajansı (MA), olaya dair 20’ye yakın haber servis etti. Varlığı tartışılan ve tamamı iktidarın tekeline giren ana akımın görmeme hali anlaşılır da; kendisini “alternatif” gören medya ise olayı ancak 20 Eylül’de gündemine aldı.
MA, 20 Eylül’de ulaştığı “hastane epikriz raporu” yayımlayarak, Şiban ve Turgut’un helikopterden atıldığını kanıtladı. Oysa MA, 13 Eylül’de “Gözaltına alındıktan 2 gün sonra hastanede çıktılar” başlıklı haberiyle, olası bir ihlali kamuoyuna duyurmuştu. Ancak haber neredeyse başka hiçbir medya kuruluşu tarafından görülmedi.
14 Eylül günü MA, “Yoğun bakımda olan köylünün kardeşi: Gözaltına aldıklarında bir şeyi yoktu” başlıklı haberi yayınladı. Mağdurun kardeşi Cengiz Şiban, “İşkence mi yaptılar?” diye sordu, ancak bu soru da haber değeri taşımadı.
İki gün sonra bu kez Şiban’ın işkence gördüğü darp raporlarına yansıdığı haberini yine MA geçti. Fakat bu haber de diğerleri gibi gerekli alakayı görmedi.
7 gün haber değeri taşımadı
20 Eylül’e kadar MA, “‘Helikopterden atıldı’ denilen kişini darp raporu: Yüksekten düştü”, “Şiban’ın gördüğü işkence fotoğraflandı”, “İşkenceye suç duyurusu: Askerler ‘Sizi tararız’ dedi” ve “İşkence gören Şiban taburcu edildi” başlıklı haberleri servis etti.
MA’nın 17 Eylül’de yayımladığı “Şiban’ın gördüğü işkence fotoğraflandı” başlıklı haberin fotoğrafı her şeyi gözler önüne seriyordu. Gördüğü işkenceden gözleri kan çanağına dönen Osman Şiban’ın fotoğrafını sosyal medya gördü ama yazılı ve görsel basın yine üç maymunları oynadı. Şiban’ın gözlerine “kör” kaldılar.
20 Eylül akşamı muhabirimiz Cemil Uğur’un, “Hastane raporuyla doğrulandı: Helikopterden atıldılar” başlıkla haberi servis edildi ve haber kısmen medyanın gündemine girebildi. Zira haberde “alternatif medya”nın aradığı tüm kanıtlar vardı.
7 gün boyunca işkence edilmiş iki kişiyle ilgili servis edilen görüntüler haber değeri taşımadı. Ne zamanki saklanacak, gizlenecek, kapatacak bir şey kalmayınca ancak Şiban ve Turgut’un yaşadıkları “çelişkili ifadeler ve iddia” olarak kısık bir sesle işlenmeye başlandı.
Bu durum aslında “zamanın” haber merkezleri için bir istisna değil, Kürt illerinde yapılan işkenceleri görmezden gelinmenin olağan haliydi.
İddia ‘uygun’ görüldü
“Alternatif medya”nın çok büyük bir bölümü tüm boyutlarıyla doğrulanan “işkence edilerek helikopterden atma” gerçeğini “iddia” veya “çelişkili ifadeler” diyerek habere mesafe koydu.
Evrensel bir kural olarak bir gazeteci, haberin kaynağına bakar ve uygun ise kullanır. “İddia” denilecek şekilde bilgiler yetersiz bulunuluyorsa olayın yaşandığı yere gidilir. Daha fazla bilgiye, belgeye, gerçeğe ulaşmak için sahaya iner. Mümkün değilse iletişim kanalları üzerinden yeni kaynaklar bulunur, yeni bilgilere ulaşılır, yayınlanır. Olayın mağdurlarına ulaşılmak istenir. Mümkün değilse olayla yakından ilgili kişilerle görüşülür. Bu vb. sürecin hiçbiri işletilmedi.
