Adı konulan her şey deneyimini beraberinde sürükler. Hiçbir anlam olaysız değil. Tarih, tahakküm seferberliği, zulüm, isyan ve idman. Her yer hayat kadar geniş. Olması gereken, olmaması gereken beraber yürüyor günün tam içine. Dünya denilen kuyu, çemberleri gökyüzü olarak gösterir.
Haysiyete saldıran ezikti diye bir tanımlama. Dehşet bir teşhis. Kendini duyuran bir geçmiş. Öyle bir geçmiş ki gelip günün içine çukur kazıyor. Toprağa düşman mantık, ondan medet umuyor. Hayat çünkü tuhaf bir çember, daraltan oyun. Neyse ki hatırlama var. Hatırlatmak var. Yerini kovalayan göç var. Oralarda bir yerdeyiz.
Sömürge hukuku askeri darbe sürecini beraberinde taşıyor. Öyle günlerin içinde devrediyoruz yarınları. Toplanıyor hukuk, net bir şekilde kendini duyuruyor. Askeri sömürge günlerinin içinde yaşıyoruz. Sık sık tanık oluyoruz. Tanık olmakla imtihan ediliyoruz. Sınanan bir sabır, sabreden bir umutla uyanıyoruz. Kaşınan yara ne zaman kabuk bağlar diye bir rüya.
Diz çöktürmek sömürgecilerin rüyası, sömürgenin kâbusudur. Çünkü sömürülmek en ahlaksız dayatmadır. İsyan her yerde aynı isimle anılmaz ama aynı beklentiyle kendini duyurur. İnsan coğrafyanın kaderini ve yüzyıllık yalnızlığı sitemle anarken, kaybetmenin tasarrufunu devretmek istemez sonraki kuşağa.
Çatak’ta iki Kürdün helikopterden atıldığı konuşuluyor günlerdir. Atılanların düştükleri iddia ediliyor. Çok basit, hukuk gerçeğin yaveri zaten. Sömürge hukuku, düşman davranışı ölümcül vukuatlarda adalet terazisinde tartılıyor. Zaten kim demiş ki tartılar gerçektir?
Misal, göz göre göre öldürülenin şahidi duyurmaya çalışıyor gördüğünü. İkna etmeye çalışıyor bir başkasını; gördüm ve duydum, gerçeğini yaşadım ki anım oldu ve hatta travmam oldu diye. Ama yok, herkesin dediği her yerde aynı ağırlıkta değil. Terazi bozuk değil, bozulan yerde duruyor çünkü.
Çatak’ta iki Kürdün helikopterden atılması gibi bir dehşet en azından helikopterin icadından günümüze tüm sömürgelerin dehşeti. Herkes bilir çünkü düşmanlar öldürmeyi sever. Fakat söz konusu atılma vahşetinin yanında bir rehin alma olayı var.
Olay günü köye baskına gelen jandarma Osman Şiban ile Servet Turgut’u gözaltına alırken tüm köyü rehin alıyor aslında. Hani bir düşman toprağına girer üniformalılar, sonra o esnada her yerde tuzak var korkusuyla herkesi rehin alırlar. Bu durum Çatak’ta o gün yaşandı işte. Holywood filmi değil, Cezayir veya Vietnam değil, Çatak orası. Helikopterden atılan Osman Şiban’ın kardeşi Cengiz Şiban olay gününü şöyle anlatıyor: “Keşif sonrası askerler indirildi. O gün yaylalara gitmedik. Sadece Servet Turgut tarlasına gitti. Sonrasında helikopter köyün ortasına iniş yaptı ve askerler bizi çağırdı. Meydanda diz çöktürdüler. ‘Buraya terörist gelmiş’ dediler. Biz de ‘bilmiyoruz ve görmedik’ dedik. Yetkililerden biri, ‘Neden bilmiyorsunuz? Acımız var, içimiz yanmış’ dedi. Kimlik istediler. Kimliklerimizi alıp, ‘Biz köyden gidene kadar burada diz çökeceksiniz, gittikten sonra ayağa kalkacaksınız’ dedi.”
Evet, Osman Şiban’ın kan oturan gözleri Kürtlerin makûs kaderini anlatırken, aynı zamanda bir köyün rehin alındığını öğreniyoruz. Kürtlere diz çöktürmek isteyen bir devlet köy köy geziyor. Sokak sokak kendini gösteriyor.
Kimse faili meçhuller yok demesin. Geçmişte JİTEM çeteleri tarafından kaçırılan insanlar yok ediliyordu. Failler hiçbir zaman ortaya çıkarılmıyordu. Halen aynı uygulama devam ediyor ve faili meçhul yerine cezasızlık deniliyor. Misal, kim görmüş ki bir üniformalı en aşağılık eylemde bulunuyor da yargı önünde mahkum ediliyor? Nice örnek sıralanır da en yakına gidelim; İpek Er’e tecavüz edip ölüme sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan hâlâ dışarıda. Böyle bir Türkiye’de öyle bir dünya. Bu yüzden devamını sürükleyen bir gelenek var. Devamını farklı isimlerle ama aynı eylemle sürdüren bir devlet geleneği var.
İster düşman hukuku ya da ister sömürge hukuku gibi aynı yönelimi gerçekleştiren bir ezber varken, kim inkâr edebilir olanları? Helikopterden atıp olanları yok etmeye çalışan devlet aklının esas amacı hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yapmamış gibi davranmaktır. Hafızanın devreden hükmünden, anımsamanın öfkesinden korkuluyor çünkü.
Devletin Çöktürme Planı, Kürt köylerinde diz çöktürme uygulamasıyla icra ediliyor. Oysa insanları rehin alacak kadar acizleşen bir yönetim, meçhullerde bir fail olmaya sürükleniyordur. İnsan hafızası kaybedilse de bir gün kendini dışavurur, tarihte ve bir günün sıradan bir anında.