Sekiz milyar insanın yaşadığı bir gezegenin sorunlar yumağı haline getirilmiş bir bölgesinde, toprağı önce ikiye sonra da dörde bölünerek sömürgeleştirilmiş, dili yasak, kültürü yasak, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden başkalarının yararlandığı, yoksullaştırılmış, ezilip horlanmış, her başkaldırıda idam sehpalarına çıkarılmış, vurulup öldürülmüş, sürgünlere yollanmış, zindanlara doldurularak direnci kırılmaya çalışılmış bir halkız.
Üstelik bu yapılan ve yaşatılanlar tüm dünyanın gözü önünde olmuş, onlar da seyretmişler olup biteni…
Ancak ve herşeye rağmen direncimiz ve umudumuz hiç kırılmamış, her dört parçada da insanımız özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmemiş. Çok pahalıya malolan direnişler sergilemiş bizden önceki nesiller, yaşamlarını feda ederek bir gelenek bırakmışlar günümüze.
Dersim Direnişi Lideri Seyit Rıza’nın : ‘ Siz hangi Seyit Rıza’yı soruyorsunuz, benim adım Dersimli Rızo ama bundan sonra Dersim’deki her ağacın dibinde bir Seyit Rıza göreceksiniz’ sözü, kendinden sonra olacakları gören bir bilgenin işık saçan, durumu tek cümlede özetleyen tuğla gibi bir kitaptır aslında.
– –
Geçmişteki direniş hareketleri şu ya da bu nedenle hiç bir zaman için dört parçanın ortak hareketlenmeleriyle olamamıştı ne yazık ki. Hatta bırakın dört parçayı, aynı parça içinde dahi ya bir iki şehir, ya bir kaç aşiretsel dokunun desteğiyle oluşup lokal kalmış, geneli aynı anda kapsayan güçlü hareketlere dönüşememişti. Başarısızlığın ana sebeplerinden biri budur.
Şeyh Sait Hareketi talihsiz bir olaydan kaynaklı olarak planlanandan çok önce ve belli bir bölgede başlarken diğer bölgeleri hareketlendirememiş, Ağrı Dağı kendiyle, Dersim kendiyle baş başa kalmıştı ne yazık ki… Bu hareketler sonrasında da devlet, kendi açısından ‘geniş tedbirler’ almış, katliamlar, tutuklama ve sürgünler bir birini izlemişti.
Zilan Deresi’ndeki vahşet bu katliamlardan biridir.
Rojhılat’ta, Mahabat Kürt Cumhuriyeti kurulurken, Kuzey’de yaprak kımıldamamış olmasının ana sebebi de bu katliamlar ve geçici sindirmelerdir.
—
Bin dokuz yüz altmışların sonları ve yetmişlerin başına gelindiğinde ise özellikle Kuzey’de mücadele yeni bir safhaya evrildi. Artık aydınlanmaya başlamış Kürt gençleri sahnedeydiler. Metropollerde ve yerelliklerde aydınlanmaya başlamış Kürtler, sosyalizmle tanışmış, mücadele biçimi hem ulusal hem de sınıfsal anlamda yeni bir biçim almıştı.
Hem Kürtler hakları olanı alacak, öte yandan da kurulacak iktidar aynı zamanda sınıfın yani yoksulun da haklarını teslim edilecekti. Değişik yol ve yöntemler de önerilse, hemen her yapının ana hedefi buydu… Devrimcilik kavramı bizim de literatürümüzdeki yerini almıştı.
O dönem, kişisel anlamda orta okul ve lise yıllarımdı ve olup bitenleri hatırlıyorum.
Bazı yapılarca dernekler kurulmaya başlanmıştı önceleri. Bazıları hiç dernek vs uğraşmadan partiler kurmuşlardı ve çok büyük bir hızla çoğalıyorlardı. Devrimci, yurtsever yapılaşmanın önünde engel olsun diye sokağa salınan faşistlerle, işbirlikçi aşiretler ve gericilikle de mücadele tam gaz sürüyordu. Kürdistan geneline bakıldığında bir kaç şehir hariç hemen her yerde yurtseverlerin hakimiyeti vücut bulmuştu.
