“ne verili koşulların ufkundaki
umut
ne mutlak huzur arayıcıları
oyalamıyor içinden geçtiğimiz karanlığı
çıkıp geliyor toz duman içinde
kavganın taş, aşkın tunç, kendimizin
demir çağındayken
bütün masalları dolaşmış kahraman
poz veriyor içimizdeki kuraklığın
peyzajına
tarih sürüp giderken”*
Serin yazların kraliçesi, tüm yaz güllerinin sahibesi Annem, beni sobeledi! Evet Anne, sürpriz bir saklanbaçla sobeledin beni Anne; şimdi hayat, şimdi ölüm, şimdi ayrılık körebe!
Karşılıklı olarak sır saklattık (hastalıklarımızla ilgili), kendi hakkımızdaki sırları. Ama sen, beni sobeledin Anne! Şimdi dünya devasa bir körebe… Nereye dönse körlük, nereye dönse körleşme!
Birkaç yıl önce şimdi kayıp olan bir şiir yazmıştım, ama ölüler diyarından. O uzun ve neşeli şiirin aklımda kalan üç dizesi şöyleydi (tercüme edersek):
bizler ölüyüz, buradayız mektuplar yazamayız kalemimiz yok, ama iyiyiz, buradayız
Şimdi, sanki özellikle bugünlerde açmak için açmış bu mor sarmaşıklar sabahında (ki tüm çiçekler senindir Anne, sen onlara aşıksın, onlar sana) “ölüyüz, buradayız” diyorum, ama “burası” neresi bilmiyorum Anne! Burası ile orası, ölüm ile hayat, gece ile gündüz arasında durmadan çırpınan hücrelerimiz, savrulan kalbimiz nerede, bilmiyorum… Belki hiç kimse de bilmiyor. Zira rüyasında kelebek olduğunu gören Yogi miyiz, yoksa rüyasında Yogi olduğunu gören kelebek miyiz belli değil. Ama şimdi tüm sevdiklerin ve sevdiklerimle; sevdiklerini, güle oynaya üç gün kalmış cenaze törenine, yani gömlek-form değiştirme düğününe çağıran bir Yogi olmak isterdim. Sevdiklerimin, avaz avaz bir ateşle küle dönüşmemi sonra neşeli bir şekilde ırmağa karışmamı kutlamalarına, çoğunlukla yok oluş, son olarak görülen yeni bir dönüşümümün başlangıcına tanık olmak isterdim. Ama belki de öyleyiz, tek boyutlu olduğunu sansak da evrendeki her şey gibi bizler de çok boyutluyuz. Mesela mor sarmaşık mıyız yoksa insan mı, ayışığı mı yoksa yıldız tozu mu belli değil. Ama belli olan şu ki: hayat, ölüm ve çocuklar, Anne karşısında hep, süt dökmüş kediler! Damarlarımızda dolaşan mübarek Anne sütü adına, her şey süt dökmüş kedi yavruları kadar suçlu ve masum!
Narin ve nazlı bir dağsın sen Anne, hiçbir yere gitmezsin. Sıcak yazlarda hep rüzgar, salkım söğüt, sonsuz kavaklar ve ırmaksın. Ama sobeledin beni Anne, gözlerim görmüyor artık… Tamam, şaşırma (sen kızmaz ama şaşırır ve uyandırırsın bizi Anne) hiçbir tuzağa düşmemiş gözlerimiz yerinde, bakışlarımız o güleç bakışlarında.
Beni sobeledin Anne, hayatı, ölümü ve şarkıları da. Şimdi her şey sobe, sobe! Kaçamaz, hile yapamaz, zayıf düşemeyiz asla. Damarlarımızda dolaşan asil beyaz sütünün renk verdiği bulutlarla seninleyiz Anne. Sen hep bizi uyandır, hep sobele, ‘sobe, sobe’ olalım Anne. Sen hep gülümse…
Not: Kürtçeye çevireceğim bu yazıyı Anne, merak etme.
*Murathan Mungan, “Oyunlar İntiharlar Şarkılar”, Metis Yayınlar