Hazine ve Maliye Bakanlığı bu yılın Ağustos ayı Merkezi Yönetim Bütçe gerçekleşme rakamlarını açıkladı. Buna göre; Temmuz ayında – 29,7 milyar lira açık veren bütçe Ağustos ayında 28,2 milyar lira fazla verdi.(1)
Böylece; 1 ayda sadece açık kapanmayıp, neredeyse aynı büyüklükte bir fazla gerçekleşti. Böyle olunca da bu gelişme Bakan Albayrak tarafından başarılı bir bütçe performansı olarak sunuldu.
Aylık değil, dönemsel veriler önemli
Kamu maliyesi ve bütçe konularıyla ile ilgisi olanlar, aylık bütçe fazlası ya da bütçe açığı rakamlarındansa, dönemsel rakamlara bakılması gerektiğini iyi bilirler.
Bir başka deyişle 1 aylık bir “bütçe açığı” kötü bir bütçe performansının göstergesi olamayacağı gibi, 1 aylık bir “bütçe fazlası” da iyi bir performans göstergesi olamaz. Gerçekçi bir değerlendirme yapılabilmesi açısından dönemlere ya da yılın bütününe bakılması daha doğrudur.
Bu bağlamda biz de bu yılın (Ocak-Ağustos) olmak üzere 8 aylık dönemine baktık: Bu yılın başından bu yana ortaya çıkan bütçe açığı toplamda yaklaşık 111 milyar lira. Diğer taraftan siyasal iktidarın 2020 yılının bütününe ait bütçe açığı öngörüsü ise yaklaşık 139 milyar lira.
8 ayda açığın yüzde 80’i gerçekleşti
Bu da daha yılın ilk 8 ayında, öngörülen bütçe açığının yüzde 80’i gerçekleşmiş demek oluyor. Yani Hükümetin hedefini tutturabilmesi için yılın geriye kalan 4 ayında en fazla 28 milyar lira bütçe açığı verme lüksü var.
Özellikle de Salgının yeniden tırmanışa geçmekte olduğu bu aylarda vergi gelirlerinin düşeceği, buna karşılık başta Salgınla ilgili olmak üzere, kamu harcamalarının artacağı gerçeği dikkate alındığında böyle bir hedefin tutturulabilmesinin imkânsızlığı ortaya çıkıyor.
Kısaca, ne tür önlem alınırsa alınsın bütçe açığı hedeflenenin üstünde olacak. Bu da Hükümetin bütçe performansı ile ilgili olarak anlatılan başarı hikâyesinin altının pek de dolu olmadığını gösteriyor.
Açık ya da fazla, neye ve kime göre iyi ya da kötü?
Ayrıca bütçenin açık ya da fazla vermesi, nedenlerinden bağımsız olarak ele alınabilecek bir konu değil.
Örneğin, neo-liberalizmin simgelerinden Washington Uzlaşması’nın temel ilkelerinden biri olan “mali disiplin ilkesi”ne uygun olarak halka dönük sosyal harcamalardan ciddi kısıtlamalar yapılıyor, buna karşılık başta dolaylı vergiler olmak üzere halktan çok daha fazla vergi toplanıyorsa, elektrik, su, doğal gaz gibi temel mal ve hizmetlere sürekli zamlar yapılıyorsa, harçlar ve cezalar sürekli artırılıyorsa; kısacası kemer sıktırılıyorsa, bu şekilde elde edilecek bir bütçe fazlasının halk için iyi bir şey olmayacağı açıktır.
Buna karşılık, halka dönük sosyal harcamaları artıran, kamusal hizmetlerin miktarını ve kapsamını genişleten, özellikle de (Salgın zamanlarında olması gerektiği gibi), toplumun sağlık sorunlarını daha adil ve etkin bir biçimde çözmeyi hedefleyen kamu harcamalarındaki artışlar ve halktan alınan vergilerin düşürülmesi yüzünden ortaya çıkan bütçe açığı halk için iyi bir şeydir. Üstelik böyle bir açık ekonomiyi canlandırmaya da yardımcı olabilir.
Kaldı ki özel şirketlerin devletten birikmiş 250 milyar liralık bir devreden KDV alacağı olduğu ileri sürülüyor.(2) Maliyenin bunu aylık düzenli taksitler biçiminde ödemesi durumunda bir bütçe fazlasının ortaya çıkması mümkün değil.
Bütçe fazlasının 2 kaynağı
Böyle bir bakış açısı altında Ağustos ayındaki 28,2 milyar liralık fazlanın nereden geldiğine bakalım. Bu fazlanın kabaca iki kaynağı var: Devlet harcamalarındaki kesintiler ve vergi gelirlerindeki artışlar. Bunların dışında, örneğin her hangi bir özelleştirme geliri söz konusu değil.
İlki asıl olarak adına “cari transfer harcamaları” da denilen kamu harcamalarındaki kesintilerden kaynaklanıyor.
Öyle ki bu ay bu harcamalar 13,6 milyar lira azalmış.
