12 Eylül 1980 Askeri Faşist Darbesi’nin üzerinden 40 yıl geçti. Darbenin 40. yıldönümü vesilesiyle değerlendirmeler yapılmakta. Değerlendirmelerde darbe iktidarının uygulamalarıyla AKP-MHP iktidarının uygulamaları karşılaştırılmaktadır. Her iki iktidarın, her iki dönemin yol açtığı tahribatlar ve iktidarların karakterleri üzerinde değerlendirmeler sürüyor.
12 Eylül Faşist Darbesi iç etkenler kadar dönemin bölgesel ve küresel ortamı ve NATO’nun küresel kapitalist sistemin yoğun desteği ile gerçekleşen bir darbedir. Darbenin temel hedefi Kürt özgürlük mücadelesini ve devrimci demokratik mücadeleyi tasfiye etmek için yapıldı. Bu temelde her türlü baskı yöntemlerine başvurmaktan çekinmedi. Darbe Kürt halkına karşı, hak ve özgürlüklere karşı, demokratik değerlere ve mücadeleye karşı sistematik bir saldırı stratejisini ve dizaynını oluşturdu etkileri bir biçimde günümüze kadar uzanıyor.
1980’den günümüze kadar, Kenan Evren’den başlayarak AKP-MHP iktidarının da içinde olduğu dönemlerin temel karakteri; Kürt halkına ve Kürt siyasetine yönelik süreklileştirilmiş bir saldırı, katliam, göçertme, hapis ve siyasi soykırım konseptinin bir devamlılık biçiminde sürdürülüyor olmasıdır. Devlet ve iktidar aktörlerinin, “Devlette devamlılık esastır” sözü Kürt sorunu bağlamında Kürt halkına karşı kıyım politikasının devamlılığının güncelleştirilmesinin şifresi gibi!
12 Eylül Darbesi bu kodlandırmayı güncelleştirdi; özgürlük temeli ortaya çıkan uyanışı, dirilişi tasfiye etmek üzere harekete geçti, insanlık dışı uygulamalarla görülmemiş işkence uygulamalarına başvurdu. Diyarbakır hapishanesini işkencehaneye çevirdi. Zulüm temelli tüm imkanları harekete geçirmesine rağmen uyanışı ve direnişi tasfiye edemedi. Diyarbakır zindan direnişi beklentilerini ve planlarını boşsa çıkardı. Diyarbakır zindan direnişi kendilerine ağır bir yenilgi tattırdı. Özgürlük hareketinin önder kadrolarından Mazlum DOĞAN, M. Hayri DURMUŞ ve Kemal PİR öncülüğünde ortaya konulan direniş kendilerine büyük bir yenilgi yaşattı. Bu abide direnişçiler insanlığa ve umuda yol gösteren o tarihi direnişleriyle ölümsüzleştiler. Darbe tüm zulmüne rağmen ne 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’ni engelleyebildi ne de Kürt özgürlük mücadelesini.
Darbe başta NATO olmak üzere küresel kapitalist sistemin koşulsuz desteğine sahipti. İçeride de sermaye çevrelerinin, milliyetçi çevrelerin ve devlet kanatlarının bütünlüklü desteğine sahip olmasına rağmen hayal ettiği başarıyı elde edemedi. Kürt özgürlük mücadelesinin kısa sürede toparlanması ve yeni bir mücadele sürecini başlatması darbenin tüm hesaplarını alt üst etti. Darbeciler uyanışı, direnişi ve mücadeleyi bitirdiklerini, bir daha da başlarını kaldıramayacaklarını hesaplıyorlardı. Hesapları tutmadı. Elbette süreç ağır ve büyük zorluklarla örülü bir süreçti; bu dönemde birçok sol örgüt, Kürt örgütü çakılıp kaldı, bazıları bir daha da toparlanamadılar, bazıları da zamanlarını ve enerjilerini Kürt özgürlük hareketini eleştirmek, geri adım attırmak ve direnişten vazgeçirmekle uğraştılar. Devrimci cephede yaşanan kafa karışıklığı, tasfiyecilik ve dağınıklığın sonraki yıllarda Türkiye’deki devrimci-demokratik mücadele ile toplumsal mücadele üzerindeki etkileri çok ağır ve olumsuz oldu. Diğer taraftan Sayın Öcalan’ın liderliğindeki özgürlük mücadelesi bambaşka bir gelişmeye yol açtı. 40 yıllık darbe eksenine, baskı ve zulüm eksenine karşı 40 yıllık büyük bir direniş ekseni, inkara ve kimliksizliğe karşı bir mücadele ekseni, hak ve özgürlük ekseni olarak gelişti ve bu mücadele sürüyor.
Darbenin bir başarısı varsa o da askeri darbenin kendi konseptini sivil görünümlü özel savaş iktidarları eliyle sürdürmesidir. Özal, Demirel, Çiller iktidarlarının ve koalisyon hükümetlerinin toplumun başına çullanmaları darbenin kendilerine açtığı ortam sayesinde olduğu gibi, kendileri de darbenin geliştirdiği tekçi, ırkçı, anti-demokratik ’82 Anayasası temelinde siyasal ve toplumsal alanı dizayn ederek darbenin programı ve zihniyetinin bir nevi taşıyıcısı oldular. Direnişin gelişip büyümesi ve serhildan düzeyine varmasıyla, halkın talepleri karşısında bu iktidarlar birer kontra iktidar konumuna büründüler. Çiller, Güreş ve Ağar ekibi bir katliam ekibi olarak katliamlarla, yakıp yıkmayla, faili meçhul cinayetlerle kendilerinden en çok söz ettiren ekip oldu.
Öte yandan AKP-MHP iktidarı Kürtlere yönelik politikalarında hem Kenan Evren Askeri Darbesi’nin hem de Demirel, Çiler, Güreş, Ağar ekibinin yaptıklarını aşmıştır. Örneğin Kür Şırnak, Yüksekova, Sur, Nusaybin ve Cizre’de yaşananlar, Efrîn, Serekani, Girêspî’ye yönelik operasyon ve saldırılar bunun göstergesidir. Yani Kürt halkına karşı 12 Eylül mantığının ve saldırganlığının en yoğun somutlaştığı iktidar AKP MHP iktidarıdır.