Ülkede gündem o kadar hızlı değişiyor ki 10 gün önce yapılan çok önemli bir açıklama dahi unutulup gidiyor.
Hatırlayalım 8 Eylül’de Cumhurbaşkanı Erdoğan bireysel emeklilik fonları (BES) ile ilgili önemli bir açıklama yapmış ve burada biriken 154 milyar liranın Korona Salgını yüzünden zor duruma düşen özel şirketlere kredi olarak dağıtılmasından söz etmişti.
Komşunun tavuğu…
Ekonominin çok zorda olduğu, devlet hazinesinin de giderek boşaldığı böyle dönemlerde, bir de bu kaynaklar öncelikli-imtiyazlı sayılan (başta savunma sanayi ve inşaat sektörü olmak üzere) belli sektörleri desteklemek amacıyla kullanılıyorsa, yeni kaynak da yaratılmıyorsa, yönetenler açısından geriye (devlet bütçesi dışında da olsa), diğer kaynaklara yönelmekten başka çare kalmıyor. Hele bunu yapmaya imkân veren bir de baskıcı ortam mevcutsa bu iş daha da kolay oluyor.
Yine hatırlayalım uzunca bir süredir bütçe açıklarının kapatılmasında, ulaştırma projelerinin fonlanmasında ve belli sermaye gruplarına kaynak aktarılmasında kullanılan İşsizlik Sigortası Fonu bu kez Korona sonrasında işçi çıkartma yasağı altında ücretli izinli sayılan işçilere yapılan çok sınırlı ücret ödemelerinde ama asıl olarak da patronlara destek amacıyla kullanılıyor. Ne de olsa “komşunun tavuğu komşuya kaz gibi görünüyor”.
Bu ve benzeri uygulamalara artık alıştık desek yeridir. Ancak böyle uygulamaların bize ait yerli ve milli uygulamalar olduğunu düşünürken, bir haber Şili’de bireysel emeklilik fonları ile ilgili benzer bir önerinin bundan iki ay öncesinde gündeme geldiğini ortaya çıkardı.
Özel emeklilik fonlarıyla meşhur bir ülke Şili
Şili neo-liberalizmin ve “Şikago Oğlanları” olarak da adlandırılan gerici iktisat ekolü ideolojisinin hayata geçirildiği ilk ülke. Ülke (11 Eylül 1973 yılında), Başkan Allende öncülüğünde yürütülen demokratik sosyalist dönüşüm çabalarını durdurmayı amaçlayan CIA tarafından organize edilen bir askeri darbe ile bu yola sokuldu. Benzer bir biçimde, ondan 7 yıl sonra aynı model ve doktrin yine CIA tezgâhlı bir askeri darbe ile 12 Eylül 1980’de Türkiye’de gündeme getirildi.
Her iki ülke de, bu darbeler ve neo-liberal ideoloji ve uygulamaların altında, uluslararası finans kapitalin arzusuna uygun olarak dönüştürüldü. Demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılırken, yoğun bir özelleştirme, metalaştırma ve piyasalaştırma furyası hayata geçirildi. Bunlardan fazlasıyla zarar görenler ise başta sosyal güvenlik ve kamusal emeklilik hakları ortadan kaldırılan ya da tehlikeye giren emekçiler oldu.
Şili bu süreçte özel bireysel emeklilik fonlarını en kapsamlı olarak kurup işleten ülkelerden biri oldu. Öyle ki bu fonlar şu anda 200 milyar dolarlık bir varlığı yönetiyor. Korona Salgını sonrasında, kamusal finansman sıkıntısı yaşayan bu ülkede siyasal iktidar ülkedeki bu bireysel emeklilik fonlarındaki tasarruflara gözünü dikti.
İşçilerin fonlarda biriken paralarının yüzde 10’u kullanılacak
Bu amaçla Şili’nin sağcı Devlet Başkanı bir öneride bulundu. Buna göre; bireysel emeklilik fonlarında tasarrufu olan işçiler kendi hesaplarında biriken paranın yüzde 10’unu çekebilecekler (normalde çekilemiyor).
