Kriz kapımızı kırdı. Şimdi ne yapacağız? Her krizde yaptıklarımızı mı? Hızla yükselen pahalılığı ve işsizliği protesto etmekle mi yetineceğiz? İktidarı krizin yükünü“ adil dağıtmaya” çağırarak baskı altına mı almaya çalışacağız?
Kapımızı kıran kriz böyle bir kriz mi? Krizin siyasi sorumlusu iktidar bu şekilde “etkilenebilecek”, “sarsılabilecek” bir iktidar mı? Krizin ortaya çıkaracağı ortam, günlük hayatı sürdürürken “rutin muhalefet görevlerinin icra edilebileceği” bir ortam mı olacak?
Korkut Boratav, geçen hafta Deutsche Welle’ye verdiği ropörtajında, krize düzen içinde verilebilecek yanıtları ve bunların siyasi koşullarla ilişkisini, gerçekten kaçmadan net bir şekilde anlatmıştı(1)*:“Normal Çözüm”(IMF reçetesi-bazı şirketlerin batmasına, işsizliğin ve enflasyonun patlamasına göz yummak,büyük yatırımları, çılgın projeleri durdurmak, bankaları kurtarmak-) ve “Radikal Çözüm”(Borçların kısmi reddi, dövizli borçların TL’ye çevrilmesi, bankaların ve bataktaki büyük şirketlerin kamulaştırılması, servet vergisi).
Boratav, normal durumda iktidarın izlemesi beklenen yolun IMF reçetesine uymak olduğunu söylüyor. Buraya kadar normal.
Ancak Boratav bu noktadan sonra iki önemli belirleme yapıyor ki benim de üzerinden ilerleyeceğim yol bu belirlemeleri başlangıç noktası haline getiriyor.
“Ama” diyor, “IMF’nin kapısına gitmezse iktidarda kalmasını önleyecek bir mekanizma yok. ”Yani iktidar IMF kapısına gitmekte de gitmemekte de kendisini serbest hissediyor. “Çünkü” diyor, “Türkiye faşizme geçmiştir. Faşizm kalıcıdır. Halk sürünecek, dine, imana daha fazla sarılacak. Cemaatler eliyle dayanmaya çalışacak. Halkın direnme gücü yoktur.”
Erdoğan’ın şimdiye kadar IMF reçetesinden kaçmasının iki gerekçesi olabileceğini söylüyor: Birincisi iç kamuoyuna gaz verme, ikincisi ise kendisinin beslediği ve kendisini besleyen ana sektörü, inşaat sektörünü yaşatmak için faizleri düşük, dövizi ucuz tutmak istemesi. “Cumhurbaşkanı finans kapitalin kurallarına… uymuyor” diye de ekliyor.
Erdoğan’ın bu uyumsuzluğu, Arjantin’deki ya da kısmen Yunanistan’daki gibi “Radikal Çözüm”ü uygulayabileceği anlamına gelebilir mi? Boratav bu noktada birkaç şeyin altını çiziyor. Birincisi ve en önemlisi Arjantin’de ve Yunanistan’da krizler, halk isyanlarını yaratmış, Radikal Çözüm programları bu isyanların işbaşına getirdiği iktidarlarca uygulanmıştı. İkincisi, Arjantin’in cari açığı yoktu, Yunanistan ise Euro sistemi içindeydi. Arjantin borç ödemezse ayakta durabilirdi, Yunanistan çökerse Avrupa’yı sarsardı.
Türkiye’de ise krize neden olan politikaların 16 yıllık sorumlusu bütün güçleri elinde topladı ve açık faşizme geçti bir tek kendisini ömür boyu başkan ilan etmediği kaldı, isyan geri çekildi, cari açık ise çok yüksek! Erdoğan bütün bunları “Radikal Çözüm”ün önünü tıkamak için yaptı. Erdoğan’ın yönelimi IMF reçetesinden çok daha berbat bir yere doğru. “Krizse dibine kadar kriz!”
Boratav, Erdoğan’ın arkasındaki “halk desteğini” sonuna kadar zorlamasını ve bunun için toplumsal gericiliğe sıçrama yaptırtmasını daha güçlü bir ihtimal olarak görüyor. Haksız da değil. Herhalde şimdiki faşizme boşuna geçilmedi!
