Uluslararası bazda yapılan araştırmalara göre; modernizm, yani modern hayat, insanlığın duygu dünyasını da değiştirmiş. İnsanın duygusal yapısı üzerineki araştırmalara göre altı temel duygumuza yeni duygular eklenmiş. “Neşe, üzüntü, öfke, korku, şaşkınlık ve tiksinti” olarak var olan temel duygularımıza, “yüceltme, gurur, bencillik, kafa karışıklığı ve vicdan yitimi” diye adlandırılan duygular da eklenmiş diyor bilim..
Araştırmanın da gösterdiği gibi bir modern zaman hastalığına dönüştü vicdan yitimi. Oysa bizi insan kılan, insansallığımızın sınırını tayin eden en önemli değerimizdir vicdan. ‘İç mahkemedeki biricik yargıç…’ İçimizdeki adaletin terazisi. Tüm yasa ve mahkemelerin temyiz mercisidir. İnsan olarak yaşamla kurduğumuz saf ilişkidir vicdan.
İnsanlar vicdanlarını inandıkları değerler çerçevesinde kurmaktadırlar. İnsanlar savaşlardan, zulümlerden, haksızlıklardan vs. dem vurup konuşmasını becerir, ama kimse bu istenmeyen durumların aslında kendilerinden çıkan bir ‘dürüst olmamadan’ kaynaklandığını kabul etmek istemez. Mesela savaş görüntülerini, ölümleri, zulümleri izleyip üzülürüz, ‘vicdana sığmaz bu olanlar’ deriz ama olay üzerine muhakeme yapmayız. Çünkü o zaman hiç de ‘vicdanlı’ bir duruş sergilemediğimiz görülür. Bu yüzleşme bizi rahatsız eder.
Çünkü vicdanımız içimizdeki adaletin ölçü birimidir ve her dem devrededir, bilincimizi sürekli uyarandır. Durmadan doğrunun yapılmasına dair dürtüler üretir. Böyle bir mekanizma elbette kimi hesaplaşma ve yüzleşmelerde kişilerde huzursuz durumlar yaratabilir. Yanlış yaptığını düşünen kişi vicdanından gelen sesi dinleme gücünü gösterip katlanamaz. O zaman da kendini savunma yöntemlerine başvurur. Bazen bizden kimi durumlarda bir cevap beklenirken “Elini vicdanına koy” denir. Ne yazık ki çoğu kez el koyup yokladığımızda bir ses duymayız.
Bu ses duymazlık sıradan kişilerde bireysel birtakım sorunlar yaratsa da yöneticilerdeki kadar kapsayıcı değildir. Vicdanı yok etmiş böyle bir sesi duymayan iktidar sahipleri bütün bir toplumun kaderiyle oynar duruma gelirler.
Hakkaniyetli olma, doğruyu çekincesiz söyleyebilmeyi temel alır. Bunun için de kalıp ve şablonlardan sıyrılabilmek gerekir. Einstein: “Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” diyor.
Bugün Türkiye hem içeride hem de dışarıda yürütmeye çalıştığı politikalarla bir çıkmazın içinde. Defalarca deneyip sonuç alamadığı politikayı devam ettiriyor. Yanlışlardan doğrular çıkarmaya çalışılıyor. Rota yanlış olunca doğru yere varılmıyor tabii… Onun için bir rota değişikliğine ihtiyaç var. Böyle bir değişiklik için de kimi ezberlerin terk edilmesi gerekir. Başkaca da bir yolu yok.
Böyle bir rota değişiminin kaçınılmazlığını anlatan anlamlı bir örnek -kıssadan hisse- vardır:
Günlerce azgın denizde boğuşan bir filo, sisli bir gecede limana geri dönmektedir. Amiral gemisinin kaptanı da köprüdedir ve baş iskele tarafında bir ışık görülür. Işığın yönü sabittir, gemi çarpışma rotasındadır. Kaptan hemen karşıdaki gemiye mesaj geçilmesini ister, ‘Çarpışma rotasındasınız, hemen 20 derece rota değiştirin.’ Cevap gelir ‘20 derece rota değişikliğini sizin yapmanızı öneririm.’ Kaptan sinirlenir ve hemen cevaplatır ‘Ben kaptanım, rotanı 20 derece değiştir.’ Cevap gecikmez, ‘Ben bir deniz eriyim, asıl siz rotanızı değiştirin.’ Kaptan iyiden iyiye köpürmüştür. ‘Ben amiral gemisiyim ve sana derhal rotanı değiştirmeni emrediyorum.’ Cevap gecikmez, ‘Ben de bir deniz feneriyim.’ Ve filo mecburen rotasını değiştirir.
Evet. Ne kadar diretseniz de hayatın gerçekleri karşısında bazen rota değiştirmek zorundasınız.