Bir başka anlatımla bu işçiler, gelirleri en az üçte bir oranında düşmüşse, istihdam durumlarına bakılmaksızın tasarruflarının yüzde 10’unu çekebilecekler ve tüketim amaçlı olarak kullanabilecekler. Şili’de bu öneriden iki hafta önce de, düşük faizli kredi, ipotekli konut kredisi faizi geri ödemesi ertelemesi, kira sübvansiyonu ve yükseköğrenim finansman desteği gibi destekler açıklanmıştı.(1)
Bu önlemlerin, Salgın nedeniyle gelir kaybına uğrayan işçilerin bu kayıplarını telafi etmelerine yardımcı olmak amacıyla alındığı ileri sürülürken, Şili Hükümeti bu öneriyi şu gerekçelerle de savunuyor: Kaynağın sadece yüzde 10’u alınacağı için, bu çekişler uzun vadede bu fonların gelişimini olumsuz etkilemeyecek. Bunun sadece gelir desteği olarak yoksullaşmayı önlemeye değil, aynı zamanda tüketim harcamalarını da artırarak, ekonominin toparlanmasına da katkısı olacak. (2)
Kısaca, 200 milyar dolarlık birikimin 20 milyar doları ekonomiyi talep yönlü olarak büyütmek amacıyla kullanılacak.
Askeri diktatörlükler yok ama neo-liberal dayatmalar el koymalarla sürüyor
Görüldüğü gibi Şili Hükümeti darbeden bu yana geçen 47 yıl sonra dahi neo-liberalizmin dayatmalarını devam ettiriyor. Küresel bir Salgın nedeniyle gelirleri azalan, yoksullaşan emekçilere kendi birikimlerinin bir kısmını kullanma lütfunda bulunuyor. Ne devlet bütçesinden bir kaynak aktarmayı düşünüyor ne de servet vergisi gibi (bu amaçla kullanılabilecek) bir yeni kaynak yaratmayı düşünüyor. Oysa gelir ve servet bölüşümü eşitsizliğinin en fazla olduğu ülkelerin başında gelen bu ülkede, büyük servetlerin sahibi zenginlerden alınacak bir servet vergisi ile gerekli finansman kaynağı rahatça sağlanabilir.
Böyle durumlarda bizimkilerin de aklına; halka ait olan hazır kaynaklara el koymak geliyor. Üstelik BES’teki birikimlere el koyma önerisinde olduğu gibi, bu kaynakları özel şirketlere kredi olarak vererek, böylece amacının da dışında kullanmak fikri, cazip bir fikir olarak benimseniyor.
Ekonomiyi ise, dünyanın birçok ülkesinin hali hazırda yaptığı gibi, işçi ücretlerini artırarak ya da halka gerçekten gelir desteği vermek yerine, onlara sözde ucuz ve bol kredi vererek, ama gerçekte halkı daha da borçlandırarak toparlamayı düşünüyor.
Kısaca daha önce Kredi Garanti Fonu aracılığıyla yapılan bu kredi-borç pompalama işi artık sürdürülemez bir noktaya gelince (bu uygulamada gerçekten ihtiyacı olanların bir kısmı kredi alamazken, bazı uyanıklar bu kredileri alarak borsada, döviz alımında kullandılar, bankalara mevduat olarak yatırdılar, lüks otomobil ve konut aldılar), artık son çare olarak BES’te biriken tasarruflara yöneliniyor.
Üstelik BES ile ilgili bu öneri, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından daha önce gündeme getirilen Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası önerisini rafa kaldırmak anlamına geldiği gibi, bireysel emeklilik sektörünü bir daha asla toparlanamayacak bir duruma sokma potansiyeline de sahip. Çünkü zaten kendine çok az bir yönelimin olduğu bilinen bu sektöre bir daha asla güven oluşmaz.
İktidarı pragmatizm yönetiyor
Ancak siyasal iktidarı artık pragmatizm yönetiyor. O nedenle de kısa aralıklarla yapılan açıklamaların ya da atılan adımların birbiriyle çelişmesi artık çok doğal karşılanmalı.
İşin bir diğer boyutu kuşkusuz kamusal emeklilik hakları ile ilgili. Bir süredir 657 Sayılı Kanuna tabi devlet memurları kapsamındakiler de dâhil olmak üzere, kamusal emeklilik haklarının ciddi risk altında olduğu biliniyor. Zira siyasal iktidar bunun kendi için büyük bir yük oluşturduğuna inanıyor ve tıpkı sivil istihdam yaratmaktan vazgeçtiği gibi (üniformalı istihdam dışında), emekçilere kamusal emeklilik sunmak yaratmak görevinden de çekilmek istiyor.
Özcesi, hem Şili’de, hem de Türkiye’de yapılmış olan askeri darbelerin sonrasında kurulan düzenin aynen devam etmekte olduğu, emekçilerin haklarına, tasarruflarına el konulmak istenmesinden de apaçık anlaşılıyor.
İşin daha da kötüsü 2019 sonunda ortaya çıkan Korona Salgını ile birlikte kapitalizm giderek hiç de “hayırlı” olmayan, çok daha kötü bir yola girmiş bulunuyor. Egemenler ise hem ideolojik olarak, hem de uygulamalarıyla bizleri bu yeni sürece alıştırmaya çalışıyor.
