Bir iktidarın iç ve dış politikaları arasındaki ilişki birbirine bağlı ve birbirini etkileyen faktörlere bağlı. Bu faktörlerden biri ve en önemlisi, rejimin niteliğiyle ilgili olması. Bir ülkede nasıl bir rejim varsa iç ve dış politikalar ona göre şekillenmekte. Tek parti iktidarının ardından gelen başkanlık rejiminde her şey tek kişinin iradesine göre belirleniyor. Yasama, Yürütme ve Yargı arasında kuvvetler ayrılığı olmadığı için herhangi bir “denge ve denetim” ilişkisi de yok. Aynı şekilde yetkileri iyice sınırlanarak etkisiz hale getirilen parlamento ile muhalefet partileri yasama görevlerini yapamaz durumda. Dolayısıyla iç ve dış politikalar rejimin olağanüstü standartlarına göre yürüyor.
Otoriter ve totaliter rejimlerde geçerli olan olağanüstü rejim standartları, siyasal literatürde “Seferberlik stratejisi” olarak tanımlanıyor. İktidarın meşrulaştırılması için yapılan bu ideolojik ve politik stratejinin iki amacı ve hedefi var: Biri, iktidarın kendi meşrutiyetini öne sürerek muhalefeti geri adım atmaya veya mevcut durumu kabullenmeye zorlamasıdır. İkincisi, iktidarın bu yolla yeni siyasal koalisyonlar yaratmaya ve kamuoyunun desteğini artırmaya çalışmasıdır. Bu süreçte iktidar, dış politikayı kullanarak iç politikadaki konumunu çeşitli yollardan sağlamlaştırmaya çalışıyor: Dinci, milliyetçi ve emperyalist temaları öne çıkartarak dış unsurları düşman ilan ederek ülkenin uluslararası statüsünü koruma ve geliştirme konusunda rejim liderinin üstün yeteneklere ve siyasal erdeme sahip olduğunu gösterme çabasını sürdürüyor. Böylelikle kamuoyunun ve kitlelerin dikkatini iktidar için hengameli olan iç politik sorunlardan uzaklaştırıyor ve onları daha “kolay yoldan” birleştiren dış politikaya yönlendiriyor.
Tek adam rejimiyle yönetilen ülkelerde iktidarlar, kimi eski tarihi sorunlar kimi yeni yüzyılın sorunlarından kaynaklanan politikaları sürekli gündemde tutarak, iç politikada sıkıştığı her anda yeniden ısıtıp, tahakkümcü, sert, risk alıcı ve çatışmacı dış politika hamleleri yapıyor. Bu süreçlerde toplumsal ve siyasal muhalefeti baskı altına alarak ya susturuyor ya da peşinden sürüklüyor. Böylelikle iç politikanın belirleyenlerinde temel faktör, iktidarın temsil ettiği egemen sınıf ve tabakaların çıkarlarının korunması ve iktidarın ömrünün uzatılması amacına yönelik adımlar oluyor. Kendi geleceğini sağlama almanın birinci yolunun kitlelerin desteği olduğunu bilen iktidar, iç ve dış politikalarında halkın çıkarlarını savunuyor gibi görüntü veriyor: Toplumun geçmişten gelen etnik, kültürel ve inançsal geleneklerine dayanarak kendi konumunu yücelten, “büyük ve güçlü ülke, güçlü ordu, güçlü liderlik ve siyasal istikrar” vaadiyle kitleleri oyalayıcı hamaset yapıyor.
Bu bağlamda Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen Türk-İslam milliyetçiğine ve İslam fetihçiliğine dayalı “gücü ve kibri” ön plana çıkartarak gerçekleştirdiği “Milli beka” siyaseti, kitlelerin nazarında etkili olurken, düzen partileri tarafından da destekleniyor. İktidarın geçmişi yad ederek ve afaki bir gelecek vaddederek yaptığı bu siyaset tarzı, aynı yoldan yürümeyi kendilerine ilke edinen tüm düzen partileri tarafından gıpta ile karşılanıyor. Bu nedenle iktidar sistemli olarak dış politik hamlelere bağlı sıcak gündemler oluşturarak, iç politikayı dış politik yönelimlere göre dizayn ediyor. Böylelikle demokratik geleneklerin bulunmadığı ve bir lidere bağlılığın daha etkili olduğu siyaset arenasında görünürde güçlü, gerçekte kibirli ve üstenci liderliklerin yaptığı iç ve dış politik manevralarla toplum adeta rehin alınıyor.
Dış politikanın aynı zamanda dış ekonomik ve siyasal ilişkilere (ABD, NATO, AB) bağlı olması, diplomatik ilkeleri ve kuralları içermesi, gizlilik ve süreklilik gerektirmesi gibi özel faktörler, devlet ve hükümet politikalarında etkili oluyor. Yeni rejimde parlamentonun yetkileri sınırladığı için, iç ve dış politikaların gündemi liderlerin ağzından çıkan günlük söylemlere göre belirleniyor. Somut ve gelecek umudu yaratabilecek düzeyde bir proje ve politik hat ortaya konulmadığı için, kitleler giderek politikadan soğuyor ve siyaset sahnesinden uzaklaşıyor. Anadolu’da halkın yaygın olarak kullandığı bir kavramla, “Böyle gelmiş böyle gider” diyerek iktidara karşı “tepkisiz” kalıyor ya da sosyal medyanın sanal dünyasına hapsolarak sokağa çıkmıyor. Bunun bilincinde olan AKP 18 yıllık iktidarının keyfini çıkarıyor!