Halka dönük kamu harcamaları azaltıldı
Yani sosyal güvenlik kurumlarına, belediyelere, tarımsal destekleme için köylülere, küçük üreticilere, yoksullukla mücadele adı altında yoksul ailelere verilen destekler ciddi biçimde azaltılmış. Bu arada rantiyeye yapılan faiz ödemeleri 1 milyar lira civarında artmış.
Bir başka anlatımla; kamu harcamalarında bir tasarrufa gidilmiş ama azaltılan harcamalar güvenlik harcamaları, devletin tüketim harcamaları ya da sermayeye verilen destekler gibi kalemlerde olmamış, daha ziyade halkın refahını doğrudan ya da dolaylı bir biçimde olumlu olarak etkileyen transfer harcamalarında olmuş.
Dolaylı vergiler arttı
İkincisi ise vergilerdeki artışlar. Ancak burada da kamu harcamalarındakine benzer bir çarpıklık söz konusu. Öyle ki göreli olarak daha adil olduğuna inanılan Gelir Vergisi sadece 600 milyon lira artarken (yüzde 5,3), asıl artış Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV) biçiminde ve halk tarafından ödenen dolaylı vergilerde olmuş.
ÖTV 9,3 milyar lira ve KDV 6,7 milyar lira olmak üzere bu vergiler toplam 16 milyar lira artmış. ÖTV artışının özellikle de ithal otomobil talebindeki artıştan kaynaklandığı düşünülebilir.
Bu vergilerin ne denli adaletsiz vergiler olduğu biliniyor. Halkın bunları ödemekten kaçınabilmesi ise neredeyse imkânsız. Çünkü bu vergiler ÖTV biçiminde, petrol ve sigara gibi fiyat esnekliği sıfıra yakın mallar üzerinden; KDV biçiminde ise, ekmek, et ya da buzdolabı ve otomobil gibi binlerce mal ve hizmet üzerinden alınıyor. Otomobil de ise hem ÖTV, hem de KDV alınıyor.
Kurumlar vergisi arttı ancak…
Bir diğer vergi artışı Kurumlar Vergisinden sağlanmış: 10, 9 milyar lira. Ancak Salgın nedeniyle yapılan ertelemelerden dolayı tahsilatının bu Ağustos ayına kaldığını tahmin ettiğimiz 2019 yılına ait Kurumlar Vergisinden bundan sonraki aylarda böyle artışlar beklenmemeli.
Diğer yandan Kurumlar Vergisindeki bu artış “nihayet şirket sahibi sermayedarlar da ellerini ceplerine attılar” duygusunu yaratsa da, durum pek öyle değil.
Bir kere Salgın sürecinde devletçe verilen mali desteklerin yüzde 90’ına yakınından bu kesimler faydalandı. Ayrıca Korona Salgını öncesinde dahi aralarında bu şirketlerin de olduğu sermaye kesiminden yaklaşık 196 milyar liralık bir verginin alınmayacağı hükmü 2020 Yılı Bütçe Kanununa “vergi harcaması” kalemi adı altında konuldu. Yani bu kesim devlete verdiğinden çok daha fazlasını devletten geri alıyor.
Kurumlar vergisinin neredeyse tamamını 6,000 şirket ödüyor
Ancak daha da önemlisi sözü edilen bu Kurumlar Vergisi tüm kurumlar tarafından da ödenmiyor. Geçen yıla ait bir araştırmaya göre (3); Aralarında en büyük vergi mükellefleri konumundaki: Merkez Bankası, BOTAŞ ve kamu bankalarının da bulunduğu devlete ve özel sektöre ait 6,000 şirket bu verginin neredeyse tamamını ödüyor. Oysa toplamda Türkiye’de 818,500 Kurumlar Vergisi mükellefi var. Bu yıl ise küçük ve orta ölçekli şirketlerin Salgın nedeniyle vergi ödemeleri çok zor görünüyor.
Özetle, Ağustos ayındaki bütçe fazlası bir yandan halka dönük sosyal harcamaların budanmasından, diğer yandan da, asıl olarak halktan alınan ÖTV ve KDV gibi vergilerdeki artışlardan kaynaklandı.
Bugünkü gibi bir politik ortamda, şeffaf olmayan bir bütçe politikası ve adaletsiz bir vergi sistemi altında elde edilen bir bütçe fazlası ‘başarı’dan ziyade, kamu harcamalarındaki ve vergilerdeki yıllardır var olan adaletsiz dağılımın devam etmekte olduğunun bir göstergesinden başka bir şey değil.
Anahtar sözcükler: Bütçe fazlası, Cari transfer harcaması, Kemer sıkma, Kurumlar Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Vergi artışı.
Dip notlar:
(1) https://www.hmb.gov.tr/duyuru/2020-agustos-merkezi-yonetim-butce-gerceklesmeleri-raporu (15 Eylül 2020).
(2) https://ogunhaber.com/yazarlar/abdullah-tolu/devreden-kdv-250-milyar-tlye-yaklasti-reel-sektore-iadesi-icin-tam-zamani (22 Temmuz 2020).
(3) Nedim Türkmen, “Şirketlerin yüzde 99’u kurumlar vergisi ödemiyor”, https://www.sozcu.com.tr (9 Haziran 2019).