‘Düzenlenmiş Kapitalizm’den ‘Nekro Kapitalizm’e
Bir başka deyişle; nasıl ki İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizm “Düzenlenmiş Kapitalizm”, 1980’lerden itibaren ortaya çıkan kapitalizm (daha da gericileşen ve piyasacı hale gelen kapitalizm anlamında) “Neo-liberalizm” ya da “Vahşi Kapitalizm” ve 2000’li yıllardan bu yana görülen kapitalizm “Felaket Kapitalizmi”, “Rantçı Kapitalizm”, “Ahbap-Çavuş-Akraba Kapitalizmi” ya da “Zombi Kapitalizm” gibi adlarla tanımlanıyorsa, Korona Salgını sonrasındaki kapitalizme de yeni bir ad bulmanın zamanı geliyor.
Bu bağlamda, Korona Salgını sonrası kapitalizmin içine girdiği yönelim dikkate alınarak, buna gidişata uygun tanımlardan biri “Nekro Kapitalizm” olabilir.
Achille Mbembe’nin “hayatı ölümün gücüne boyun eğdirme” olarak tanımladığı ‘nekro politika’dan türetilen bu kavram, tarihsel olarak, 18.Yüzyılda Britanya kolonyalizminin ticaret ve sanayideki sermaye birikimini, doğrudan ya da dolaylı olarak, ölüm ya da ölümden türetilen kârlardan oluştuğu bir kapitalizmi anlatıyor. Günümüzde ise ırkçı (beyaz ırkın üstünlüğü), askeri özel sanayi karması biçimindeki savaş sanayi yanı başta olmak üzere, mevcut kapitalizmin diğer pek çok uygulamasını da kapsayacak şekilde genişletilen bir kavram.(3)
Askeri sanayi karması sektör nekro kapitalizmin çağdaş örneği
Bir örnek vermek gerekirse; 2020 yılında ABD’de Pentagon’un (Savunma Bakanlığı) bütçesi 738 milyar dolar olarak belirlendi. Bu bir tarihsel zirve demek. Bu haliyle, dünyanın en büyük savaş makinası konumundaki ABD’nin savaş harcamaları 144 ülkeninkinden daha fazla. Bu kaynağın yarısı doğrudan kâr için üretimde bulunan ve 150 civarında olduğu tahmin edilen askeri taşeron şirketlerden (askeri-sanayi karması) yapılacak alımlarda kullanılacak. Lockheed Martins’in F-35 savaş uçaklarının tanesi 100 milyon dolar civarında bir fiyatla satılıyor (4) olması sektörün kârlılığının bir göstergesi.
Türkiye de (özellikle de son dönemde) böyle bir yönelime girmiş bulunuyor. Öyle ki 2020 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi ödeneklerinin yüzde 13,2’si (145 milyar lira) iç ve dış güvenlik ve yargılama hizmetleri için ayrılmış durumda.(5)
Ancak buna sermayelerinin tamamına yakını devlete ait olan Aselsan, Roketsan, Savunma ve Hava Sanayi, TAİ, STM gibi ‘Askeri Sanayi Karması’nın ulusal örneklerini oluşturan şirketlerin güvenlik hizmetine dönük üretimleri için kullandıkları kaynak olan 98,5 milyar lira ve Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun (SSDF) 23,9 milyar liralık harcaması dâhil edildiğinde bu rakam yaklaşık 273 milyar liraya ve oran yüzde 25’e yükseliyor.
Ayrıca Türkiye Savunma Sanayi Başkanlığı’nca yayınlanan 2019-2023 dönemi için stratejik planda; Türk savunma sektörünün gelirlerinin 26,9 milyar dolara, ihracatının ise 10,2 milyar dolara çıkartılması hedefleniyor. Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayi Üreticileri Birliği tarafından Nisan ayında açıklanan 2019 sanayi verilerine göre ise; sektörün ihracatı 2019 yılında yüzde 40,2 artarak 3,1 milyar dolara yükseldi. Toplam satışları ise yüzde 24,2 artarak 10,9 milyar dolara yükseldi.(6)
Böyle bir kapitalizmin, genetik kodunda yazılı bulunan ırksal ve ekonomik eşitsizliklerle yeniden yapılandırılmaya başlayan; daha önce eşi benzeri görülmemiş bir biçimde ırkçı, mafya vari, yolsuzluklara bulaşmış, hak hukuk tanımayan, militarize olmuş, savaşçı, rövanşist, mutlak otoriter yönleri artık belirleyici oluyor. Dünyanın birçok ülkesinde ortaya çıkan bazı politik liderler ise bu kapitalizmin politik figürlerini oluşturuyor.(7)
Güncel bir örnekten hareketle; Korona Salgını ile mücadele sırasında, imtiyazlı, ayrıcalıklı, siyasal iktidarın çevresindeki insanlar açıkça korunup kollanıyor, buna karşılık toplum sürü bağışıklığı stratejisi altında, piyasaların insafında virüsle ve ölümle yüz yüze bırakılıyor. Piyasalar kimin ölüp, kimin yaşayacağına karar verirken, devletler buna koşulsuz uydukları gibi, bunun hayata geçirilmesini sağlıyorlar.
