Aziz Nesin’in bir gazetecilik öyküsü vardır, ta çocukluğumdan beri hiç unutmam. Öyküdeki karakter (belki de Aziz Nesin’in kendisidir, bilemiyorum artık) çalıştığı gazetedeki işleyişi anlatırken, -mealen aktarıyorum- şöyle der: “İşler iyi gidiyorsa, çok satıyorsak patronumuz konuşmalarında hep ‘gazetem’ diye söze başlardı. Çaptan düşüp tirajımız gerilediğinde ise bu kez çoğul konuşur, ‘gazetemizzzz’ diye kükrerdi.”
Pek farkına varmayız ama ülkeler de aynen böyle yönetilir aslında; ne zaman işler sarpa sarsa, ne zaman kriz derinleşse, aslında hepsi birbirinden narsist olan yöneticiler, birden çoğul zamirini keşfederler ve ‘miz’ eki dillerine yapışır kalır. Ol sebeptendir ki, yoksul takımı, birileri ‘ülkemizzz’ diye lafa başladığında, arkasından mutlaka bir kazık geleceğini hisseder ve en kötüsü de çoğu kez bunu hissettikleri halde kendilerini ‘birlik beraberlik’ rüzgârına kaptırır giderler.
Çoğul zamirler iyidir çünkü. Herkes kendini iyi hisseder. “Turizm gelirlerimiz arttı” denir mesela; sanki bizim otelimiz varmış gibi seviniriz. “İhracatımız şu kadar olmuş” diye yazılır; ellerimizi ovuştururuz, artık biz kendi hanemizden ne ihraç ettiysek? “Milli gelirimiz arttı!” denildiğinde ise içimiz bir hoş olur; hem ‘milli’ hem ‘gelir’ hem de artmış, insan başka ne ister? Nedir ‘milli gelir’ peki? Kabaca, ortalıkta dönen servetin tümü işte. Peki, nasıl dağılır bu gelir? Tısss!
***
‘Mavi Vatanımız’ var şimdi mesela. Daha doğrusu hep varmış da biz bir emekli amiralin dürtmesiyle şu son bir iki ayda öğrendik. Bakıyorum haritadan, muazzam bir mavi bölge! Üstüne karadan Federe Kürdistan’ı ve Kuzey Suriye’yi filan koysan, neredeyse ikinci bir Türkiye! Kimin peki o vatan? Bizim!
Biz kimiz?
Biz işte canım; millet olarak, hepimiz yani! Tamam, hepimiz, anladım da, n’apıcaz orada hepimiz? Kış geliyor, mesela ilk doğalgaz faturamızı alıp, Karadeniz’in sularına batırsak, hazmı daha mı kolaylaşacak? Milyar ton gaz çıksa oradan, kemiklerimiz ısınacak da cebimiz ılık mı kalacak? Peteklere bedava gaz basacaklar da almayanı dövecekler mi? Peki, şu anda aldığımız doğalgaz neden Avrupa’nın en pahalısı? Kim imzalamış o uyduruk anlaşmaları? Yahu ‘biz’im için yapılan şeylerin ‘biz’e bir fayda sağladığını gören var mı hiç bu memlekette? Nerde bir derecik görsen tepesine çöküp baraj yapıyorsun da mesela, bizim elektrik faturamızda bir değişiklik mi oluyor? Nerede yeşil bir yer görsen kazıp altın filan çıkarıyorsun da bizim gerdanımızda beşi bir yerdeler mi sallanıyor? Ülkenin her karış toprağa kat kat betonlar çıkıyorsun da içinde biz mi oturuyoruz?
***
En güzeli de şu 12 adalar hikâyesi… Geçmişte 12 kişilik bir meclis tarafından yönetilmiş oldukları için adı öyle kalmış. Yoksa saysan, 14-15 filan aslında. “Güney Sporatlar Adaları” deniliyor kendilerine. Bizimkiler zaman içerisinde kafalarına göre isimler uydursalar da antik tarihten gelen isimleri şöyle: Rodos, Kasos, Karpethos, Aliminya, Simi, Tilos, Nisiros, Mandraki, Kos, Astropalya, Kalimnos, Kharki, Patmos, Chalke, Leros…
Bir kıyamettir gidiyor buraları sen kaybettin ben kaybettim diye. Kim neyin sahibiymiş de neyi kaybetmiş soran yok.
Mesele şu: Sen, vakt-i zamanında bir sömürge imparatorluğu kurmuşsun, eyvallah. Büyümüş de büyümüşsün, şiştikçe şişmişsin, el atmadığın yer kalmamış, ona da tamam. Peki sonra? Hangi imparatorluk ezelden ebede devam etmiş ki? Seninki de etmemiş. Geriledikçe gerilemişsin, küçüldükçe küçülmüşsün. Bunun adı ‘toprak kaybetmek’ filan değil ki. Senin değildi oralar zaten; hiç olmadı. Gitmişsin, işgal etmişsin, sonra da kovulmuşsun ya da senden daha güçlü olan başka sömürgeciler gelip çöreklenmişler. Onların da ömrü uzun olmamış, eninde sonunda o toprakların sahipleri, yeni efendilerini de kovmuşlar filan. Sana ne artık bütün bunlardan?
Alsan ne yapacaksın hem? Pardon, yani ‘biz’ alsak? Ne yapacağız hakikaten? Yassıada’yı ne yapmışız mesela? Gökçeada’nın canına nasıl okumuşuz? Geçtim onları, 6-7 Eylül’de koca İstanbul’u ne hale getirmişiz? Geçtim 6-7 Eylül’ü, ya 1915?
Hakikaten, ne yapacaksın 12 adaları? Pardon, ‘biz’ ne yapacağız? Çıktın gittin, pardon çıktık gittik, dedik ki buralar bizim; bundan sonra biz yöneteceğiz. Yahu Allah aşkına, senin o adaların karşı kıyısında yakmadığın, yakıp da talan etmediğin yer kaldı mı? Daha dün Ayvalık bir baştan bir başa cayır cayır yandı. Hem de ne ‘ölçülü’ yakmalar! Neredeyse geometrik yangınlarımız var bizim; tam yerinde ve tam gerektiği kadar yakıp üstüne otelleri filan kondurmuyor muyuz?
***
Sonuç olarak, biri ‘ben’ diyorsa, ondan korkabiliriz biraz. Ama biri ‘biz’ diyorsa var ya, ondan bin kat daha fazla korkmalıyız. Çünkü her ‘biz’, altında kocaman bir ‘ben’i, onun banka kasalarını ve bütün diğer teferruatları gizler. Özellikle birileri gidiciyse ve gitmemek için oturduğu yere sımsıkı yapışıyorsa, onlar için çoğul konuşmak bir kuraldır. Çünkü ‘biz’, kocaman bir ağıldır onlar için; ‘biz’i orada tutmaları gerekiyor. Bunun için de kendimizi o sürünün bir parçası gibi hissetmeliyiz. Çitin içinde, sakin ve huzurlu…