Süreci işletmek yerine resmi söylemi beklediler. Ve o “alternatif medya” olayın kaynağına gitmek, iddiayı araştırmak, konuyu deşmek yerine Van Valiliğinin açıklamasını baz aldı, “Ne oldu” sorusunu yanıtsız bırakarak konu geçiştirildi.
Valiye ‘açıklama’, habere ‘iddia’
“Van Valiliği’nden, helikopterden atıldığı iddia edilen yurttaşlarla ilgili açıklama”, “Valilikten helikopterden atılma iddiasıyla ilgili açıklama” gibi başlıklar muhalif medyanın tercihi oldu. Valilikten yapılan açıklamayı sorgulama gereği duymayan, kuşkuya yer vermeyen söz konusu “alternatif medya” çıplak işkencenin nedenini bile soramadı.
Valiliğin manipülasyon yaptığı veya dezenformasyon yaydığından şüphe duymayan “medya” resmi açıklamayı pozitif bir dille kullanmayı tercih etti. Kendi görevini yerine getirmeyen “alternatif medya” gerçeği ortaya koyan haberler için de “iddia edildi”, “öne sürüldü” gibi fiiller kullanmaktan geri durmadı.
Türkiye tarihinde yaşanan hak ihlalleri, işkence, ölüm, katliam vb. gelişmelere karşı resmi makamların verdiği tepkinin hep gerçeği örtbas üzerine kurulduğu defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen medya bu çizgiyi sürdürdü. Bunun en bariz örneği, Diyarbakır 2017 Newroz’una katıldığı sırada polisin kurşunuyla öldürülen Kemal Kurkut cinayeti sonrası yapılan açıklamalardı.
Ne yaparsanız yapın anlatamazsınız
Akademisyen yazar Ulus Baker, 1995 yılında “Medyaya Nasıl Direnilir” başlığı altında, işkence örneği üzerine şunları yazmıştı: “Bir ülkede baskın olan medyanın ve yetkililerin iddia ettiklerinin aksine, sistematik, kurumlaşmış işkence yer etmiş olabilir. Bu dezenformasyonun oyununu bozacak pek çok şey anti-medya, alternatif medyalar vs. tarafından, hukuksal baskıların ve tehditlerin izin verdiği oranda kamuoyuna getirilebilir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarından tutun, boyalı basına varıncaya kadar günlük gazetelerin kenarında köşesinde ‘işkence olayları’ vakalar olarak dile getirilebilirler. Ama ne yaparsanız yapın, bunlarla ‘işkence olayı’nın var olduğunu, hele hele sistemli ve kurumsal olduğunu anlatamazsınız.” MA’nın 13 Eylül’den beri servis ettiği haberlerin çektiği sancı tam da Ulus Baker’in anlatımında yatar; belgeler, ifadeler, görgü tanıkları, raporlar… Hiçbiri yetmez. Ne yaparsanız yapın anlatamazsanız…
Belgeye rağmen
Kürt illerinden gelen haberlerin karşısında medya organlarının anlamama halinin savunması da genelde “somut kanıt, belge” talebi üzerinden kuruluyor. Bu talep, belge karşılansa dahi karakteri gereği bir türlü dinmiyor. Var olan haberi görmeyen ve bitmeyen belge talebine, bölgeden gelen “iddialı” bir hikayeyle cevap verelim: “Muş’ta bir köyde iki aile arasında kavga çıkar. Kavgadan önce mangalda kül bırakmayan, hemen herkesi kavgaya çağıran Eno, neden her ne ise köy meydanında bulunmaz, kavgaya karışmaz. Kavga sonrası ailesi Eno’yu arar.
Uzun bir süre sonra, köyün epey uzağında Eno’nun bir tarlayı kazdığını görürler. ‘Eno’ derler, ‘kavgada neden yoktun, tarlayı niye kazıyorsun.’ Eno cevap verir, ‘Sopa arıyorum…’” Bugün aranan belge Eno’nun tarlada kazdığı yerdedir. Raporlara, görgü tanıklarına, işkenceye ve fotoğraflarına rağmen arayıp da bulunamayan o belge, “işkence edilerek helikopterden atma” gerçeğinin edebikelamıdır.
Deniz Nazlım/Ankara-MA