Mutlak otoriter, militarist, mafyatik, tekçi, cinsiyetçi, ayrımcı kapitalizm
Yani devletlerde; mutlak otoriter, büyük sermaye dostu, emek ve doğa karşıtı, militarist, tekçi, ırkçı, cinsiyetçi (erkek egemen) , farklı uluslara ve kimliklere karşı ayrımcı ve ötekileştirici eğilimler iyice belirginleşiyor. Ekonomik alt yapıda ise, her türlü kararın ve uygulamanın mutlak bir biçimde özel piyasalara ve büyük sermayeye, uluslararası finans kapitale bırakıldığı, askeri-sanayi karması sektörün giderek başat bir hale gelmeye başladığı bir süreç yaşanıyor
Bu da bizim önümüze çok önemli görev koyuyor: Böyle bir kapitalizmle mücadele edecek olan toplumsal sınıf, kitle ya da kimliklerin, toplumsal hareketlerin ve örgütlenmelerin çok daha geniş bir ittifak yelpazesi altında bir araya getirilmesini ve böyle bir mücadelenin araçlarının da döneme uygun olarak çeşitlendirilip geliştirilmesini sağlamak gerekiyor.
Çare “post kapitalizm” değil, sosyalizm!
Nekro kapitalizmin alternatifi, ne Düzenlenmiş Kapitalizm ne de “Post Kapitalizm” (kapitalizm sonrası toplum) olamaz.
Post kapitalizm kavramının içi boş. Çünkü ileri teknolojik gelişmeler aracılığıyla kapitalizmin kendiliğinden, sınıf mücadelesi gerektirmeksizin kendini aşan bir topluma dönüşeceğine inanan bir yaklaşımdan türetilmiş bir kavram. Teknolojinin sınıfsal karakterini ihmal ettiğinden, ileri teknolojilerin insanlığı ve doğayı kurtarabileceğine inanan bir yaklaşım.
Oysa sermayenin işleyiş ve kendini büyütme mantığını kavrayarak, her türlü sömürüye sadece (başta sınıf mücadelesi olmak üzere) onunla mücadele edilerek son verilebilir. Sömürü kendiliğinden ortadan kalkmaz.
Kapitalizm ancak, işçi sınıfının ve onun müttefikleri konumundaki yoksul köylülerin, küçük üreticilerin, ezilen kimliklerin, gençlerin, kadınların, doğa savunucularının içinde yer aldığı en geniş toplumsal kesimlerin kolektif örgütlü mücadelesiyle sonlandırılabilir. Bu gerçekleştiğinde ise bunun adı “kapitalizm sonrası toplum” değil, “sosyalizm” olur.
Anahtar sözcükler: Askeri sanayi karması, Bireysel emeklilik fonları, Düzenlenmiş kapitalizm, Nekro Kapitalizm, Neo-liberalizm, Post kapitalizm, Sınıf mücadelesi, Sosyalizm, Şili.
Dip notlar:
(1) Aislinn Laing, Fabian Cambero, “Chilean president offers middle classes cash to head off pensions withdrawal”, https://www.reuters.com (14 July 2020).
(2) “Considerations on social security, income security, pensions and the withdrawal of 10 per cent of workers’ private pension fund savings during the COVID-19 pandemic in Chile”, <https://www.ilo.org> (16 September 2020).
(3) Subhabrata Bobby Banerjee, Necrocapitalism, Organization Studies, 29(12), 2008, pp. 1541-1563, s. 4.
(4) Mandy Smithberger, TomDispatch, “The Military-Industrial Complex Gets Away With Murder in Contract After Contract”, https://truthout.org (21 January 2020.
(5) T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
(6) Ali Bakeer, “Turkey’s Defense Industry in the Covid Age”, https://cgpolicy.org (10 July 2020).
(7) Mark LeVine, “From neoliberalism to necrocapitalism in 20 years”, https://www.aljazeera.com (15 Temmuz 2020).