Dersim Katliamından sonra bir durgunluk yaşayan ve üzerinde adeta ölü toprağı olan halkta yeniden bir Kürtlük bilinci oluşmuştu ama bu kez yanına yoksul sınıfın sorunlarını ve diğer halklar içindeki ezilenleri de katarak…
Tam burada 12 eylül darbesini ve hemen ardından başlayan ve kırk yıldır süren savaşı anlatmak gerekiyor ama bu iki başlığa hiç girmeden, yazının başlığına yani esas konuya geçmek istiyorum.
Aradan geçen bu kırk yıl içinde ülke ve bölge çok ama çok değişti, köprülerin altından çok su geçti.
Eskiden yaşasın halkların kardeşliği diye slogan atanların bir bölümü şimdi çok başka noktalarda…
Mücadeleye dair hiç bir katkısı olmayan bu kesimler, internet sitelerinde ‘milliyetçilik’ nutukları atıyorlar.
Ancak, kırk yıldır mücadelenin içinde olan, özgürlük için yaşamını feda eden, yıllardır dağda hiçbir kişisel kaygıya girmeden mücadele eden Kürt’lerin artık doğaya, dünyaya ve özellikle de bölgeye dair yeni ve gerçek anlamda kurtuluşu getirecek tezleri var.
Bu tezler ışığında bölgede de enteresan gelişmeler var.
Rojava’da, bu tezleri kavrayan ve Kürt olmayan halklar Kürtlerle birlikte yaşamak istediklerini duyuruyorlar dünyaya ve kendi iktidarlarına. Kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle silahlanıp Kürt saflarında savaşa katılıyorlar.
Kürt’lerin tek dertlerinin kendilerini kurtarmak olmadığını, kendileri için ne istiyorlarsa birlikte yaşadıkları halklar için de aynı şeyleri istediklerini pratikte görerek ikna oluyorlar.
Daha düne kadar kimlik ve pasaport vermedikleri insanların, Daeş zulmüne karşı kendileri önünde siper olan bu devrimci Kürtlerin bu tavrının ve yaşam tarzının bölge için gerçek bir kurtuluş olabileceğine, birlikte ortak bir dünya kurabileceklerine, eşit ve özgür yaşayabileceklerine inanıyorlar.
İşte burada soralım, bu insanlarla birlikte yaşanmaz mı? Biz artık sadece kendi derdimize düşüp bu en az bizim kadar sorun yaşayan yoksul insanlara sırt çevirmemiz düşünülbilir mi?
Biz sadece Kürt müyüz gerçekten? Bölgede, yanıbaşımızda olup bitenler bizi ilgilendirmiyor mu?
Yoksulların, sınıfın özgürleşmesi de bizim derdimiz değil mi?
Kuracağımız bir dünyada emekçiler aç sefil yaşıyacaksa bölgeye ve insanlığa nasıl bir katkı sunmuş olacağız?
Irak’ta Enfal katliamını yapan Basra’da, Necef’te ekmek derdindeki yoksul Arap mıydı?
Bize zulmedenler, insanlarımızı vinçlerle idam edenler Tahran’daki Şah ya da Molla rejimi mi yoksa çöpten ekmek toplamaya çalışan yoksul Fars emekçileri mi?
Faşist ve gerici rejimler karşısında, zulüm karşısındaki yoksul Arap ya da Fars’tan ne farkımız var? Tüm bu insanlarla birlikte davranmak, zalime karşı birlikte mücadele etmek elimizi daha fazla güçlendirmez mi?
Bölgedeki halkların tüm emekçileri, işçileri, aydın ve sanatçılarıyla birlikte hareket etmek bizi hem bölge hem de emperyalist müdahalecilere karşı daha ciddi bir güç haline getirmez mi?
Tek başımıza sonsuza kadar mücadele edecek gücümüz var elbette, ama özgürlüğe götüren yol bölge halklarıyla oluşturulacak ortak mücadele ile kısalacak. Bu yol, hem bizi hem de birlikte yaşadığımız halkları kurtaracaktır. Bunu anlamak ve Güç olmaya çalışmak aklın yoludur…