Erdoğan’ın düzen içi muhalefeti dümdüz edip, yoksul yığınları iktidarından bağımsız yaşayamaz hale getirmeye girişip aniden IMF reçetelerine tornistan etmesi de mümkün ve hatta muhtemeldir. Sırtını dayadığı sermaye de kitle de böyle bir dönüşten etkilenmez.
Bu noktada durup muhalefete bir bakalım.
Bugünkü krizi “ABD ile Türkiye arasındaki politik bir sorun” üzerinden tanımlayan herkesin (Akşener, Karamollaoğlu ve utangaçca Kılıçdaroğlu) Erdoğan’ın çizdiği yol haritasına teslim olacağı açık.
Kriz karşısında “merkez bankasının bağımsızlığı, gerçekçi kur ve faiz, çılgın yatırımların durdurulması”na vurgu yapan M. İnce ve sol liberaller ise IMF’ye temenna çakarak iktidar alternatifi olabileceklerini sanıyorlar.
Düzen içi “muhalefet”in de “Radikal Çözüm” diye bir alternatifi yok.
Faşizmin 24 Haziran’daki kolay kabul ettirdiği hileli zaferi Erdoğan’a yarattığı krizi bir kez daha yönetme inisiyatifi sağlıyor.
Ama bu bugünkü gerçek. Devrimci muhalefet ise yarına bakarak yürütülür.
İktidarı etkilemeye, sınırlandırmaya, egemen güçlerle korkutmaya odaklanmış muhalefet yöntemlerinin bir geçerliliği yok. TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, Rusya’sı, AB’sinin, Erdoğan’ın kriz politikası karşısındaki konumu“ el güçlendirmekten” öteye belli ki gitmeyecek.
Öte yandan kapımızı kırmakta olan kriz“ sokağa döküldüğünde”2001’deki gibi OSB patronlarının Kızılay’a yığıp, “Hizbullah gelecek, a… s…..!” sloganıyla Ecevit hükümetinin üzerine yürüttüğü kitlelerde somutlaşmayacak. İşsizliğe, yoksulluğa ve açlığa mahkum edilecek yığınlar sokakları doldurabilir. Sokağı nasıl dolduracaklarını belirleyen ise onları kimin, kimleri ve hangi amaçları hedef göstererek sokağa çıkaracağı olacaktır. Ama böyle bir hareket kimin liderliğinde gelişirse gelişsin, günlük hayatı etkileyen bir süreç olarak yaşanır. Böyle bir sokak tablosuna nüfuz etmek için ise “rutin muhalefet” yollarının yeterli olmayacaktır.(Ama şu an ortada “olsun da rutin muhalefet olsun” dedirtecek bir tuhaf sessizliğin olduğunu, öncelikle bu sessizliğin bozulması gerektiğini de kabul etmeliyiz.)
Erdoğan’ın “dibine kadar kriz” politikasının önce düzen içi muhalefeti dağıtacağını anlamamız gerekiyor.
Açık faşizme geçişe karşı muhalefet sürecinde düzen içi muhalefetin bir varlık alanı bulunuyordu. Ama birkez açık faşizme geçtikten sonra, düzen için muhalefete tek varlık alanı kaldı: Erdoğan’ın payandalığı!
Bu nedenle şimdi, şu anda yapılması gereken ilk şey, “düzen-dışı” yani neoliberal sömürge kapitalizmi karşıtı, Ortadoğu’da ve ülkede halklar arasında barıştan yana, laik ve demokratik bir sol muhalefet hareketini mecliste, sokakta, demokratik örgütlülüğün somutlaştırılabileceği ve harekete dönüştürülebileceği her alanda üretilmesi için çalışmaktır.
*(1) DW’nin ropörtaja seçtiği başlık yüzünden (“Finansal kriz IMF programı ile önlenir”) Boratav’ın asıl önemli belirlemeleri güme gitti.
Bu yazının geniş versiyonu eşzamanlı olarakwww.sendika62.org’da yayımlanmaktadır