Türk Tabipleri Birliği (TTB), Ocak ayı başında hekimlere ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik giderek artan şiddete dikkat çekmeyi ve sağlık ortamında şiddete neden olan koşulların ortadan kaldırılması için hükümeti ve ilgili kurumları uyarmak amacıyla “Şiddetsiz Bir Sağlık Ortamında Emeğimizin Karşılığını Alarak Hekimlik Yapmak İstiyoruz!” başlıklı bir deklarasyon yayımlamıştı.
Deklarasyonla birlikte, 15 Mart’ta Ankara’da yapılacak bir miting ve 17 Nisan’da sağlıkta şiddeti engelleme talebiyle Türkiye’deki tüm sağlık kurumlarında yapılacak “iş bırakma eylemi”yle sona erecek bir eylem takvimi de açıklanmıştı.
Mitinge ilişkin duyuru ve hazırlıklar yapılırken pandeminin gündeme gelişiyle 15 Mart mitingi de 17 Nisan iş bırakma eylemi de iptal edildi. Zira hekimlerin Hipokrat aracılığıyla tüm insanlığa ettiği bir yemin vardı ve inandıkları bu yemin, onların pandemi ile mücadelenin ön saflarında yer almalarını gerektiriyordu. Bunun yüklediği sorumlulukla, kendileri için acil ve yaşamsal olan sorunları gündeme getirmek istememişlerdi.
Hızla yayılan, ölümcül bulaşa karşı sadece sağlıkçıların sorumluluk bilinciyle hareket etmesi yeterli değildi elbette. Toplum sağlığını tehdit eden bir meselede devletin sorumluluğu tüm kurumlarıyla üstlenmesi ve bütün olanaklarını seferber etmesi beklenirdi. Böyle olmadı! AKP hükümeti, devletin olanaklarını; iktidarına halel gelmemesi ve bir avuç sermayedarın kârının düşmemesi için seferber etti. Bunu yaparken fabrikalarda, bankalarda, AVM’lerdeki emekçilerin “yaşam hakkını” ve beraberinde “toplum sağlığını” da ihlal ederek” pandemiyle mücadelenin temel kuralı olan fiziksel mesafeyi göz ardı etti. Yetmedi -TTB, uzman hekim örgütleri ve bilim çevrelerinin uyarılarına rağmen- Haziran’dan itibaren önlemleri tümüyle kaldırarak ülkeyi “normalleşme(!) süreci” ne sürükledi.
Sağlık Bakanı bu süreçte pandemiye ilişkin günlük verileri açıklamaktan başka bir şey yapmadığı gibi, açıklamaları da; hükümetin başarısızlığının üzerini örtmek için gerçekleri gizlemeye çalışmaktan ibaret kaldı.
Bulaşla mücadelede izlenen bu akıl ve bilim dışı politikaların sonucunda; TTB, uzman hekim örgütleri ve bilim çevrelerinin uyarılarında öngördüğü üzere Covid-19 hızla ülkenin dört bir yanına yayıldı ve her türlü manipülasyona rağmen saklanamaz boyutlara ulaştı. Hastaneler, yoğun bakım merkezleri yetersiz kaldı. Daha da önemlisi binlerce sağlık çalışanı virüse yakalandı, yüzü aşkın sağlıkçı yaşamını yitirdi.
Kendilerinin, ailelerinin, yakınlarının yaşamını tehlikeye atarak, mesleğe başlarken ettikleri Hipokrat yeminine sadakatle virüs bulaşan hastaları sağlığına kavuşturmak için mücadele eden sağlık emekçileri bırakın takdir görmeyi, cezalandırıldı; hakarete uğradı. Daha özet ifadeyle, sağlık emekçileri, sermayenin çıkarları ve kendi iktidarının bekâsından başka bir düşüncesi olmayan hükümet tarafından gözden çıkartıldı!
TTB, hükümetin, “sağlık emekçilerinin ve toplumun sağlığını hiçe sayan politikalarını eleştirerek Covid-19 salgınına karşı duyarlılığın ve tedbirlerin arttırılması” için 14 Eylül – 18 Eylül arasını “#YönetemiyorsunuzTükeniyoruz Haftası” olarak ilan etti.
Hekimlerin -en başta yaşam hakkı olmak üzere- haklarını koruması bir meslek örgütü olarak TTB’nin en temel yükümlülüğüdür. Hekimlerin hakları, sağlık ortamının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle TTB, onların hakları için mücadele ederken “toplumcu hekimlik” anlayışıyla sağlık sistemini ve sağlık politikalarını gündeme getirmekle kendisini mükellef kılmış; bu mükellefiyeti bugüne kadar layıkıyla yerine getirmiştir. Bu nedenle birçok kez siyasi iktidarların hedefi haline gelmiş, baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Ama her defasında ilkeli duruşundan ödün vermemiş, bu ilkeli duruş sayesinde hem hekimler hem de toplum TTB’ye desteğini daha da artırmıştır.
Sermayenin çıkarı ve iktidarının devamlılığı kaygısıyla sağlıkçıları ve toplumu gözden çıkarmış bir iktidar için en büyük tehdit, gerçekleri ortaya koyan ve bunun için mücadele eden örgütlenmelerdir. Özellikle muhalefet partileri ve başta emekçileri temsil etmesi gereken sendikalar ve diğer demokratik kitle örgütlerinin yeterince ses çıkaramadığı koşullarda “bu örgütler”, iktidarın hedefi olur. İktidar, tüm propaganda aygıtlarıyla kendi bekâsını, vatanın, milletin bekâsı haline getirerek, toplumun ve meslektaşlarının haklarını savunan bu örgütlere, vatana ihanete varacak, suçlamalarda bulunur.
TTB, sağlıkçıların haklarını ve toplum sağlığını savunduğu için iktidarın hedefi olmuştur. AKP iktidarının doğrudan ifade etmekten kaçınacağı kadar absürt sayılacak açıklamaları dillendirmekle görevlendirdiği ortağı Devlet Bahçeli’nin, TTB’yi “koronadan daha tehlikeli”olmakla ve “vatana ihanet”le itham etmesi bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Neticede Bahçeli haklıdır: TTB, toplumun ve sağlıkçıların yaşam hakkını hiçe sayan hükümetin politikalarını eleştirerek ve toplumun gerçekleri öğrenmesine vesile olarak siyasi iktidarın bekâsı için -Bahçeli’nin ifadesiyle- “koronadan daha tehlikeli” olmuştur.
İyi ki de öyle olmuştur!!