Söylenceler istediğimiz değişiklikleri yapma, gerçekle dileğimizce oynama hakkı verir bize. Geçmiş deneyimleri şimdiki vakalarla kıyaslama, sıkıcı günleri masallarla, sıkıntılı anları hikayelerle bezeme, buradan geleceğe, mümkünse iyi bir geleceğe kapı aralama isteği dayanılmaz. Her şey bir şeylerin, olmakta olan olmuş olanın bir devamıysa meseleyi anlamak mümkünmüş gibi, felakette yakalanmadan yakınlarda bir yerlerde bir selamet yolu açılacakmış gibi gelir. Şimdiki acı öncekinin çektiği eziyetten, şimdiki beddua öncekinin ahından, şimdiki kötülük öncekinin şerrinden çok şey kapmışsa aradaki küçük farkları, önemsiz teferruatları kapı dışarı etmenin, onları tarih dışı saymanın ferahlatıcı bulunacağı muhakkak. Çöküş dönemi acımasızlığı için geçmişten her zaman ödünç alınabilecek işlevsel kesitler, faydalı örnekler, açıklayıcı resimler bulunabilir. İstila için barbar kabileler, gaddarlık için vahşi tiranlar, hunharlık için modern oligarklar revaçta.
Kıssadan payına düşecek hisse olmadığı sürece anlatıcı iyi ve kötüyü hakça dağıtabilir. Ama bu kadarını bataklığa, kumarhaneye zevk için, servet için, şatafat için kendilerini yok etmeye giderken zaaflarını, kötü alışkanlıklarını yok sayan, ama kaybettiklerinden yalnızca kör talihi sorumlu tutanlar da yapar. Tüm hayatı bataklıktan kumarhaneye, kumarhaneden bataklığa kat ettiği mesafeyle ölçülen için istediği hikayeyi uydurma, gerçekle dilediği gibi oynama girişimi her zaman kadere bir meydan okuma gibi görünür. Halbuki tekrarlanan gülünç bir oyun ve tüm olanlar da sahne alırken sadece kendisini küçük düşüren o teatral sakarlıktan yana. Oyuncu kılığındakiler her devrin suçluları, şairane ve dostane seslenirken, birbirine kaba, hoyrat ve sertçe bakmayı da ihmal etmeyenler. Yaptıkları gibi söyledikleri de tam bir muamma. Varını yoğunu yürüttüğü seyirci karşısında bu kadar şaşkın olunca, oyuncu kaşlarını çatıp kendine yabani bir hava vermek zorunda, aksi taktirde bir soyguncu gibi sırıtacağı ortada. Kendisi de sözlerinin mühim mevzulara dair olduğunu savunacak değil, çünkü onlar bile anlamıştır ki, sarf ettiğimiz sözlerin yarattığı etki her zaman bu lafın bizim gözümüzdeki değerinden de aşağıda.
Yaban çocukları imgelerle düşünür, masallar ve hikayelerle büyür. Öyleyse benzer bir yol izlemeli, başkalarına tanıdığımıza göre kendimize de hikâyeyi uyarlama, gerçekle dilediğimiz gibi oynama hakkı vermeli. Bir adamız yok, ama olduğunu düşünelim ve yine varsayalım ki, Karayipler’de dile gelen de bizim buradaki çorak koloninin hayatta kalanlarından: “Büyükannemin bir adası vardı. Büyük bir şey değildi. Hepsini bir saate yürüyebiliyorduk. Ama bizim için yine de bir cennetti. Bir yaz oraya gittiğimizde o güzelim adanın her yerini farelerin sardığını gördük. Bir balıkçı teknesiyle gelmiş, Hindistancevizleriyle kendilerine ziyafet çekmişlerdi. Peki, fareleri adadan nasıl atarsın? Büyük annem gösterdi; bir yağ fıçısını gömdük ve kapağını açtık. Yem olarak da bir hindistancevizi astık. Fareler kokuya geliyorlardı ve teker teker fıçının içine düşüyorlardı. Bir ay sonra farelerin hepsi yakalanmıştı. Peki, sonra ne yapacaksın? Fıçıyı okyanusa mı atacaksın? Yakacak mısın? Hayır! Orada bırakacaksın. Yavaş yavaş acıkmaya başlarlar. Ve teker teker birbirilerini yemeye başlarlar. Sonra da sadece ikisi hayatta kalır. Peki ya o zaman, o zaman ne yapacaksın, öldürecek misin? Hayır! Onları alacaksın, ağaçların arasına bırakacaksın. Ama artık Hindistancevizi yemiyorlardır, artık sadece fare yiyorlardır.”
Kıssa zorlama, ama uygulama doğaçlama. Fıçıya kendisi olarak girip doğaları değişmiş olarak çıkanlar. Hayatta kalan fareler! İşte bizi yaptığı şey bu! Kendi seçimimizi yaptığımızı sanıyoruz, her vakada tarihteki benzerleriyle kıyaslamaya can attığımız istilacının farkı, özgünlüğü, dehası burada. Kolonide kalanlarımız, başka diyarlara göçenlerimiz, bizler buyuz. Doğası değiştirilenler. Hep başka hikayeler uydurur, her anında gerçekle oynarız. Fakat meselemiz belli, değişen besin alışkanlığımız, son yirmi yılda dönüşen doğamız. Hindistancevizi yavan bir koku bu saatten sonra, her yerde kovaladığımızsa o sıcak kan, türümüzün başkalaşıma ölesiye kafa tutanından kalan. Alıştık bir kere, artık sadece durmak yalan.